Tamamen piyasa güçlerine, toplumsaldan kopmuş devlet kurumlarına ve bürokratik yapılara bırakılmış, aslında son derece kayırmacı rekabete dayalı bir ekonomi alanı; bir avuç yönetici dışında hiç kimseyi memnun etmeyi, doyurmayı başaramadı. Üstüne üstlük ortada devasa bir çevresel yıkım ve toplumsal eşitsizlik bıraktı.
Yazı: Dr. Barış DOĞRU
İnsan uygarlığının temeli aslında işbirliğine dayanıyor, birçoklarının sandığının aksine rekabete değil. Elbette daha iyisini yapmaya iten bireyler ve toplumlar arası bir rekabet duygusu var. Ama inanın işbirliği olmasaydı, rekabete konu olacak bir toplumsal yaşam var olamazdı. Dolayısıyla kooperatiflerin tarihi, 19. yüzyılın sonlarına değil aslında ilk toplulukların oluşmasına kadar rahatça uzatılabilir. Birlikte üretme, birlikte avlanma pratiklerinden doğan işbirliği ve onun sonucu olan mallar, zamanla merkezi yönetimler tarafından kontrol altına alındı ve ele geçirildi. Birlikte üretme ve üretimleri birlikte tüketme güdüsü ve onun benzersiz faydası hep bilindi ancak bunun kurumsal yapılar haline gelmesi için 19. yüzyıla kadar beklemek gerekti…
Bugün, Dünya Kooperatif Monitörü’nün 2022 verilerine göre insan nüfusunun en az %12’si dünya genelindeki 3 milyon kooperatiften birinin üyesi. Yanı sıra kooperatifler istihdam edilen nüfusun %10’una çalışma fırsatı sunuyor. Kooperatifler toplumun gelişmesi için ihtiyaç duyduğu hizmetleri ve altyapıyı teşvik ederken günümüzdeki en büyük 300 kooperatif toplamda 2 trilyon dolardan fazla bir ciro elde ediyor. Ancak diğer yandan insanlar bu kooperatiflerin parçası olduğunu ne kadar güçlü hissediyor, faydalarından ne kadar yararlanıyor? Tarihi 1910’ların ilk yarısına kadar uzanan ve 75.000’den fazla üretici ortak ve 73 üye kuruluşuyla, Türkiye’nin en büyük üretici kooperatifi olan Tariş’i düşünelim. Ya da ismi, özellikle 1980’li yıllarda ne yazık ki neredeyse yolsuzlukla ve dolandırıcılıkla özdeşleşmiş yapı kooperatiflerini. Önemli faydalar yaratmış olmalarına karşın, üyelerinin gerçek bir özdeşleşme hissedemediği; kararların alınmasındagerçek bir söz sahibi olmadığı kooperatif deneyimleri, sanki ortak üretimin ve mülkiyetlerin başarısızlığının ve etkisizliğinin kanıtı gibi ele alındı çoğu zaman. Ancak gerçek kooperatif, ortakların ortak üretim ve tüketim kararlarını alabilecekleri, toplumsal bir birliktelik ve müşterekler deneyimi üzerine yükselmeli.
Son 20-30 yıl işbirliğinin ve ortak üretimin tekrar konuşulmaya başlandığı, denemelerin yapıldığı, kooperatiflerin de bu anlamda tekrar hatırlandığı bir dönem oldu. Nasıl olmasın ki? Tamamen piyasa güçlerine, toplumsaldan kopmuş devlet kurumlarına ve bürokratik yapılara bırakılmış, aslında son derece kayırmacı rekabete dayalı bir ekonomi alanı; bir avuç yönetici dışında hiç kimseyi memnun etmeyi, doyurmayı başaramadı. Üstüne üstlük ortada devasa bir çevresel yıkım ve toplumsal eşitsizlik bıraktı.
Bugün, eskinin köhnemiş yapılarını tamamen geride bırakmaya çalışan yeni nesil bir kooperatif hareketi yavaş yavaş baş göstermiş durumda. Ve sadece klasik gıda üretimi alanının ötesinde, enerjiden fikri ve dijital üretime, oradan sanat ve kültüre, yeni ortaklık biçimlerine uzanmakla da kalmıyor; ortakların ekonomik çıkarlarının ötesinde, sürdürülebilir bir dünyaya hizmet edecek yeni toplumsal ve çevresel fayda biçimlerini de dert ediniyor.
Erkenden konuşmak gibi olabilir. Ama 21. yüzyılda çok farklı alanlarda ve biçimlerde, bireylerin ürettiklerine yabancılaşmadığı, kararların alınmasında demokratik mekanizmaları sonuna kadar kullanabilen yeni ortaklık biçimlerinin muazzam bir yükselişine tanıklık edebiliriz. Kooperatiflerin de, bu yeni alternatif sürdürülebilir ekonomi pratiğinin temel aracı olmaması için hiçbir neden ortada gözükmüyor…