Kültür

Isırgan Otları, Mürver ve Düğün Çiçeği Üzerine

Bir bitki üzerine çalışılırken kadim bilgilere de ulaşılıyor; yüzyıllar boyunca gelen inançlar, hikayeler, masallar gün yüzüne çıkıyor. Arazide bir bitki görüyorsunuz, sonra hemen aklınıza o bitki ile ilgili bir türkü geliyor; işin içinde hem sosyoloji, hem de etnografya var…
Işıl KAYAGÜL

Bitkiler ile aranız nasıl? Sadece para ile satın aldığımız, markette pazarda satılan bitkileri kastetmiyorum. Hani şu yoldan geçerken farkına varmadan üstüne bastığımız ısırgan otları, karahindibalar, papatyalar ile? Ya çobançantaları? Yapraklarına dokunur musunuz hiç, bakar mısınız nasıl yaşam kuruyor kendine, nasıl barınıyor; büyürken arkadaş, yoldaş arıyor mu yanına, yoksa kimseyi istemiyor mu? Benim farkındalık sürecim geçen yıl ilkbaharda başladı. Ege’nin otlarını görünce şöyle düşünmüştüm: “İnsan aç kalmaz, yaşamını rahatlıkla sürdürebilir bunlarla”. Bakış açım değişmeye başladı yavaş yavaş, sadece kaldırıma değil, kaldırımın kenarındaki otlara da bakmaya başladım. Bir müddet sonra da “Bu nedir?” sürecim başladı. Gittiğim bölgelerdeki bitkilerin özelliklerini öğrenmek istedim mümkün olduğunca. Bazı bitkilerin fotoğrafını çekip, kitaplardan araştırıp, adlarını öğrendim. Şaduman Karaca ile ise, karlı bir bahar gününde tanıştım. Nisan ayında İstanbul’da hava günlük güneşlikken, Sakarya Pamukova’da bitki inceleme gezisine gitmiştik. Araziye gittikten sonra karla karşılaşmak hoş bir sürpriz olmuştu bize. Ben “Bu havada nasıl bitki inceleyeceğiz, uzun mesafeleri nasıl yürüyeceğiz?” diye düşünürken O çoktan karlı yüzeyi ayıklayıp bitkilere kavuşmuştu bile. Küçük grubumuzla gün boyunca yürüdük, bitkileri fotoğrafladık, isimlerini öğrenmeye çalıştık.
Bir Adım Daha; Bitki Yetiştiriciliği Şaduman Hoca ile ikinci karşılaşmamız Mayıs ayında İstanbul’da oldu. Yeryüzü Derneği’nin katkıları ile İstanbul’da bitki yetiştiriciliğini geliştirmek amacıyla “Bütüncül Tıbbi Bitki Yetiştiriciliğine Giriş” kursu düzenlendi. Şaduman Hoca, Almanya’da doğal tıp uzmanlığı eğitimi almış, Homeopati Derneği kurucu üyesi; Türkiye’de 2006 yılından beri çeşitli seminerler düzenliyor; bugünlerde Türkiye’de bitki yetiştiriciliğinin gelişmesi için eğitimler veriyor. Bitki Yetiştiriciliği; doğayı korumak, tek tip yerine çok çeşit bitki yetiştirmek, yetiştirici ve bitki arasında doğrudan bağ kurulmasına destek olmak için önemli bir adım. Ayrıca kullanılmayan tarım arazilerinin değerlendirilmesi ve biyoçeşitliliğin artırılmasında bitki yetiştiriciliği önemli bir rol de oynayabilir. Eğitim boyunca fark ettim ki, bir bitkinin özelliği, kullanım alanları çalışılırken aynı zamanda kadim bilgilere de ulaşılıyor, yüzyıllar boyunca gelen inançlar, hikâyeler, masallar gün yüzüne çıkıyor. Arazide bir bitki görüyoruz sonra hemen aklımıza o bitki ile ilgili bir türkü geliyor, işin içinde hem sosyoloji, hem etnografya var.
Bitki yetiştiriciliği eğitiminin başlıca temaları şunlardı: -Fitoterapi nedir? -Bitki yetiştiriciliği yapılacak arazi hangi özelliklere sahip olmalıdır? -Bitki yetiştiriciliği yapmak isteyen kişinin uyması gereken kurallar nelerdir? -Tıbbi bitkiler nasıl yetiştirilmelidir? -Bütüncül Bitki Yetiştiriciliğini tercih etmemizin nedenleri nelerdir? -Bitki Yetiştiriciliğinde neler yapılmalı, neler yapılmamalıdır? Bu sorulara cevap ararken eğitimin ortalarında uygulamalı bir geziye; Düzce’nin Saz Köyü’ne gittik ki, orası beni en çok etkileyen yerlerden biri oldu. İlkbaharın gelişi, komar yapraklarının açması, yaprakların ormanın içinde pembe ile mor rengi bir karışıma bürünmeleri, kendimi masal diyarında hissetmemi sağladı. Veba otunun yaprağı şapkam, ağacın dalları asam oldu. Biraz daha dursaydım kesin orada bir masal yazmıştım ve anlatmıştım. Köyde mürver ağacının çiçeğini ve ısırgan otlarını topladık ve arazi incelemesi yaptık. İlk kez gördüğümü sandığım -belki daha önce yanından geçtim de farkında değilim- Mürver ağacına bayıldım. Eğitimimiz boyunca tıbbi bitkilerden örnekler inceledik, düğün çiçekleri, papatyalar, sinir otları, karahindibalar… İstanbul’da sınıfta yaptığımız eğitimde sabah saatlerinde Fatma Ananın Eli çiçeğini su ile dolu bir kabın içine koyduk. İlk başta gonca halinde olan çiçek, akşam saatlerine doğru tamamen açmıştı. Çöl bitkisi tabii, suyu görünce durur mu! Tıbbi Bitki Yetiştiriciliğine Giriş eğitimi dört gün sürdü ve biz dört gün boyunca slaytlar, belgeseller ve arazi gezisi ile birlikte kapsamlı bir eğitim aldık; eğitimde temel bilgilerin ardından, sırada bitki gözlemleme, hasat ve kurutma gibi işlemler var.
Gezi Parkı’nda Bitki Tanıma Kursun bitimini takip eden hafta Şaduman Hoca çok güzel bir etkinlik düzenledi. Bulutlu bir İstanbul sabahında, Gezi Parkı’nda buluştuk. Hem dünyadaki hem Türkiye’deki parklardan, parkların sahip olması gereken özelliklerden (yürüyerek ulaşılabilir konumda olması, beton kaplı olmaması -maalesef Gezi’de beton zemin ağırlıkta-) bahsettik. Parkı dolaştık, Gezi Parkı’nda ağaçlara baktık ve yine ben hepsinin ismini aklımda tutmaya çalıştım; ıhlamur, fıstık çamı, süs eriği, meşe, zakkum haricinde ismini hiç duymadıklarım (Japon Kurtbağrı, Porsuk, Huş Ağacı) ve daha niceleri…
Bitkilerin dünyası bu günlerde beni çok meraklandırıyor. Kaldırım taşları atılsa da toprağa, aradaki boşluklardan uzanarak kendini var eden bitkiler (bir slaytta gördüm, daracık alanda beton yığını arasından çıkmış, birbirine tutunmuş altı tür bitki vardı), kendi özelliğini insana aktaranlar (terleyen bir bitki olan ıhlamurun, içilince insanı da terletmesi) daha neler neler… Bitkilerin yaşam alanlarına saygı duyarak onlardan öğrenmeye çalışmak ne güzel olur. Hani “İnsan bütünün bir parçasıdır, efendisi değil” derler ya, bu söz içimde yankılanıyor sürekli. Dileğim, bitkilerle aramızdaki bağın günden güne güçlenmesi, kadim bilgilerin unutulmaması, bitkilerin şifalarının göz ardı edilmemesi. Hatta belli mi olur, bitkilerle özdeşim bile kurabiliriz. Ben gördüm; insan ile bitki arasında pek çok benzer özellik var.

About Post Author