Sivil Toplum

Bize Yeni Bir Hikâye Gerek!

Toplumlar kahramanlardan ve kahramanlara ihtiyaç duymaktan kurtulmadıkça işimiz zor. Evet, geleceğimiz için “hikâyelere” ihtiyacımız var ama bunlar Hollywood’un eril, olağanüstü yeteneklere sahip kahramanlarıyla dolup taşmak yerine; kolektif, kötülüğün içinde bile güzelliği görmeyi beceren sıradan post-kahramanlara yer verse daha iyi olmaz mı? Anlatısal Liderlik Birliği Direktörü Dr. Geoff Mead’ın Guardian’da yayımlanan yazısı, düşünmeye değer tezler sunuyor bu konuda. Gönüllü çevirmenimiz Filiz İnceoğlu’na teşekkürler…
Kişiliğimizi bulmamıza yardımcı olan hikâyelerin artık mantıklı gelmediği zamanlar olmuştur hayatımızda. Hastalık, bir yakının vefatı, boşanma, işsizlik, yeni iş, terfi, taşınma, aşk, evlilik, çocuk sahibi olma ve diğer önemli olaylar, kendimi- ze ve başkalarına kendimizden bahsederken anlattığımız benzer hikâyeleri sorgulamamıza neden olabilir.
Çoğumuz, hayatımızın bir noktasında bunu yaşamışızdır. Böyle zamanlarda kimliğimiz tehlikeye girer. Oldukça hassas ve değişime açık ama aynı zamanda da katı bir savunuculuk içinde olabiliriz. Bu yolla etkilenenler sadece bireyler değildir; grupların, toplumların, ulusların ve tüm uygarlıkların sürdürülmesinde rolü olan hikâyeler de bazen çöker.
Sıkı çevreci ve yeryüzü bilimci Thomas Berry’nin bir zamanlar dediği gibi: “Her şey bir hikâye meselesinden ibaret. İyi bir hikâyeye sahip olmadığımız bugünlerde, tam anlamıyla başımız belada. Hikâyeler arasında kısılıp kalmışız. Eski hikâyeler, dünyaya nasıl uyum sağlayacağımız konusu, artık etkisini yitirdi. Buna karşın, yeni bir hikâye de üretebilmiş değiliz.”
Başka bir deyişle, sanayi toplumuna dair eski hikâyeler miadını dol- durdu. İşe yaramadıklarını göre- biliyoruz (işin aslı, bunlar sadece ayrıcalıklı bir azınlık üzerinde işe yaramıştı zaten) ve çoğumuz, eski olanı desteklemektense, yeni ve daha sağlıklı hikâyeler bulmamıza yardımcı olmaya odaklanan, diğer- lerinden farklı, bir anlamda sosyal, kurumsal ve politik bir liderliğin özlemini çekiyor.  Bizler zaten -hem kitlesel hem bi- reysel olarak- yeni hikâyeler arıyoruz ama ruhun karanlık köşelerini tanımadan, anlatılar harabelerini gezmeden, beklenmedik bir şeyin vuku bulduğu şaşırtıcı, kafa karış- tırıcı boşluk anlarını yaşamadan, eski hikâyelerden yeni hikâyelere geçemediğimiz de ortada. Yeni bir hikâye arayışı içinde olduğumuz bile tartışılır gerçekten…Post-Kahramanlık Döneminde Liderlik
Bu görevin, ne önemini ne de zorluğunu göz ardı etmemeliyiz. Eski kesinliklere olan güvenin yıkıldığı böyle zamanlar, diğerlerini suçlayan ve basit çözümler vadeden manipülatif hikâyelere karşı en savunmasız olduğumuz zamanlardır. John Michael Greer’in The Long Descent’ta belirttiği gibi, bizim durumumuz çözülebilir bir sorun olmaktan çok, atlatmamız gereken bir badiredir. Bunu başarmak için olgunlaşmış, post-kahraman bir liderlik ile sorumlu ve yetişkin bir yurttaşlık bilinci gerekir. Ancak o zaman, eski hikâyelerle olan bağlarımızı koparacak ve yıkıcı bir felaketin kıyamete götüren hikâyesi ile sosyoteknik veya yuva- ya dönüş çözümlerini içeren üto- pik hikâyeler arasında bir yerde duran “çok hikâyeli” alanda nasıl yaşayacağımızı öğreneceğiz. Öyküsel terimlerle ifade edersek, asıl tehlike, işleri biraz sihir, şans ve cesaretle yola koyabileceğimizi ümit ederek başka bir kahraman- lık hikâyesine daha tutunmak zorunda kalmamız. Hollywood, gişe rekorları kıran bu tarz çevreci filmlerle dolup taşıyor: The Day After Tomorrow (Yarından Sonra, 2004), Avatar (2009), The Core (Çekirdek, 2003), 2012 (2009) bunlardan sadece birkaçı. Bunlar, eğlenceli macera filmleri ama bize öğretecek pek bir şeyleri yok. Kah- ramanın yolculuğu (her zaman er- kek bir arketip) üzerindeki tutuşumuzu gevşetip, bizi yönlendirecek başka hikâye türlerine yönelme zamanıdır. Kendimi şu soruyu sorarken buldum: Amacımızın, ne bu dünyayı tahrip etmek ne de kurtarmak olmadığını, sadece içinde yaşadığımız bu dünyada daha güzel bir şekilde yaşamayı öğrenmek olduğunu düşünseydik nasıl hikâyeler anlatırdık?

Felaketin Ortasında Güzelliği Görmek
Belki de hikâyelerimiz, eriyen buzulların, dev fırtınaların ve yükselen deniz seviyelerinin, Küvet adı- nı verdikleri bir toplulukta Güney Lousiana’daki su setinin ters tarafında bulunan derme çatma kulübe ve teknelerde, gözlerden ırak yaşayan bir grup uyumsuz, dışlanmış, sürgün edilmiş insan üzerindeki olası sonuçlarını gösteren ödüllü Beasts of the Southern Wild (Düşler Diyarı, 2012) filmindeki öyküye çok benzeyebilir. Film, her şeyden önce topluluğun önemine dikkat çeken sihirli bir realizm ve dokunaklı bir dramın sentezi. İnsanlar hayatta kalmaya çalışıyor ama ölüm ve felaketlerin ortasındayken bile güzelliği görmenin ve hayatta kalmanın sıradışı macerasını takdir etmeyi asla unutmuyorlar. Etrafımızı saran zorluklar yüzünden mücadele gücümüzü kaybetmek ve umutsuzluğa düşmek kolaydır. O zorluklar hiç olmamış gibi davranmak veya hiçbir şeyin fark yaratmayacağını düşünerek çaba harcamaya değmeyeceğine inanmak çok daha kolaydır. Yine de cesaretimizi kaybetmemeliyiz; daha basit bir şekilde ve gezegenle uyumlu yaşayarak yapabileceğimiz güzel işler her zaman daha fazla neşe getirecektir. Hikâyeyi tek hamlede değiştiremeyebiliriz ama yine de anlattığımız ve yaşadığımız hikâyelerin önemi hiç de hafifsenmemeli…

About Post Author