YAZI: Sibel BÜLAY, sibel.bulay@gmail.com
18 Mart’ta Kadıköy Belediyesi ve ICLEI (Sürdürülebilirlik için Yerel Yönetimler) Uluslararası Sürdürülebilir Kentler Zirvesi için ev sahipliği yaptı. Türk belediyelerinin yanı sıra Almanya, İsveç, Finlandiya ve ABD belediyelerinin de katıldıkları toplantıya Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği’nin kuruluşlarından da katılım oldu.
Zirve Programı dört oturumdan oluştu: Yeşil Şehir Finansmanı, Başkanlar Oturumu, Döngüsel Yaşam: Kültür ve Doğa, Avrupa ve Küresel Girişimlerin Yerelleştirilmesi. Basın bildirisinde belirtildiği üzere, “Zirve Programı ile sürdürülebilirlik, iklim krizi, kültür gibi konularda deneyimlerin paylaşılması, ICLEI ağı içinde küresel işbirliği fırsatları yaratılması ve küresel finansal kaynaklara erişim konuları” tartışıldı.
Zirve’nin sonunda belediye başkanları beş maddelik “ICLEI Kadıköy Bildirgesi 2022: Krizler Çağında Sürdürülebilir Bir Kentsel Dünya İçin Köprüler Kurmak” bildirgesini imzaladı. (Yazımda, Zirve’de özellikle dikkatimi çeken konuşmalardan bölümler yer alıyor. Zirve’nin tümünü izlemek isteyen okuyucularımız ilgili kayda Kadıköy Belediyesi’nin YouTube kanalından ulaşabilir)
Yeşil Şehir Finansmanı
Zirvenin en “hot” konusunun bu oturumda ele alındığını söyleyebilirim. Mannheim Belediye Başkanı Peter Korz’un söylediği ve tüm belediye başkanlarının katıldıkları bir gerçek var: Yeşil Şehir Eylem Planları’nı ve Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ni hayata geçirmek ve iklim krizi ile mücadele etmek için “daha önce hiç olmadığı kadar paraya ihtiyacımız olacak.”
Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) Başkan Vekili Şule Kılıç, EBRD’nin 38 ülkede ofisleri olduğunu; 2009’da kurulmuş olmasına karşın banka faaliyetlerinin %50’sinin Türkiye Ofisi’nde gerçekleştiğini ve Türkiye’ye 16 milyar euroluk yatırım yapıldığını anlattı: “EBRD’nin 2019-2023 Stratejisi dört ana tema üzerine kurulu: Yeşil Dünya, Kapsayıcılık, İnovasyon ve Teknoloji, Sermaye Piyasalarının Geliştirilmesi. Yeşil konusunda belediyeler özellikle öne çıkıyor çünkü seragazı salımları, enerji tüketimi ve GSYİH’in en büyük payı şehirlerden kaynaklanıyor. Nüfusun çoğunluğunun şehirlerde yaşadığı göz önüne alındığında insanlarımıza daha iyi, daha kaliteli yaşama ortamları sağlamak konusunda ne yazık ki belediyelere çok büyük görevler düşüyor. İlk zamanlarda gelişigüzel projelere destek verilirken 2019’da 2 milyar euroluk yatırımın 1 milyar eurodan fazlası yalnızca yeşil projelere sağlandı. ICLEI tarafından belediyelerin üzerinde çalışması gereken hedeflerin belirlenmesiyle, EBRD ‘Yeşil Şehirler’ programını başlattı. Türkiye’den İzmir, İstanbul ve Gaziantep ‘Yeşil Şehir’ programına dahil oldu. Hibe fonlar ve danışmanlık hizmetinin sağlandığı bu program çerçevesinde bu kentler ‘Yeşil Şehir Eylem Planları’nı oluşturdular.”
Avrupa Yatırım Bankası (EIB) Temsilcilik Başkanı Umberto Del Punta, EIB’nin Türkiye ile 60 yıllık bir geçmişi olduğunu fakat 2019’da Avrupa Birliği Konseyi’nin kararıyla Türkiye’ye kredi vermeyi durdurduğunu anlattı. Yanı sıra bu durumun yakında değişeceğine inandığını da vurguladı.
Fransız Kalkınma Ajansı’nın (AFD) Direktörü Tanguy Denieul, Türkiye Ofisi’nin 2005’te açıldığını anlattı. AFD yeşil ve kapsayıcı büyüme konularında Türkiye’de 50 projeye 3 milyar euroluk kredi ve hibe şeklinde yatırım yapmış. Denieul, “Şehirlerin finansman kaynaklarını çeşitlendirmesi çok önemli. 100 milyon euro gibi büyük meblağlar sağladığımız için büyükşehirlere odaklanıyoruz. Daha küçük şehirlerin kamu veya özel bankalardan kredi sağlamasını öneriyoruz. Yeni finansal kaynaklar geliştirilmeli. İklim mücadelesinde düşük karbon projelerine finansman için yeşil tahviller geliştirildi. İhtiyaç çok büyük ve büyüyor; bu nedenle her tür finansal araç göz önünde bulundurulmalı” mesajını verdi.
Dünya Bankası’na bağlı Uluslararası Finans Kurumu (IFC) Küresel Şehirler Girişimi adı altında altyapı yatırımları için sermaye piyasalarına giriş sağlıyor. IFC Şehirler Programı Türkiye Lideri Ozan Başer IFC olarak geniş bir portföy üzerinde çalıştıklarını, kredi sağlamanın yanı sıra danışmanlık hizmeti de verdiklerini anlattı. Belediye borçlarının büyük çoğunluğu yabancı para cinsinden ama gelirlerin Türk Lirası cinsinden olması büyük finansal risklerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Başer, belediyeler üzerindeki finansal yükü hafifletmek için önerilerde bulunarak şunları söyledi: “Kamu-özel işbirliklerini aktif olarak kullanmalıyız. Sermaye piyasalarını özellikle Türk Lirası cinsinden ürünlerle daha aktif kulanarak ve bunları yeşil finansman ürünleri ve uzun vadeli Türk Lirası kaynaklarıyla bir araya getirebilirsek o zaman başarıya ulaşacağımızı düşünüyorum.” Dünya Bankası ve Dünya Bankası kuruluşu olan IFC; belediyelere kredi sağlıyor. Bu iki kuruluş arasındaki farkı Başer şu şekilde açıkladı: “IFC olarak ticari kredilerle hükümet garantisi olmadan projelerimizi gerçekleştiriyoruz. Dünya Bankası olarak ise İller Bankası aracılığıyla hazine garantili projelerle henüz kendi imkanlarıyla uzun vadeli ticari kredilere erişemeyen belediyelere destek olmaya çalışıyoruz.”
Başkanlar Paneli
Mannheim Belediye Başkanı, Korz, konuşmasına Ukrayna’daki savaşa ve barışın önemine vurgu yaparak başladı: “Barış olmazsa Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ni gerçekleştirmekten söz edemeyiz. Willy Brandt ‘Barış her şey değil. Amabarışın olmadığı yerde her şey hiçtir’, Immanuel Kant ise ‘Barışı demokrasiler korur’ demişti. Otokrasiler, Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ne ulaşmak için bir tehdittir. Demokrasi ve katılım itici güçlerdir. Yeterli değiller ama vazgeçilmezler. Kentsel yoksullukla mücadele, eşitlik, eğitim, cinsiyet eşitliği ve insana yakışır iş, demokrasi ve katılım olmadan hayal edilemez. Belediyeler bu sorunları tek başına çözemez. Halkın ve sivil toplumun katılımı şart. Bilim insanlarının ve özelsektörün desteği gerekli. Şehirlerin birbirlerini desteklemelerine, ortak çalışmalara ihtiyacı var.”
Bozkurt, Denizli’ye bağlı 12.500 nüfuslu bir ilçe ve belediye başkanı Birsen Çelik’in Bozkurt’taki çalışmaları sürdürülebilirliğin her yerde gerçekleştirilebileceğini kanıtlıyor. Başkan Birsen Çelik, makro ölçekli sorunların mikro ölçekli olarak Bozkurt’ta da yaşandığına dikkat çekerek şu şekilde konuştu: “Sürdürülebilirlik, enerji, elektrik bizim için çok önemliydi. 2015 yılında küçük bir belediye olmamıza karşın 20.000 metrekarelik alanda 1 MW’lık güneş enerjisi santralını hayata geçirdik. Bu sene itibarıyla 1,5 MW’a çıkarıldı. Bu yıl 60.000 metre karelik alanda 2,5 MW’lık güneş enerjisi santralımızın projesi tamamlandı; bağlantı anlaşması bitti. İnşallah bu yılın sonunda finansı da çözecek olursak yol alırız, diye düşünüyorum. 1 MW’lık santralımızla 875 hanenin bir yıllık elektrik giderini karşılıyorduk. Projemizin sonunda sayı 2560 haneye ulaşacak ve bu bizim için sevindirici bir rakam. Çevreciyiz tabii ki. Sürdürülebilir bir kalkınma modeli izliyoruz. Karbon salımını önemsiyoruz çünkü bizler yerel yöneticileriz. Aldığımız bu toprakları torunlarımıza alnımızın akıyla bırakmamız gerekiyor. O nedenle bütün çabalarımız hem bugünle hem gelecekle ilgili.”
Türkiye’de en çok konuşulan konunun elektrik parası olduğunu belirten Çelik, “Elektriğin %100 artmasıyla bir şeyler yapmalıydık. Madem biz enerjide kendimizi öne sürüyorduk, belediye olarak da bir şeyler yapmalıydık. Çatısına güneş enerjisi sistemi kurmak isteyen vatandaşlarımızın önünü açabilmek için Belediye Meclisi kararı aldık. İki hafta önce de bir genelgeyle yenilenebilir enerjiyle ilgili finansın biraz daha erişilebilir bir düzeye indiğini gördük. Ve bir finans şirketiyle 36 ay vadeli, çok düşük faizli kredi için sözleşme imzalandı. Enerji verimliliğini artıracak tüm projeleri onayladık. Enerji konusunda farkındalığı artırmak için enerji festivali düzenledik” dedi.
Çelik sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Biz aynı zamanda tarım memleketiyiz. Tarımsal girdilerde en fazla kalem, tarımsal sulama kooperatiflerinin elektrik girdisiydi. Bunu çözmemiz lazımdı. Belediye, sulama kooperatiflerini finans kuruluşlarıyla buluşturdu ve sulamada enerji giderlerini minimale indirmek için fotovoltaik sistemlerin kurulmasına başlandı”.
42.000 hektar arazinin 16.000 hektarının tarım arazisi olduğunu söyleyen Çelik, “Bunları değerlendirmem lazım. 1,5 milyon metrekare araziyi gerek tahsis gerek kiralama gerek satın alarak şu anda tarıma açtım. Beş yıldır (ata tohumlarıyla) yoğun bir şekilde tarım yapıyorum. 5000 de cevizim var ve ürün vermeye başladı. Bunu çok güzel, kolektif bir anlayışla yapıyorum. Örneğin, Başçeşme köyünde 2000 ceviz ağacım var. Cevizleri topluyorum ve ihaleyle satıyorum. Alıyorum parayı, muhtarımla beraber köylüye diyorum ki ‘Bu para sizin arkadaşlar. Gelin bu parayı Başçeşme için nasıl kullanabiliriz, bunu konuşalım.’ Orada ortak bir karar çıkıyor ve bu sayede oradaki ceviz bahçesinin korunmasını sağlıyorum. Yani çalışıyorum, üretiyorum; ürettiğimi paylaşıyorum Bozkurt’ta” dedi.
Susuzluğun çok büyük bir sorun olduğunu ve Bozkurt’ta altı yıldır çimen ekilmediğini anlatan Çelik konuşmasını şu şekilde noktaladı: “Belediye susuzluğa dayanıklı alternatif bitkilere yöneldi. Çocuk bahçelerine, meyve ağaçları dikiliyor. İstiyorum ki çocuk, kaydıraktan kaydıktan sonra elmayı koparsın. O elma ağacına bakmayı öğrensin. Gül, çiçek: Bıraktık. Artık meyve ağaçlarına, ıhlamur ağaçlarına döndük. 1,5 milyon metrekarede tıbbi aromatik bitkiler üretiyorum. Ata tohumlarından buğday üretiyorum. Nohut üretiyorum. Kekik, lavanta üretiyorum. Ve bunları kadın kooperatifimle üretime sunuyorum. Biz dertlere derman olmaya geldik.”
Döngüsel Yaşam: Kültür, Doğa
İnsanların esenliğine, yaşamlarını iyileştirmeye yönelik çözümlerin yerel yönetimlerden geldiğini vurgulayan UNDP Türkiye Mukim Temsilcisi Louisa Vinton konuşmasında, “Sürdürülebilirlik gibi, doğayı korumak gibi sorunları çözmeye yönelik ivmeyi daha çok yerelde görüyoruz. Yerelin aynı zamanda merkezi hükümetleri de daha hızlı değişmeye teşvik ettiklerini görüyoruz” dedi.
Vinton sözlerine şöyle devam etti: “UNDP olarak hayatı yaşamaya değer kılanların neler olduğu konusunda çokça düşünüyoruz. İnsanların refahına katkıda bulunan nedir? İnsan refahı, kişi başına düşen GSYİH gibi bir mali ölçüye indirgenemez. Bu nedenle UNDP İnsani Gelişme Endeksi oluşturuldu. GSYİH’nin yanı sıra sağlık, uzun ömür ve eğitimle ilgili göstergeleri ekledik. Ayrıca çevre sağlığını da ekledik çünkü sağlıklı olmayan bir gezegende insanların refahından söz etmek olanaksız.” UNDP için önceliğin bütüncül bir refah modeli oluşturmak olduğunu belirten Louisa Vinton, “Geçmişe baktığımızda, zengin ülkelerin çevreyi ne kadar tahrip ettiğini görüyoruz. Bu nedenle yeni bir refah modeli oluştururken bunu doğal kaynak tahribatından ayırmanın önemini vurguluyoruz” dedi. Vinton konuşmasında, dört temel konuya vurgu yaptı:
- Doğaya olan saygımızı ve doğanın bir parçası olduğumuz bilincini geri kazanmalıyız. Doğaya tabi olduğumuzu, doğanın efendileri olmadığımızı anlamalıyız. Bu da sorunlar karşısında doğa temelli çözümler uygulamayı gerektiriyor. Örneğin sele karşı kocaman koruyucu beton yapılar inşa etmek yerine sulak alanları ve taşkın ovalarını restore etmek gerek.
- Bilime saygıyı yeniden tesis etmeliyiz. Pandemide halk arasında cahil olmanın kabul edilir bir durum olduğunu gördük. Bilimin yerini sosyal medyanın aldığını gördük. Çocuklarda eğitime saygının gelişmesini sağlamalıyız.
- Geçmişe saygıyı yeniden tesis etmeliyiz. Ortak yaşam fikrine hayat veren bir şehrin kültürel merkezinin bulunması önemli.
- Birbirimize ve farklılıklara saygının ve kapsayıcılığın önemini vurgulamalıyız.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Danışmanı Güven Eken konuşmasına şu sözlerle başladı: “Bizim, kalkınmacı ideolojimiz dışında yeryüzündeki, evrendeki her şey döngüsel: Su, rüzgar, toprak, ışık, hayvanlar… Hayat da öyle: Doğuyoruz, ölüyoruz. Gezegenler de öyle, maddenin kendisi de. Sadece bu yüzyılın bir kısmının ve bir bölgede yaşayan insanların zihin yapısı döngüsel değil. Bizim ürettiğimiz entelektüel birikim, evrenin ürettiği birikimin sadece 1 saniyesi olan o birikim, arkasına dönüp bakmadan koşturan ilerlemeden bahsediyor ve buna inanıyor. Gelişmeden. Bu sadece bir inanç ve gerçekçi değil. Gerçek olansa her şeyin döngüsel olduğu… Kendimizi değiştirmek, insanlığın içinden geçtiği iklim krizini değiştirmek için ortaya konacak modelin muhakkak döngüsel olması gerekiyor. İnsanın kendi bedeni döngüsel iken zihninin ilerlemeci olması oldukça şizofrenik bir durum. Bedenimiz döngüsel şekilde var ama zihnimiz son derece düşük ve kapalı kutularda yaşamaya alışmış.”
Döngüsel şehirlerin ve döngüsel ekonominin olmazsa olmazlığına vurgu yapan Eken, döngüsel kültür teriminin yeryüzündeki yaşamı korumak için ortaya atılmış bir kavram olduğunu söyledi. Eken şu şekilde konuştu: “Şehirlerin şu anki var oluşu, bulundukları kırsal alana sırtını dönmüş. Onunla fiziksel, düşünsel, ekonomik, sosyal bağ kurmayan; kendi içinde kültürü üreten, kendi içinde düşünen, kendi içinde ilişkiler kuran kapalı yapılara dönüşmüş şehirler. Dolayısıyla bu kapalı yapıyı, içine kapanmış yapıyı yeniden nefes alıp veren bir yapıya dönüştürmek gerekiyor. Şehirler doğaya küsmüş, doğa da şehirlerden çıkmış. Ne yapacağız? Yeniden doğayı şehirlerin içine getirmek gerekiyor. İnsanları da yeniden, şehirde yaşıyor olmalarına karşın doğayla bağ kurabilen, uyumlu yaşayabilen varlıklar haline getirebilmek lazım.
Geleceğin şehirleri doğayla uyumlanmış şehirler olacak ve doğayla arasındaki duvarları, -bunlar İstanbul’un surları gibi fiziki duvarlar değil- zihinsel, kültürel ve ekonomik duvarları, ortadan kaldıracaklar. Ne çözüm geliyorsa duvarları ortadan kaldırmış şehirlerin birbirleriyle arasındaki ilişkilerden gelecek. İnsanlık sadece teknolojiyi, enerjiyi yeşillendirerek ve organik beslenerek bu büyük krizin altından kalkacak. İnsanlığın doğaya topyekun bağlanan yeni siyasetler, yeni teoriler, yeni bilimsel perspektifler üretmesi lazım.”
En büyük hayallerinden birinin anaokullarına ekoloji dersinin konması olduğu söyleyen yazar Buket Uzuner, “Ekoloji tabiat sevgisi demektir. Tabiatın nasıl işlediğini anlamaktır. Çocuklara ağaçların da canlı olduğunu öğretirseniz onlar büyüyüp siyasete girdiklerinde zeytin ağaçlarını kesmeyi amaç edinmezler. Mitolojiler tekrar gündemde… Animist inançlarda, tek tanrılı inançlardan önce, şaman olsun pagan olsun, hepsinin tabiatla çok güzel ilişkisi vardı. Bu ilişki tabiatın efendisi olmama temeline bağlı. Onlar insanın tabiatın bir parçası olduğuna inanan nenelerimiz, dedelerimiz. Çevre biliminin söylediği gibi sade yaşamak onların bildiği. Bugün yazı, sanat, bilim gibi çok önemli buluşları yaratan insan zihni maalesef eskiden öğrendiği, bildiği şeyleri unutmuştur. Bugün edebiyat ve sanatın en önemli rolü insana bunu hatırlatmasıdır.
Bizler devr-i daim denen bir kavramın çocuklarıyız. Bu sadece Alevi, Bektaşi, Sufi geleneğinden gelen bir şey değil. Bu ülkede sürdürülebilirlik binlerce yıl öncesine dayanan, devr-i daim diye bahsedilen döngüselliktir. Ölen insanların arkasından ‘Devr-i daim olsun’ derken o insanın toprakta yeniden bir ağaçta ya da başka bir canlıda devam edeceği, mitolojimizde hayat ağacına bağlanacağı ifade edilir. Uyum içinde yaşamamız gerektiğini şifacı ninelerin anlattıklarından biliyoruz” şeklinde konuştu.
Avrupa ve Küresel Girişimlerin Yerelleştirimesi
Uluslararası girişimleri neden yerelleştirme ihtiyacı var? Bu soruya en net cevabı Mannheim Belediye Başkanı Peter Kurz verdi: “Küresel gündemler, yerel kalkınma için çerçeve sağlıyor. Yerel eylemler, aşağıdan yukarıya eylemler yoluyla küresel gündemlerin uygulanmasına katkıda bulunuyor. İklim azaltım ve uyum önlemlerinin %70’inin yerel yönetimler tarafından hayata geçirilmesi gerekiyor. Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nin de %65’i yine yerel girişimler sayesinde gerçekleşecek.”
Zirvenin sonunda imzalanan beş maddelik ICLEI Kadıköy Bildirgesi 2022’nin üç maddesi Türkiye kentlerine uluslararası çalışmalara katılım çağrısı içeriyordu: 3.Türkiye kentlerinin Avrupa ve küresel sürdürülebilirlik hedeflerine ve girişimlerine katılması, 4.Türkiye’nin ötesine geçmeleri, 5.Türkiye kentlerinin uluslararası görüşmelere aktif katılımı.
Bu konu benim de dikkatimi çekmişti. Yurtdışında katıldığım toplantılarda ağırlıklı olarak İzmir, Gaziantep ve Konya’dan katılım (Yeni yeni de İstanbul’dan) oluyor. Bu toplantıda da vurgulandı: İnsanlık iklim ve sürdürülebilirlik krizleriyle karşı karşıya. Nüfusun çoğunluğu kentlerde yaşadığından en etkin mücadele kentlerde gerçekleşecek. Fakat sorunlar çok büyük ve çoğu kentin yerel kapasitesini aşıyor. Çözümler de büyük yatırımlar gerektiriyor ve yerel yönetimlerin bütçelerini aşıyor. Bu nedenle şehirlerin bir araya gelerek ortak sorunlar üzerinde çalışmaları, ‘lessons learned’ paylaşımları çok önemli. Kartal Belediye Başkanı Gökhan Yüksel’e göre, “Dünyadaki sürdürülebilir kent örneklerini görmek bize güç katıyor.” Bildirge de bu örnekleri yalnızca görmek değil, Türkiye kentlerini uluslararası çalışmalara katılmaya, örneklerin geliştirilmesine ve paylaşımına katkı vermeye çağırıyor. Kentlerarası işbirliği olmadan bu sorunların üstesinden gelemeyiz.