#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

İklim Adaletsizliği ve Büyüme Yanılsamasının Laneti

Yoksullaştıran büyüme ve yanıltıcı büyümenin birleşimi, küresel gelir yakınsaması ve sürdürülebilir kalkınma için en önemli engel. Durmak bilmeyen bir büyüme arayışı, doğal sermayenin hızla tükenmesinin ve tropik yağmur ormanlarında yılda 10 milyon hektara yakın alanın yok olmasının sorumlusu.

Yazı: Hippolyte FOFACK

Çeviri: S. Sena AKKOÇ

Gelişmiş ekonomiler, endüstrilerini geliştirme ve ekonomik büyüme konusunda uzun zaman boyunca gelişmekte olan ülkelerin hammaddelerine ve doğal kaynaklarına güvendi. Ancak bu durum, düşük gelirli ekonomilerle birlikte tüm dünya için yüksek sosyal ve çevresel maliyetleri de beraberinde getirdi.

“Yoksullaştıran Büyüme”

Ülkeler ekonomik kalkınmalarını sürdürürken öte yandan büyük bir zorlukla karşılaştı:  “Fakirleştiren büyüme.” Ulusal toplam çıktının artmasının yanı sıra net refahın düşmesi riski her zaman oldu. Fakirleştiren büyüme gelişmekte olan ülkelerin küresel gelire yaklaşmalarında da büyük bir engel teşkil etti.

Geçtiğimiz birkaç yıldır gelişmekte olan ülkelerin GSYH büyüme oranları küresel ortalamaların üzerindeydi. IMF, 2022’de bu ülkelerin ekonomilerinin ortalama %3,6 civarında büyümesini beklediğini belirtti. Küresel büyüme oranı ise %3,2 olarak açıklandı. Bununla birlikte hem gelir ve refah arasındaki hem de gelişmekte olan ve gelişmiş ülkeler arasındaki uçurum giderek büyüdü. Özellikle de GSYH’nin toplam servet ve gelecekteki refah pahasına arttığı durumlarda…

Sermaye-Yoğun ve Emek-Yoğun Modeller

Görülen mantıksız gelişim bazı faktörlerin birleşimini yansıtıyor: Ülkeleri karşılaştırmak için kullanılan GSYH tahminleri, gelişmekte olan birçok ekonominin madencilik endüstrisine hakim olan yabancı sermayeli kurumlara yapılan büyük ölçekli ödemeleri hesaba katmıyor. Büyüme verileri doğal sermayenin tükenmesi gibi negatif dışsallıkları da dışarıda bırakıyor.

Ayrıca farklı kalkınma modelleri, daha yoksul ülkelerde farklı ekonomik sonuçlara yol açıyor. Sermaye-yoğun kaynak çıkaran modeller, daha az kapsayıcı bir büyüme sağlıyor. Öte yandan emek-yoğun ve ihracata dayalı büyüme ise yoksulluğu önemli ölçüde azaltıyor ve makroekonomik istikrarı güçlendiriyor.

Pandemi Refah Uçurumunu Büyüttü

Özellikle Doğu Asya’da, emek-yoğun ihracat modeli uygulandı. Küresel değer zincirlerine başarılı bir şekilde bütünleştirilen yeni piyasaların gerçekleştirdiği hızlı bir yapısal dönüşüm yaşandı. Ve küresel yoksulluğun dağılımını daha düşük gelirli ve emtia bağımlı olarak gelişen ekonomilere yönlendirdi. Bu nedenle 2021’de Sahra Altı Afrika’da aşırı yoksulluk içinde yaşayanların oranı %66 oldu. Covid-19 pandemisi en savunmasız haneleri yoksulluğa iterek gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomiler arasındaki refah uçurumunu daha da büyüttü.

Öte yandan iyi haberler de var. Jagdish Bhagwati’nin 1958 tarihinde ticaret hadlerindeki olumsuz değişimlerin ekonomik büyümenin getireceği refah kazanımlarını engellemesi üzerine yayımladığı çalışmasından bu yana ekonomistler, yoksullaştıran büyümenin getirdiği zorluklar üzerine çalışmalara büyük ilgi gösterdi.

2020’nin başlarında pandemi nedeniyle gerileme yaşanırken işlenmiş mallara yönelik küresel talep %19 daraldı. Hammadde ve doğal kaynaklara olan talep ise %38’lik bir düşüş yaşadı. Büyük ölçüde emek-yoğun ve ihracata dayalı ekonomiler, gerilemenin ilk etkileri sırasında küresel talep şoku ile karşı karşıya kaldı. Büyümenin sermaye-yoğun hammadde ve doğal kaynak ihracatı ile sağlandığı ekonomilerde ise hem fiyat hem de talep şoklarının birleşiminden daha ağır bir şekilde etkilenildi.

Büyüme Arayışı Yıkıcı Etkileri Artırıyor

Ekonomistler ve politikacılar “yanıltıcı büyüme” kavramına pek önem vermedi. Yanıltıcı büyüme, toplam çıktıdaki artışın çevresel bozulma ve doğal sermayenin tükenmesine neden olduğu durumları ifade ediyor. Aşırı yoksulluğa ve savunmasızlığa yol açan yanıltıcı büyüme, iklim risklerinin artmasıyla birlikte ülkelerin büyüme ve sürdürülebilirlik hedefleri arasında bir çatışmaya da yol açıyor. Yanıltıcı büyüme gelişmekte olan ülkelerdeki doğal kaynaklar için rekabeti de artırıyor. Düşük gelirli birçok ülke, küresel iklim krizinin etkilerini en ağır şekilde yaşayacak. İnsan yerleşimine elverişsiz olan bölgelerden gelen kitlesel göç, çatışmaları daha olası hale getirecek.

Fakirleştiren büyüme ve yanıltıcı büyümenin birleşimi, küresel gelir yakınsaması ve sürdürülebilir kalkınma için en önemli engel. Durmak bilmeyen bir büyüme arayışı, doğal sermayenin hızla tükenmesinin ve tropik yağmur ormanlarında yılda 10 milyon hektara yakın alanın yok olmasının sorumlusu. Ormanların hızla tükenmesiyle gelişmiş ekonomilerin kirli endüstrilerinin yaydığı karbondioksitin emilimi de azalıyor. Özetle büyüme arayışı, iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerini daha da ağırlaştırıyor.

Kalıcı Yoksulluğun Temeli

Fakirleştiren büyüme ve yanıltıcı büyüme, nesiller arası yoksulluğa ve ekolojik aşıma neden olan bir sürekliliğin parçası. Bu büyüme modelleri gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomiler arasındaki refah farkı ve asimetrik doğal sermaye tüketim oranının, kalıcı yoksulluğun temelini oluşturan ve uzun süredir var olan tarihsel modelin bir parçası.

Durum yeni değil. Büyümenin yanıltıcılığı emperyal koloniler olarak küresel ekonomiye bağlanarak gelişen ekonomiler ile kaynak açısından zengin ülkeler arasında tarihsel olarak dengesiz bir ilişki etrafında sürdürüldü. Düşük büyüme, kaynağa dayalı gelişen ekonomileri dünyanın daha zengin bölgelerindeki imalat sanayileri için hammaddeye indirgeyen sömürgeci modelin doğal bir sonucu.

Düşük gelirli ülkelerde doğal sermayenin tükenişi ile ulusal tasarruflar arasındaki ilişkiye dair çalışmalar, yanıltıcı ve fakirleştiren büyüme arasındaki sürekliliği destekleyen sonuçlara ulaştı. Yeşil ulusal muhasebe yöntemlerine dayanan çalışmalar, çevresel bozulmanın ve doğal sermayenin tükenişinin gerçek ulusal tasarruf seviyelerini gösterdiğini öne sürüyor. Kaynak bakımından zengin, gelişmekte olan birkaç ekonomi üzerinde yapılan gerçek hesaplar, net tasarrufların daha düşük, yani negatif olduğunu gösteriyor. Bu da mevcut büyüme modeliyle küresel gelir yakınsamasının ve sürdürülebilir kalkınmanın zor olduğu anlamına geliyor.

Ekonominin Yapışık İkizleri

Kaynak bolluğu ve büyüme arasındaki negatif ilişki, yüzyıllardır küresel ekonomideki adaletsizliğin temelinde yatıyor. Büyüme, gelişmiş ekonomilerde kişi başı geliri artırırken gelişmekte olan ülkelerde yoksullaştırıcı bir etkiyle sonuçlandı. Böylelikle refah ve gelir farkı genişlemeye devam etti. Bu ilişki bugün iklim adaleti için de geçerli. Gelişmekte olan ülkeler küresel ısınmaya en az katkı sağlayanlar olsa da en olumsuz etkilerle yine onlar karşılaşıyor.

Ekolojik anlamda gelişmekte olan ve gelişmiş ekonomiler yapışık ikizler gibi: Ya daha sağlıklı ve yeşil bir dünyada birlikte gelişecekler ya da aşırı ısınan bir dünyada birlikte yok olacaklar.

Küresel Kuzey’de büyüme ve refah kazanımları, ekonomik adaletsizliği beraberinde getiriyor. Adaletsizlikler üzerine kurulan model, gezegenin kolektif bir kamu varlığı olduğunu ve gezegeni korumanın coğrafi ve politik sınırların ötesine geçmesi gerektiğini gösteriyor. Gezegeni korumak ve sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak ise çevresel kaynaklara verilen değer üzerine kurulmuş bir ilerleme anlayışı ile mümkün. Bu da doğal sermaye tüketim oranının sistematik olarak ölçülmesini zorunlu kılıyor. Ayrıca ekosistem yönetimini iyileştirmek ve seragazı salımını azaltmak için “doğal veya doğaya dayalı iklim çözümleri”ne istikrarlı bir yatırım yapılması da şart.

“Asıl Zorluk Yeni Fikirlerde Değil, Eski Fikirlerden Kaçmakta”

Gelecek nesillere daha sağlıklı bir gezegen bırakmak, seragazı emisyonlarını azaltmak ve net sıfıra geçişi hızlandırmak için piyasa temelli önlemlerin ve finansal teşviklerin ciddi oranda genişletilmesi gerekiyor. Karbon vergilerinin artırılması, negatif çevresel dışsallıkları engellemek için önemli. Temiz büyümeyi sağlayabilecek yeşil teknolojileri teşvik etmek, karbondioksit emisyonlarını kaynaklarından itibaren vergilendirmek, uyum ve azaltımı finanse etmek için gerekli iklim finansmanı açığını kapatmaya yardım edebilir.

Doğa temelli çözümler sunan yeşil teknolojilere yatırım yapmak ve karbon nötr bir ekonomiye geçiş için açık erişim ile teknolojinin yayılması çok önemli. Bu teknolojiler, iklim değişikliğiyle mücadelenin ekonomik büyümeye zarar vermesi konusundaki endişeleri azaltabilir. Yanı sıra küresel gelir yakınsamasının tehlikeye atılmasına dair kaygılara karşılık yenilenebilir enerji üretiminin artırılmasını sağlayabilir.

Acilen ekosistemleri ve tropik yağmur ormanlarını yok etmenin maliyetlerinin herhangi bir ekonomik faydadan daha ağır bastığını kabul eden yeni bir ekonomik paradigma altında gezgeni korumaya odaklanmalıyız.

John Maynard Keynes’in de dediği gibi “Asıl zorluk yeni fikirlerde değil, eski fikirlerden kaçmakta…” Belki de gezegeni kurtarmak ve herkes için sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak adına verilen mücadeledeki en büyük zorluk, gelişmiş ekonomilerin kurduğu sömürge sistemi yüzünden dünyanın “gelişmiş” ve “gelişmekte olan” ekonomiler olarak bölünmesine karşı mücadele edebilmektir.

Haberin aslına buradan ulaşabilirsiniz.

EkoIQ Editör