Kültür

Su Akar, İnsan Ne Yapar?

Araştırmacı ve mimar Aslıhan Demirtaş’ın 26 Eylül’de açılan ve 30 Kasım’a kadar Salt Ankara Ulus’taki sergi mekanında ziyarete açık kalacak Modern Denemeler 5 – Aşı Sergisi, aşı ve barajlar metaforu aracılığıyla, insanoğlu ve kızının “Pandora’nın saçtığı kötülükleri sokmak için yaptığı kutuların tuzağına nasıl düştüğü” üzerine düşünmek için iyi bir fırsat…

Genişçe bir salonun ortasındaki Türkiye haritasının önünde durmuş düşünüyorum. O çocukluğumuzdan beri bildiğimiz ünlü dikdörtgenin dört bir yanına saplanmış aşı çubukları var. Her bir çubuk, Cumhuriyet dönemi boyunca bugüne kadar yapılmış bir su projesini veya kurulan bir barajı temsil ediyor. Yoğunlaşmaları takip ettiğiniz zaman, önünüze bir su rejimi de çıkıveriyor. Ama bu sadece bir doğal akışın, su rejiminin hikâyesi mi, yoksa bütün bir cumhuriyet projesinin doğaya bakış açısının da resmi mi?
Garanti Bankası’nın kurucusu olduğu ve düzenlediği etkinlik ve sergilerle Türkiye kültür dünyasına 2011 yılından beri önemli bir soluk getiren Salt’ın Ankara Ulus’taki sergi mekanındayız. Aşı çubuklarının sardığı Türkiye haritasının arkasındaki duvardaki LED TV’de, Türkiye’nin Barajlar Kralı Süleyman Demirel’in görüntüleri akıyor.
Araştırmacı ve mimar Aslıhan Demirtaş’ın 26 Eylül’de açılan ve 30 Kasım’a kadar ziyarete açık kalacak Modern Denemeler 5 Aşı Sergisi, çok katmanlı, her bir düzeyde farklı bakış açılarını kışkırtan gerçek bir araştırma projesi aslında. Fırat ve Dicle havzalarındaki baraj göllerinin üç boyutlu maketleri, Cumhuriyet tarihi boyunca yapılmış su projeleriyle ilgili tüm bilgileri etkileşimli veren dijital bilgi panelleri, baraj lekelerini gösteren grafik düzenlemeler ve fotoğraflarla, konunun içine akıverdiğiniz bir çalışmayla karşı karşıyasınız.
Sergiye ismini veren aşı metaforu, bizi doğrudan bir doğaya bakış tartışmasının içine de sokabiliyor, cumhuriyet modernleşmesinin olanak ve açmazlarına da. Bildiğimiz gibi, aşı, bir anaç bitkiden bir başka bitkinin dallarını kullanarak farklı bir tür ürün elde etmek için kullanılan oldukça eski bir ziraat yöntemi. Aşılamanın temel sebebi ise, varolan bitkiden çok daha verimli ve başarılı bir başka ürün elde etmek. Michael Pollan’ın unutulmaz eseri Arzunun Botaniği kitabının özellikle “elma” bölümünde anlatıldığı üzere, bir bitkinin tohumundan, onun vereceğinden daha başarılı ürün elde etmek üzere, insanlık tarihinin oldukça eski aşamalarından beri bu yöntem kullanılıyor. Özellikle de elma gibi, kendi tohumundan kendi formunun aynısı ürünler elde etmeye karşı dirençli, inatçı bitkilerde.

Su Akar, İnsan Ne Yapar?
Sergideki resimlerde, uçsuz bucaksız Anadolu bozkırının kıyısında oluşturulmuş yapay göletlerin, barajların önünde, en güzel giysileriyle resim çektiren cumhuriyet yurttaşlarının yüzlerine bakıyorum. Aslıhan Demirtaş’ın da anlattığı üzere, Atatürk Orman çiftliğinde kurulan sulama amaçlı rezervuarlar (Karadeniz ve Marmara Denizi isimlerini taşımaları manidar değil mi?) ve Ankara’nın içme suyu temini için yapılan Çubuk Barajı (“Ankara’nın Boğaziçi”si olarak biliniyormuş o dönemde), Cumhuriyet’in ilk hidrolik altyapı tesisleri olarak kabul ediliyor. Sonrasındaysa bu çaba tüm Anadolu’ya yayılmış. Sulama tesisleri, adeta modernleşme projesinin taşıyıcısına dönüşmüş. Serginin başlığı da buradan geliyor zaten: Aşı. Gelişmemiş, neredeyse uygarlık dışı olarak görülen bir salt doğaya iliştirilmiş modernizasyon aşıları. İnsan eliyle oluşturulmuş bir kültivasyan olarak doğa.

Bugün Türkiye’nin üzerinde 700’ün üzerinde baraj gölü bulunduğu biliniyor. Son dönemde sayıları gerçekten inanılmaz bir biçimde artan HES projeleri ise, belki de aynı zihinsel tasavvurun ürünü. Dereler üzerine kurulu elektrik santrallerinden elde edilecek enerji, toplam enerji ihtiyacı ve üretimi içinde ise neredeyse devede kulak. Ancak HES’ler konusunda kimi zaman en üst düzeyde dile getirilen, “Su akar, Türk bakar anlayışını kıracağız” söylemi bile, bu konudaki bilinçaltını açık ediyor.
Doğal su rejimlerine müdahale tabii ki sadece Türkiye’nin ya da Türkiye modernleşmesinin sorunu değil. Amerika’dan tutun tüm gelişmekte olan dünyaya uzanın, çeşitli düzey ve biçimlerde genel olarak vahşi doğaya, özel olarak da su rejimlerine müdahale neredeyse bir genel kural halinde. Doğaya bir çeki düzen verme, onu zapturapt altına alma, kültive etme, uygarlaştırma çalışması…
O halde bu bakışın arkasında aslında, bizim EKOIQ’da sıklıkla vurguladığımız “modernizasyon” anlayışı ve açmazları olduğunu söylemek lazım. Yüzbinlerce yıldır kendi kendine akan bir sudan huzur değil de, rahatsızlık duymak başka hangi bakış açısının ürünü olabilir ki!

Kendi Kazdığı Kuyuya Düşmek 
Peki, bu aşılar ne kadar tutmuş? Ya da neyin bedeli olarak? İnsanoğlu ve kızı zapturapt altına aldığı ya da aldığını sandığı doğadan nasıl bir yanıt alıyor, alacak? Bu, biraz önce de belirttiğimiz gibi, sadece Türkiye’de değil, dünyada da uzun bir zamandır tartışılan, düşünülen bir konu. İklim değişikliği başlığıyla ele alınan büyük sorunun kaynağında da bu sorun yatmıyor mu? Endüstri devrimiyle birlikte sadece, gezegenin can damarları olan su akışlarını değil, biyoçeşitliliği, toprağı ve evet, atmosferin doğal yapısını da değiştiren insani pratikler, bugün bu soruya çok başka bir düzlemde yanıt vermeye çalışıyor. Sanayi öncesi doğanın dengelerine tekrar dönmek için tüm etkinliklerini tekrar gözden geçiriyor. Yapılan barajların, biyoçeşitliliğe olan etkisi, bunlardan sadece birisi. Ancak suyu, doğanın bildiği yolların dışına çıkarmanın, mikro klimayı bile değiştirdiği ve bu etkilerin geri dönüşsüz flora ve fauna kaybına neden olabildiği, gün gibi ortada.
Modern Denemeler 5: Aşı sergisi, işte tüm bunlar üzerine düşünmek için çok önemli fırsatlar sunan bir çalışma. Sergi girişinde, sanayi toplumunun önemli eleştirmenlerinden ve yeşil düşüncenin önemli isimlerinden Ivan Illich’in H2O’su ile kendini suları -ve ilginçtir Türkiye’deki daha birçok akışı- zaptetmeye adamış Barajlar Kralı Süleyman Demirel’in kitabını yan yana görmek bile, insanı şaşırtmaya ve düşünmeye yetiyor.
Şimdiye kadar Demirel ve tüm dünyadaki muadilleri çok konuştular, eylediler ve sonuç ortada. Ama şimdi son sözü Ivan Illich’a vermenin zamanı çoktan geldi galiba:
“İnsan bir kurumun kendisine veremeyeceği hiç bir şeyi düşleyemediği için her şeyi isteyerek boş bir güç geliştirmiştir. Çevresindeki süper güçlü araçlarla insan, araçlarının aracı durumuna gelmiştir. O en eski günahları kovmak için kurulan kurumların her biri kaçınılmaz olarak, kendi kendine kapanan bir tabut halini almıştır. İnsanoğlu, Pandora’nın saçtığı kötülükleri sokmak için yaptığı kutuların tuzağına düşerek kendisi o kutuların içinde kalmıştır. Bu araçların çıkardığı tozdan dumandan ferman okunmamaktadır. Ava giderken avlanmak, kendi kazdığı kuyuya kendi düşmek diye buna denir” (Okulsuz Toplum, 1971).

Barış Doğru
Fotoğraflar: Cemil Batur Yüceer

About Post Author