Atık

Dön Dön Dön Durmadan Geri Dönüşüm Atölyesi

Bir performans sanatçısı mı? Seyyah mı? Geri dönüşümcü mü? Eko tasarımcı mı? Çevre eylemcisi mi? Sanatçı mı, zanaatkar mı? Yoksa çöplerden hediye üreten bir hayalperest mi? 2010 Kültür Başkenti Projeleri içinde “Dön Dön Dön Durmadan” ismiyle bir geri dönüşüm atölyesi faaliyeti sürdüren Kamile Kuzu, belki bunların hepsi veya hiçbirisi. Kesin olan, sınırları olmayan duyarlı bir yaratıcı ile karşı karşıya olduğumuz. İşte Kuzu ile sohbetimizden bize kalanlar: Dön Dön Dön Durmadan…

Söyleşi: Serpil ATA Fotoğraflar: Artür BÜYÜKTAŞÇIYAN

Çöpler: Hayal Gücünün Kanatları
Ankara’da veterinerlik okurken, bunu yapamayacağımı fark ettim; bir de İşletme okudum. Üniversite ve sonrasında İskoçya ve İngiltere’de çiftliklerde, fabrikalarda çalıştım, palyaçoluk yaptım, gemilerde garsonluk yaparak iki yıl boyunca dünyayı gezdim. Sonra Türkiye’ye dönüp sanatla ilgilenmeye karar verdim ve İstanbul’a geldim. Çünkü yıllardır sanatın pek çok farklı dalıyla ilgileniyor, resimler heykeller yapıyordum ve bu konuda hiç eğitim almamıştım. Kendime bir sürü atölye ayarladım. Kısa bir süre sonra öğrenmek istediğim şeylerin onlar olmadığını fark ettim; “olmayacak bu iş” dedim. Onun yerine Beyazıt’ta kaynak yapmasını öğrendim, akrilikle çalıştım ve elime geçirdiğim her şeyi tuval olarak kulladım. Hepimizin içinde sanat yapmak için çok büyük bir enerji olduğuna inancım arttı. Hem de çöpler, hayal gücünün tamamıyla geniş tutulabileceği bir alandı.
“Ben Anneme Çimen Götürürdüm”
Yedi sekiz ay kadar deneysel barmenlik yaptım; eski şerbetlerden, şifalı otlardan yeni şerbetler kaynatıyor, likörler hazırlıyordum. Günde 1415 saat çalışıyordum. Bir gün, dedim ki, “Ben napıyorum?” İşten ayrılıp, 2008 yılının bir sonbahar günü telefonumu kapattım, perdeleri çektim ve iki gün uyudum. Daha önce hep batıya gitmiştim, bu kez trenle doğuya gittim, Doğu Beyazıt’a. Goran isimli bir göçebeye konuk oldum, keçilerini sağdım. Çünkü doğayı hep sevdim. Küçükken, kız çocukları annelerine çiçek toplarken ben anneme çimen götürürdüm, çünkü çimenler de çok güzeldi.

“Dünya için sadece üzülmeniz bir işe yaramaz, evde oturup ağlayarak bir yere varamazsınız. Artık dünyaya karşı olan borcumu ödemem gerekiyor. İnandığım bir şeyler var ve onları gerçekleştirmek istiyorum”

Yüzüne Bir Gülümseme Kondur
Bir arkadaşıma dükkânında eşyaları toplamasına yardım ederken, saat parçalan buldum ve ilk yaptığım şey o saat parça’ Iarmdan rozetler yapmak oldu. Sonra, onlar KopArt’ta satılmaya başladı. Çok kısa bir süre sonra da tüm evimi satıp Moğolistan’a gitmeye karar verdim, öyle bir hayalim vardı, gitsem samanlarla tanışsam… Böylece evdeki her şeyimi satlığa çıkardığım ilk tezgâhım oluşmuş oldu tünelde; büyük bir tepsinin içinde işte bir bardak, iki patik, iki likör kadehi, yaptığım resimler, başka şeyler falan. Yanımdaki direğe de British Museum’dan aldığım yıllardır sakladığım küçük el ilanını astım. Gülümseyen bir kadın heykelinin üzerinde şu yazıyordu “Put a Smile on Your Face” (Yüzüne bir gülümseme kondur). Her gece üşenmeden çöpleri kurcaladım. Onları aldım, yıkadım, temizledim, sildim, parlattım, birbirine ekledim, kenarlarını kestim, zımparaladım. İşte; rozetler, takılar, küçük heykeller yaptım.

Tom Robbins’in Sıska Bacakları
Şu plakları buldum gene çöpten. Üzerine bir şey yazmak istiyordum kolajla. Bir gece çalışırken bir baktım, Dön Dön Dön Durmadan yazmışım. Hatta aynı gece yine başka bir çöpten bulduğum plastik uçağı da yapıştırdım plağın üstüne. Zaten ertesi gün onu götürüp tezgaha astım ve artık tezgahımın bir adı ve tabelası vardı. Bu ismin hikâyesi aslında New York’ta geçen bir 2004 yazma dayanıyor. Günde sadece iki saat uyuduğum, yoğun geçen günlerimde kargaşanın arasında, çok eski ve serin bir bina olan San Patrik Katedrali’ne gidiyordum sık sık. Sürekli çalan orgu dinlediğim, notlar aldığım, kafamı toparladığım dinlenme yerimdi benim. Yıllar sonra Tom Robbins’in Sıska Bacaklar diye bir kitabı çıktı ve hikâye bu katedralde geçiyordu. Katedralin önünde Dön Dön Dön Durmadan diye bir adam geliyor, 12 saat boyunca oturuyor, sonra arkasını dönüyor ve gidiyor. Kitapta hep birlikte takılan nesneler gibi karakterler var ki benim için de nesneler çok önemlidir. Böylece kısa sürede evimde bir geri dönüşüm atölyesi kurdum, arkadaşlarımdan, yardımsever güzel insanlardan topladığım malzemelerle.

Farklı Bir Pazarlama Stratejisi
Tezgâhım giderek büyüdü, boşaltmak isterken oda çöplerle oldu. İşe yaramayan her şeyi kullanıyordum. Her gün sokaktan geçenlere üşenmeden anlatıyordum. Çöplerden yapılanları görünce şaşınyorlardı. Zaten istediğim de onları şaşırtmak ve dikkatlerini çekmek; bu tüketim alışkanlıklarının dünyamıza ne kadar çok zarar verdiğini onlara anlatmaktı. Ne olur daha az tüketin diyordum, geri dönüştürün ya da daha az çöp tüketin. Dünya için sadece üzülmeniz bir işe yaramaz, evde oturup ağlayarak bir yere varamazsınız.
Derken insanlar da tezgâhıma eski eşyalarını bırakmaya başladılar. İşletme mezunu olmama rağmen farklı bir pazarlama stratejim vardı: Her şeyi ben belirliyordum. Birisi benimle aynı değerleri paylaşmıyorsa para verse de bir şey satmıyordum ama birisinin ihtiyacı varsa ona bedava veriyordum ve gülümsüyordum. Tezgâhımda eşyalar dönüyordu. Çukurcuma’daki bu küçük tezgâhta geri dönüşümden, küresel ısınmadan, çevreden bahsediliyordu. Sonra, geçen Nisan’da beklenmedik bir haberle ani bir kararla iki gün içinde evimi ihtiyacı olanlara dağıtıp İstanbul’dan ayrıldım. New York’a tasarımla uğraşan kardeşimin yanında gittim. Atölyesinde beraber vakit geçirdik, çöplerle çalıştım, metallerde kaynak yapmayı öğrendim.

Karga Düşleri…
Döndükten sonra sağlık nedenlerimden nedeniyle küçük bir tatil yaptım ormanlık bir yerde. Bir gün gezerken ormanda, karga sürüleri gördüm, takip ettim ve kendimi karga tüyleriyle dolu açıklık bir yerde buldum. Aldım, eve götürdüm. O sıralar Türkiye’ye yeni gelmiştim, gitmeden önce de her şeyi sattığımdan evim barkım yoktu. Bir taraftan da dünya ne olacak, nasıl gidecek derken, hiç uyuyamadım ve resim yapmaya başladım. İki gün hiç uyumadan o ilk resmi yaptım. O sırada bir hastalık dönemim oldu bir iki ay, yine durmadan resim yaptım. Benim yerime onlar uyuyordu. Çizimlerimin değiştiğini fark ettim, yoksa ben hep rengârengim. Ama giderek sivri şekiller ortaya çıkmaya başladı, yuvarlaklar giderek kayboldu; evler, üçgenler, kareler, küpler geldi. En sonunda yeni çizimlere ulaştım: Onların isimleri “Karga Düşleri”idi.
Bu çizimler beni iyileştirdi ve yeniden İstanbul’a döndüm, eve yerleşirken hiç bir şey satın almadım, çöplerle döşedim ve yaşadığım yeri yeniden geri dönüşüm atölyesine çevirdim.

“Bu söyleşiyi okuyan herkesin çöpe ve tüketime karşı bakış açısında minicik bir değişim olursa çok mutlu olacağım; dünya da çok mutlu olacak”

Atölye Böyle Kuruldu
Ne kadar erken yaşta bilinçlenirlerse o kadar faydalı diye çocuk ve gençlerle çalışmak istiyordum. Çünkü onlara borçluyuz, dünyayı onlara bırakacağız. Büyüklere bir şeyler yapmaktansa, çocukları etkilemek çok daha mantıklı ve ileriye dönük. Böylece, enteresan bir şekilde, 2010 Kültür Başkenti Ajansında görevlilerle tanıştım ve ilk atölyelerimi Sirkeci’deki Sepetçiler Kasn’nda yaptım. Çok sevindirici bir ilgi karşıladı beni. Böylece “Dön Dön Dön Durmadan Geri Dönüşüm Atölyesi” kurulmuş oldu. İnsanlar evlerden kendi çöplerini getiriyorlardı; delik çorap, pantolon, boş içki şişesi, sökük kazak, hani bir çöp kutusundan çıkabilecek herhangi bir şeyler. Onların üzerinde çalışıp, ya kullanılır hale getiriyorduk ya da yeni bir şeyler yapıyorduk. Çıktılarla Avrupa 2010 Kültür Başkenti’nin açılış partisi için Ghetto’da iç dekorasyon yaptık, ürettiklerimizi gelenlerle paylaştık, geri dönüşümden bahsettik.

Düş Yastıkları
Maddi açıdan zor günler geçirmeye başlayınca, tekrar üretmeye başladım. Çünkü üretmek için ona vakit ayırmak gerekiyor. Sokaklarda koşarken, birilerine mail atarken resim yapamıyorsunuz. Bezlerin üzerinde çalışmaya başladım, üç dört evli, küçük ülkecikIer, şehircikler falan kurdum, gayet eğlenceli. Onları da rozetlere çevirip, “Düş Yastıkları” ismini verdim. Rozetin farklı bir kimliği de var, sloganlar, dünya görüşleri. O anlamda takı ya da rozet yapmak daha anlamlı bana. Yoksa elbiseye giden küpe yapmak gibi bir derdim yok. Onun fizikseI değerinden ziyade insanların kalplerine bir şeyler söyIemesi önemIi.

“Ama O Benim Denizim!”
Ya insanIar daha az tüketmeIi, ya da evlerinden dışarı çıkacak olan şeylerin dertlerine tasasına düşmeliler. Bu kadar umarsız olamayız. Ya sokakta yürüyorum, insanlar denize bir şey atıyorlar. Diyorumki “Napıyorsunuz?” Arkadaşlarım “Sakin Ol!” diyor, ne sakin olacağım ya… Benim denizim o, benim denizim. Yani benim için hiç farkı yok, benim kapımın önü, benim evim. Çok iyelik ekleriyle konuşmayı da sevmiyorum aslında, bu evin de benim oIduğunu iddia edemem ama benim denizim. Yani nasıl hani birisi gelip çöpünü evine boşaltsa rahatsız olursun, o küçücük şeyin de denize atılması ki daha bir sürü şey, bu çok küçük bir örnek, beni çok rahatsız ediyor. Çünkü birilerinin sahip çıkması gerekiyor; ağzı ve dili yok ki doğanın.

“Eğer Hayallerin Varsa…”
Hiçbir zaman bu projeye ekonomik olarak yaklaşmadım; dünyanın ömrünü şu kadar saniye uzatırım diye baktım. Ama ne yazık ki çok küçük de olsa bir şekilde kiralar ödenmesi gibi maddi giderleri var insanın. İnanılmaz küçük yaşıyorum zaten. Hayatım boyunca hiç buzdolabını, çamaşır makinem olmadı. Hiçbir elektrikli eşyam, kredi kartım yok. Arkadaşlarım “Kamile nasıl yaşıyor?” diye soruyorlar. Yani çok merak edilen bir şey.
Ama bence çok da sorun değil. Eğer hayallerim varsa, projeIerim varsa, onları gerçekleştirmek için aç kalıyorsam, ki açlıktan kimse ölmüyor, eğer hayatımın belli bir bölümünü kraker yiyerek, çeşme suyu içerek geçirmem gerekiyorsa; hiç de ödenmeyecek bedeller değil bence. Çünkü önemIi oIan kaIbiniz. MutIuysan, iyi hissediyorsan, ait olduğun şeyi yapıyorsan bu hiç de sorun değil.
Zaten iki büyük hayalim var. Biri; eşyaların gerçekten döndüğü ve bir aşevinin olduğu bir mekân. İnsanların nesnelere ücretsiz ulaşabileceği, karınlarını da doyurabileceği ve karşılığında emeklerini sunabilecekleri bir şeyler yapmak. İkincisi de bir de karavan. Her gittiğim yerin çöpleriyle atölyeIer yapabileceğim Dön Dön Dön Durmadan karavanı. Hayalim temiz enerjili bir karavan olması. Güneş enerjisiyle çalışan, belki elektrikli.
Dünyanın daha barış ve sevgi dolu bir yer olmasını istiyorum. Uzun zamandır, böyle çok adil bir dağılımın da gerçekleşeceği günlerin hasretiyle yaşıyorum. Çünkü herkes tek başına dünyayı döndürebilir aslında. Yaşam da bunu yapmak istiyor zaten, sadece DÖNMEYE devam etmek.

About Post Author