İnsanlığın geleceği için yeşil ve döngüsel bir ekonominin yarattığı; daha adil, fırsat eşitliğinin daha yüksek olduğu, dezavantajların azaldığı sürdürülebilir bir sistem gerekiyor.
YAZI: Emine Erdem, KAGİDER Yönetim Kurulu Başkanı
Kasım ayında Mısır’da yapılacak COP27 toplantısı yaklaşırken dünyamız zor bir süreçten geçiyor. İklim değişikliğine karşı karbon emisyonlarını azaltım çabaları yetersiz düzeyde sürerken jeopolitik çatışmalar ve sosyoekonomik dengesizlikler süreci iyice zorlaştırıyor. İnsanlığın önündeki ağır sorunları çözmenin yolu ise adil, sürdürülebilir, döngüsel, yeşil bir ekonominin tüm ülkelerde kök salmasından geçiyor. Bugün ana akım iktisat teorisi insan refahının maddi refaha dayandığını, bunun da ekonomik büyümeye bağlı olduğunu savunuyor.
Ekonomik büyümenin, kişi başına düşen milli geliri yükselteceği ve bununla birlikte insanların daha fazla tüketimde bulunarak kişisel refahlarını artıracakları varsayılıyor. Ekonomik büyümenin en önemli şartı olarak kabul edilen fiziki sermaye yatırımlarındaki artışın genel olarak üretimdeki artışı tetikleyeceği, bunun sonucunda üretime katılanların üretimden elde ettiği gelirin artacağı, artan gelirin hem ülke milli gelirini hem de kişisel refah seviyesini yükselteceği kabul ediliyor.
Bu Model Artık Eleştiriliyor
Ancak madalyonun bir de öteki yüzü var: İktisadi büyüme odaklı politikaların çevre ve toplum üzerindeki yıkıcı etkisini özellikle 1970’li yıllardan itibaren daha derinden hissetmeye başladık. Bunun sonucunda klasik büyüme ve kalkınma politikaları sorgulanır hale geldi. Sürdürülebilir kalkınma ve onun günümüzdeki tamamlayıcı kavramı olarak kabul edilen yeşil ekonomi modeli; dünya ekonomisinin içine düştüğü ekonomik, toplumsal ve ekolojik krizden çıkış için ve gelecekte daha güvenli bir yaşamın sürdürülebilmesi için ortaya atılmış, önce akademik düzeyde yaygın olarak tartışılan sonra da gündelik yaşamda kendi pratiklerini üretmeye başlamış iki temel kavram. Bu iki kavram birbirinin yerine ikame edilebilecek rakip kavramlar değil. Yeşil ekonomi sürdürülebilir bir yaşamın ve büyüme-kalkınma süreçlerinin ekonomik, toplumsal ve ekolojik anlamda tamamlayıcısı konumunda.
Türkiye Döngüsel, Yeşil Ekonomiye Geçmek Zorunda
Türkiye’nin bu alanda atması gereken adımlar var. Öncelikle emisyon azaltımı konusunda güçlü bir taahhütte bulunmalı. Ağustos ayı sonunda bir araya gelen ve aralarında WWF-Türkiye ve Greenpeace gibi kuruluşların da yer aldığı 12 STK, Hükümet’e çağrıda bulunarak 2030 yılına kadar en az %35 emisyon azaltımı gerçekleştirilmesini istediler. Bu doğrultuda yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı bir enerji sektörü, elektrikli araçların yaygınlaştırılması, demiryolu yatırımlarının artması gibi önerilerde bulundular. Bunların dikkate alınmasında ve üzerinde düşünülmesinde elbette büyük yarar bulunuyor.
Ayrıca ülkemizde seragazı emisyonlarının azaltımı ve yeşil ekonominin gelişmesi için önemli nedenler bulunuyor ve bunların başında Avrupa Birliği’nin (AB) politikaları yer alıyor. Avrupa Komisyonu tarafından 2019 yılı sonunda ortaya konulan Avrupa Yeşil Mutabakatı, Avrupa’nın 2050 yılına kadar karbondan arındırılmasını amaçlıyor ve bu amaca ulaşmak için ekonomide köklü bir dönüşü mü öngörüyor.
Yeşil Mutabakat’ın önemli unsurları olan “Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması” ve “Döngüsel Ekonomi” uygulamaları ile AB, ilişkisinin bulunduğu ülkeleri de kendi gibi “yeşil dönüşü me” itmeyi amaçlıyor.
Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması kapsamında AB’den daha düşük çevre standartlarına sahip ülkelerden çelik, çimento ve gübregibi karbon yoğun sektörlerde ithalata bir vergi uygulanacak. Bu dönüşü mün Türkiye’ye de ciddi bir maliyeti olacak. Ancak ülkemiz yeşil dönüşümü başarıyla tamamlarsa verim yükselecek, kaynaklar çok daha etkin kullanılabilecek, AB’nin ticaret ortakları arasındaki rekabette öne çıkma olanağı bulacak ve daha fazla yatırım çekecek.
Sürdürülebilirliğin Temelinde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Var
İnsanlığın geleceği için yeşil ve döngüsel bir ekonominin yarattığı; daha adil, fırsat eşitliğinin daha yüksek olduğu, dezavantajların azaldığı sürdürülebilir bir sistem gerekiyor. Sürdürülebilir sistemin anahtarı ise toplumsal cinsiyet eşitliğidir, kadınların sürece tam katılımını sağlamaktır. Kadınların toplum içindeki konumu, ülkeler için gelişmişlik düzeyi göstergesidir. Ulusların ve ekonomilerinin gelişmişlik düzeyleri kadınların omuzları üzerinde yükselir. Bu nedenle istihdamdan sosyal hayata, girişimcilikten siyasal temsile kadınların katılım oranı günümüzde artık yalnızca bir istatistik başlığı değil, geleceğimiz için hayati bir konu. Kadınların ekonomiye katılımı sürdürülebilir kalkınmayı hızlandırır, yoksulluğun üstesinden gelmeye yardımcı olur,eşitsizlikleri azaltır; bu faktörler de toplumda ve küresel ekonomik büyümede çarpan etkisi yaratır. Kadınların doğru politikaları uygulama ve dönüşüme uyum sağlama konusunda açık olmalarının da iş dünyasına etkilerinin çok büyük olacağı açık.
KAGİDER Yeşil Ekonomiyi Destekliyor
KAGİDER olarak kurulduğumuz günden bu yana 20 yıldır iş dünyasında ve toplumumuzda cinsiyet eşitliğine dayalı bir kültür geliştirmek, kadın girişimciliğini yaygınlaştırmak, kadın girişimcilerin bilgiye ve pazara erişimini kolaylaştırmak, onlara ilham alacakları rol modeller sunmak ve cesaret vermek için pek çok çalışma yaptık; yapmaya devam edeceğiz. Kadın girişimciler için fırsat eşitliği yaratırken bir yandan da yeşil ekonomiyi kadınlarla büyütmek için çalışıyoruz. Bu bağlamda iş süreçlerinde yeşil düşünen kadın girişimcileri görünür kılmak, taçlandırmak hedefiyle Yuvam Dünya Derneği işbirliğinde düzenlediğimiz “Yeşil İş Ödülleri”nden olumlu sonuçlar alıyoruz. Ödüle başvuran, finale kalan ve ödül alan her bir kadın girişimcinin duyarlılıkları ülkemizin ve dünyamızın geleceği için umudumuzu güçlendiriyor.
Türkiye sürdürülebilir, adil ve yeşil bir ekonomiye geçişi gerçekleştirecek potansiyele sahip. Ve KAGİDER bu potansiyelin hayata geçmesini desteklemeye devam edecek.