The Guardian’dan John Vidal’ın yazısı bir yandan bir iklim distopyasını anımsatırken, öte yandan 30 yıl içerisinde nasıl şehirlerde yaşayabileceğimize dair çok da uzak olmayan, olası bir gelecek resmi çiziyor. 2050 yılında şehirler, dünya nüfusunun %70’inden fazlasına ev sahipliği yapacak. Vidal, iklim kriziyle mücadelede hem belediyelerin hem de hükümetlerin birlikte, tüm gücüyle çalışması gerektiğini vurguluyor.
Yazı: John VIDAL
Çeviri: Gülce DEMİRER
Hayatında hiç et yememiş ya da uçak kullanmamıştı. Arabaya da birkaç kere binmişti. 31 yaşında şehrin merkezinde, bir tarafında 450 metre ilerisindeki okyanusu, diğer tarafında ise banliyöleri ve gecekondu mahallelerini görebildiği bir gökdelenin 15. katında yaşıyordu.
Bu mega şehirde hayat gayet iyiydi. Ortalama bir gelir ile olabildiğince yeşil bir hayat sürüyordu. Henüz hiç çocuğu yoktu ve karbon ayakizi ölçüle biliyordu. 2000’lerin başında inşa edilmiş apartmanı iklim değişikliğine karşı yalıtım sistemi ile güçlendirilmişti ve güneş enerjili ısıtma sistemine sahipti. Yaşayan bitkilerle örülü bir dış cephesi vardı ve balkonunda sebzelerini yetiştirebiliyordu. Atıkları otomatik olarak ayrışıyor ve kompost ediliyordu. Dışarısı 40 dereceden yüksek sıcaklıkla kavruluyor olsa da içerisi oldukça serindi. Suyun tadı ara sıra biraz tuzlu, sıklıkla yaşanan kuraklık sebebiyle elektrik kesintisi olsa da yaşadığı yeri seviyordu. Belediye başkanı şehir merkezinde otomobilleri ve fosil yakıtların kullanımını yasakladığı için hava kirliliği yok denecek kadar azdı. Dairesinin pencereleri rüzgarı yakalayabiliyordu. Kendini sağlıklı hissediyordu.
Kuraklık ve seller, dünyadaki ana tarım alanlarını etkilediği için gıda fiyatları yüksekti. Ancak yaşadığı yerdeki çoğu gıda organikti ve 10 yıl önce inşa edilen tarım yapılabilen gökdelenlerden (farmscraper) drone yoluyla ulaştırılıyordu. Bu büyüklükteki çoğu şehir, ulaşım kaynaklı emisyonları azaltmak amacıyla ürünlerini olabildiğince kendileri yetiştiriyordu.
Bir yıl önce, fazladan para kazanabilmek için yıllık et ve karbon kotasını paraya çevirmişti. Kısa uçuşlar zaten durdurulmuştu, ancak onun yaşındaki herkesin yılda bir kere gidişdönüş uçuş hakkı vardı.
Ama çok fazla seyahat etmeye ihtiyacı zaten yoktu. Şehir yetkilileri altyapıyı korumak; yüksek sıcaklıklara ve fırtınalara karşı insanların korunmasına yardım etmek için yüklü paralar harcıyordu. Yeşil alanlar tekrar canlandırılmıştı. Ağaçların yükseldiği sokaktan güvenle yürüyebiliyor, ileri görüşlü belediye başkanının 20 yıl önce atık havzasında yapmaya başladığı şehir ormanını ziyaret edebiliyordu.
Ancak şu an oldukça endişeliydi. İklim değişikliğine karşı olabildiğince adapte olmuştu; ancak çoğu şey kendi kontrolü dışındaydı. Dünya nüfusu doğduğu yıl olan 2019’dan bu yana 2,5 milyar kişi artmış, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nden (IPCC) bilim insanlarının tahmin ettiği gibi, atmosferdeki karbon konsantrasyonu 550 ppm’e ulaşmıştı. Doğduğunda ise bu rakam sadece 470 ppm idi.
İklim krizine karşı harekete geçen uluslararası kamuoyuna karşın, küresel ısınma 2040 yılında güvenli olduğu belirtilen 1,5 derecelik ısınma sınırını geçmiş ve gelecek 100 yıllık süre zarfında 3 ila 3,5 dereceye doğru gidiyordu. Bu oldukça tehlikeli bir rakamdı, su ve gıda ulaşılamaz hale gelecekti. Yağmurlar şiddetlenecek ve daha fazla insan kırsal alanlardan şehre göç edecekti…
Daha da kötüsü, kutuplarda yok olmaya devam eden buzulların, denizlerin 30 yıl önce inandırıcı gelmeyen seviyelere daha hızlı yükselmesine sebep olacağı anlamına geliyordu. Kuzey Kutbu’ndaki aşırı sıcaklıklar sebebiyle en son yaşanan kasırga, kıyı yerleşkelerinde su baskınlarına ve okyanus kenarındaki lüks evlerin kalıcı olarak tahliye edilmesine neden olmuştu. Dalgalar, kıyıya yeni inşa edilen duvarları yıkmıştı. İşte o zaman suyunun tadı tuzlu olmaya başlamıştı.
Belki de evi satmalı ve daha yüksek yerlere taşınmalı, diye düşünüyordu. Yaşadığı gökdelene su sağlayan yeraltı sularının deniz suyu ile kirlendiği ve en fazla 10 yıl yetebileceği söylenmişti. Yaşadığı yer, 20 yıl içerisinde sel sebebiyle yaşanamaz bir hale gelebilirdi. Ancak şehrin geri kalanında durum çok daha kötüydü. Aşırı derecede fakir olanlar, sağlam evlerde yaşamıyor, yüksek duvarlar öremiyor, taşınamıyor, para ödünç alamıyor ve iklim krizine kolayca adapte olamıyordu. Taşınsa da nereye gidecekti? Okyanusa yakınlığı sebebiyle, her geçen yıl evinin değeri daha da düşüyordu. Daha yüksek rakımlardaki binalar daha çok alıcı çekiyordu. Kırsal alanlarda sel ve kuraklığın tarımı verimsizleştirmesiyle yaşadığı şehir, aldığı göç ile son 20 yıl- da oldukça büyümüştü. Birçoğu derme çatma toplu taşıma araçlarını kullanıyor, ölümcül bir sıcaklık ve hava kirliliğinde yaşıyordu. Okuldayken uyardıkları ve 2030 yılında okulu kırarak katıldığı eylemlerin sebebi olan iklim çöküşünü yaşıyordu. 2019 Ekim ayında 94 küresel mega şehri temsil eden C40, IPCC’nin raporlarını ve Dünya Bankası’nın 2050 yılında 1,6 milyar insanın dünya çapında 970’ten fazla şehirde toplanacağı ve aşırı sıcaklıklara maruz kalacağı tahminlerini kullanmıştı. Dünyadaki en güzel kıyı şehirleri de dahil 570 şehirde yaşayan 800 milyon insanın deniz seviyelerindeki yükseliş ve kıyı bölgelerindeki taşkınlar sebebiyle güvensiz yaşayacağı söylenmişti. Ayrıca, 2,5 milyar insanın (yani her dört insandan birinin), iklim krizinin ulusal gıda stoklarını tehdit ettiği, görece zengin denebilecek Atina, Barselona, İstanbul ve Los Angeles gibi 1.600’den fazla şehirde yaşayacağı söyleniyordu. Yaşadığı şehir, Şehir Dönüşümleri Koalisyonu’nun dünyanın önde gelen ekonomistleri tarafından desteklenen ve düşük karbonlu şehirlerin sadece iklim krizinin etkilerini azaltmakla kalmayıp ekonomik refahı da yükselteceği, en yetenekli insanları çekebileceği ve şehirleri daha yaşanabilir yerler yapacağı söylenen raporundan esinlenerek, iklim krizine karşı elinden gelen en iyi adaptasyonu sağlamıştı. 2019 yılında emisyonları %90 oranında kalıcı olarak azaltmanın, dünyaya 1,8 trilyon dolara mal olacağı ancak şu anda -2050’de- yıllık 7 trilyon dolar geri dönüş sağlayacağı söyleniyordu.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, “Şehirler büyüme, yenilik ve refahın merkezidir. 2050 yılında net sıfır emisyonun mümkün olduğunu anlamalıyız. Ancak o noktaya gelene kadar şehir yönetimlerini ulusal eylemlerle tam anlamıyla birleştirmeliyiz” demişti.
Üzücü bir şekilde birçok hükümet Guterres’in sözlerini yeteri kadar ciddiye almamıştı. O zaman harcanacak para yapılacak en iyi yatırım olacaktı, bunu biliyordu. Ancak şu an zamana karşı yarışılıyordu.
Nasıl Bir Gelecek Bu?
2050 yılında şehirler, dünya nüfusunun %70’inden fazlasına ev sahipliği yapacak. İklim krizine adapte olmak ve emisyonları azaltmak ise küresel bir görev. Suyu korumalı, ağaç dikmeli, fosil yakıtları yasaklamalı, beslenme şeklimizi değiştirmeli, değişen iklime uygun tarım yapmalı, toprağı zenginleştirmeli, hava kirliliğini azaltmalı ve hatta binaların dış cephelerini ısıyı yansıtması için beyaza boyamalıyız.
Birçok Kuzey Avrupa şehri dizel ve petrolden vazgeçiyor, otomobilleri ve plastikleri yasaklıyor, yenilenebilir enerjiye geçiyor ve karbon sıfır olmaya çalışıyor. Güney Kore’nin başkenti Seul, 30 metrelik ağaçlar dikiyor ve yeşil alanlarını artırıyor. Melbourne ve diğer birçok Avustralya ve Britanya şehri ise sokaklara ağaç dikme programlarından yararlanacak.
Danimarka, 2030 yılında emisyonlarını %70 oranında azaltmayı hedefliyor. Başkent Kopenhag, 2025 yılında karbon nötr olmayı hedefliyor. São Paulo insanlara daha az su ve enerji harcaması için para ödüyor. Dar es Salaam ve Kanada’daki bazı şehirler, sellere karşı hassas olan bölgelerindeki insanların yerlerini değiştirmesini sağlıyor. New York gibi en zengin şehirler devasa okyanus bariyerleri yapmayı planlıyor. Londra, yoğun yağış ve nüfusu sebebiyle drenaj sistemlerini onarıyor. Bangladeş gibi daha fakir ülkelerde, belediye başkanları ve hükümetler erken uyarı sistemi ve şehir dirençliliğini artırma çalışmalarına yoğunlaşıyor. Meksika, yağmur suyu depolama ve su arıtma sistemleri kurarak enerji tasarrufu sağlıyor. Ancak mesele sadece parayla ilgili değil. Bangladeş’teki Uluslararası İklim Değişikliği ve Kalkınma Merkezi’nden Saleemul Huq, iklimsel çöküşe karşı adaptasyon sürecini erken başlatanların en başarılı şehirler olacağını söylüyor. Huq, “Afetlerle dolu geçmişimiz 1-0 önde başlamamızı sağladı. Bangladeş adaptasyona dair dünyadaki en iyi planlardan birine sahip. Okula giden çocuklardan belediye başkanlarına ve hükümete kadar herkes bu sürecin bir parçası” diyor.
*Bu yazı İklim Haber’den alınmıştır.