BM Çevre Programı (UNEP), yaklaşık 600 sayfalık Yeşil Ekonomiye Doğru Raporu’nu (YED) bu yılın başında yayınladı. 2008 ve 2009 yılları arasında yaşanan ekonomik resesyon (buhran) bize sağlam bir ders verdi aslında. Kendimizi nerede biteceği pek de belli olmayan bir tüketim furyasına kaptırmışken ilk defa ayakları mız gerçekten yere bastı. Hollanda asıllı bilim kadını Saska Sassien’in geçtiğimiz TOKİ Konferansı’nda “Esas kitle imha silahı mortgage kredileriydi” derken demek istediği de buydu büyük ihtimalle. Dünyanın en büyük ekonomilerinden birinde bir gecede yüz binlerce kişi sokakta kalınca hepimizin aklı başına geldi. Artık yeni bir alternatif ekonomi modeli oluşturmanın zamanı gelmişti. Sürdürülebilir ekonomi ve yeşil ekonomi bu şekilde küresel gündeme geldi oturdu. Son birkaç yıl içinde sürdürülebilir modeller ve yeşil ekonomi üzerine yüzlerce metin ortaya çıktı. Son yıllarda özellikle küresel kuruluşlar bu konuda bir öncülük rolü de oynamaya çalışıyor. Dünya Bankası (DB) her ülkenin bir yeşil bütçe oluşturma önerisini 2010 yılı sonunda dünya kamuoyunun dikkatine sundu. Birleşmiş Milletler (BM) ise önce Kalkınma Programı (UNDP) aracılığıyla sürdürülebilirlik için bir vasıta oluşturmaya girişti. Bu hedef için oluşturulan Global Compact Sözleşmesi’nin (Küresel İlkeler Sözleşmesi) bugün 8 binden fazla imzacısı var. BM Çevre Programı (UNEP) ise bu yılın başında yaklaşık 600 sayfalık Yeşil Ekonomiye Doğru Raporu’nu (YED) yayınladı. Artık dilimize yerleşmiş olan krizi fırsata çevirmek terimi Yeşil Ekonomiye Doğru Raporu’nun ana konularından birini oluşturuyor. Raporun henüz giriş bölümünde çevresel riskleri arttırmadan, ekolojik tahribat yaratmadan ve hatta zengin ile yoksul arasındaki sınıfsal eşitsizliği arttırmadan da yeni bir ekonomik model kurmanın mümkün olduğuna vurgu yapılıyor.
Yeşil Ekonomi bugün artık bilimkurgusal bir fantezi değil. UNEP tarafından hazırlanan Yeşil Ekonomiye Doğru Raporu, yeşil yapılanmanın argümanlarının ekonomik ve sosyal açıdan birçok unsurla desteklenebiliyor olmasının altını çiziyor ve yeşil dönüşümü hedefleyen kamu birimlerine ve özel kuruluşlara sağlam bir temel sunma iddiası taşı yor. YED’e göre bu dönüşümün ilk ayağı olan hükümetler oyun sahasını yeşil ürünler için düzenlemek ve halkın bu ürünlere kolay erişimini sağlamakla yükümlü. Bu bağlamda üzerinde en çok durulan örneklerden biri ise zararlı teşvikler. Sözgelimi balıkçılık sektörüne verilen teşviklerin fazla geniş oluşu aşırı avlanmaya yol açabiliyor. Yine Raporda, 2008 yılında fosil yakıtlara yönelik 650 milyar dolarlık teşvik verilmişken temiz enerjinin nasıl yaygınlaşabileceğine dair çok ciddi saptamalar bulunuyor. YED’de bu tür teşviklerin kademeli olarak ortadan kaldırılması gerektiğini açık bir şekilde ifade ediliyor. Rapor bu yüzden, hükümetlerin mali politikalarını, teşvik sistemlerini gözden geçirmelerini, yeşil sektörlere yönelik kamu yatırımlarını hedeflemelerini ve devlet tarafından sunulan hizmetleri yeşillendirmelerini öneriyor. Tabii bu noktada özel sektörün de devlet tarafından yapılacak reformlara istinaden yeşil ürün çeşit ve inovasyonuna daha fazla yatırım yapması bekleniyor.
Sermaye Günahları Çağı
Son birkaç yılımız krizlerle geçti. İklim krizi, ekonomik kriz, biyoçeşitlilik krizi, su krizi, karbon salımları… 2007-2008 yıllarında petrol fiyatları zirve yaptıkça gıda ve diğer tüketim mallarının fiyatları da artmaya başladı. Bu artışın temelinde hem yapısal aksaklıklar hem de doğaya tehdit oluşturan risklere yönelik kalıcı bir çözüm üretilememiş olması yatıyor. YED, bu noktada son 20 sene içinde sermayenin dengesiz bir şekilde sadece emlak, fosil yakıtlar ve finansal varlıklara yatırım yaptığına işaret ediyor. Öte yandan yenilenebilir enerji, enerji verimliliği, toplu ulaşım, sürdürülebilir tarım ve ekosistemlerin korunması gibi alanlara ayrılan paylar minimum düzeyde kaldı. Bugüne kadar ekonomik büyüme stratejileri, sadece fiziksel, finansal ve beşeri sermayenin büyümesini ölçüt olarak aldı. İktisadi gelişim bu kıstaslar üzerine kurulurken doğal sermaye geri dönülemez bir şekilde son hızla tüketilmeye devam edildi.
On yıllardır doğal kaynakların yüzde 60’ı kendilerini yenilemelerine izin vermeden tüketildi ve sürdürülemez bir şekilde kullanıldı. Örneğin balık stoklarının yüzde 52’sinin tamamı tekrar üremelerine izin verilmeksizin kullanıldı. Yirmi yıl içinde su kaynakları dünya nüfusunun sadece yüzde 60’ına yetebilir hale gelecek. 1990 ve 2005 yılları arasına her yıl 13 milyon hektar orman yok edildi. Tarımda kullanılan kimyasal gübreler sayesinde hasat verimliliği artmış gibi gözükse de toprak kirliliği de aynı şekilde doğru orantılı olarak arttı.
Bir Sermaye Türü Olarak Ekosistem
Doğal sermayeye yönelik ilk çalışmalardan biri 1989 yılında yazılmış olan Yeşil Ekonomi Tasarısı (Blueprint For A Green Economy) isimli kitaptı. Kitabın ana tartışma konusu doğal sermayeyi tüketmeye haddinden fazla meyyal ekonomilerin sürdürülebilir bir büyüme hedefine ulaşamayacağı üzerine kuruluydu. Doğal sermaye kavramı orman örtüleri, su kaynakları, aşırı avlanma sebebiyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan balıkları ve biyoçeşitliliği kapsı yor. YED, kamu yararına yönelik yeni yol haritalarında bu kaynakların da birer değer olarak dikkate alınması gerektiğine vurgu yapıyor. Bu vurgu Dünya Bankası’nın geçen sene sonunda yaptığı “Yeşil Bütçe” önerisiyle de örtüşüyor.
YED doğal sermayeye vurgu yaparken, varoluşu bu doğal kaynaklara doğrudan bağlı olan kırsalda yaşayan yoksul insanları da hatırlatıyor. Doğal sermaye, özellikle tarımla ve balıkçılıkla uğraşan yoksulların durumunun iyileştirilebilmesi için de hayati bir önem arz ediyor. Çevre ekonomisi üzerine uzman bir akademisyen olan Partha Dasgupta ekosistemleri “Sermaye Varlıkları” olarak tanımlıyor. Doğal sermayenin korunabilmesi için ilk önce dünya ölçeğinde var olan ekosistemlerin değerlerinin belirlenmesi gerekiyor. UNEP tarafından desteklenen uluslararası bir araştırma girişimi olan Ekosistem ve Biyoçeşitlilik Ekonomisi (TEEB), doğal çevre tarafından sunulan ürün ve hizmetlere maddi bir değer biçmek ve bu konuda doğru bir veri tabanı oluşturabilmek için çalışıyor. Bu veri tabanı doğru oluşturabildiği takdirde disiplinler arası bir çalışmayla sürdürülebilir bir gelişim için doğal sermayenin ne kadarının başka tip sermayelere dönüştürülebileceği de ortaya çıkacak. Böylece ormanların ne kadarının tarlaya dönüştürülmesinin uygun olduğu, balık avlanma mevsimleri, yeraltı sularının ne kadarının kullanıma müsait olduğu gibi konular tekrar tartışılacak ve doğal sermayenin mümkün olduğu kadar az harcanması konusunda da bir karara varılacak.
Korumacılık Değil, Doğru Yöne Teşvik
YED Raporu, yeşil ekonomiye yönelik açılımların sürdürülebilir gelişimi sağlamanın yanı sıra yoksullukla mücadeleye de yeni yaklaşımlar getirebileceğinin altını çiziyor. Bunun için de öncelikle kavramsal olarak ekonomiyi yeni baştan düşünmemiz öneriliyor. Bunun ilk adımı olarak da doğal sermayeyi tekrar oluşturmamız ve genişletmemiz gerekiyor. İkinci olarak da günümüzde kahverengi olan sektörleri yeşillendirmek için adımlar atmamız gerekiyor. Rapora göre, düşük karbonlu toplu ulaşım araçlarının olduğu, temiz enerjinin kullanıldığı, atık yönetimi ve geri dönüşüme yatırım yapıldığı bir dünyada, yaygın kanının aksine, yeni iş kollarıyla ekonomik büyüme de, istihdam artışı da sağlanabilir. Yeşil ekonominin eğitim altyapısının düzgün kurulması ve mali düzenin temiz kaynakların kullanımına uygun hale getirilmesiyle sürdürülebilir gelişime doğru yumuşak geçiş sağlanabilir. Rapor, yeşil ekonomilerin bir yandan iklim değişikliğini önleyici uygun yeni iş kollarını teşvik edip, kahverengi iş kollarının ortadan kalkmasının yarattığı kayıpları telafi ederken, hantal mekanizmalara sebebiyet verecek “korumacılık” tuzağından da uzak durmaları gerektiğinin de altını çiziyor.
Çevre ekonomisi üzerine uzman bir akademisyen olan Partha Dasgupta ekosistemlerin “Sermaye Varlıkları” olarak tanımlanmasını savunuyor. Yeşil Ekonomiyi Ölçmek Rapora göre, Yeşil Ekonomiye geçişin en önemli aşamalarından biri de bu sürecin ölçümlenmesi olacak. Örneğin ülkelerin karbon emisyon oranları ile nüfusun ne kadarının enerji kaynaklarına ulaşamadığının sürekli ölçülmesi gerekiyor. Raporda, söz konusu enerji açıklarına istinaden yenilenebilir enerji yatırımlarına yönelik uygulanabilir hedefler konulması ve bunların hızla harekete geçirilmesi gerektiği ifade ediliyor. Enerji yatırımlarının dışında kurumların geri dönüşüme yönelik hedefler belirlemeleri ve bu hedeflerin takibini yapmaları da oldukça önemli. Geri dönüşüm ölçümlenmesinin en önemli değişkenleri arasında ise hammadde ve enerji üretim-tüketim yoğunluğu yer alıyor. YED, doğru modelleme yapıldığı takdirde Yeşil Ekonominin geleneksel kahverengi ekonomiden bile daha hızlı büyüyebileceğine vurgu yapıyor. Üstelik Yeşil Ekonomide hem enerjiyi hem de doğal kaynakları gerçekten daha verimli kullanabileceğiz. Üstelik bu seferki büyüme gerçekten de alt sınıfların mağduriyetlerini gideren bir büyüme olabilecek. Çevreyle ilgili sorunlar yaklaşık olarak 30-40 yıldır tartışılıyor. Son 10 yıldır ise özellikle iklim değişikliği sayesinde bu tartışmalara kulak tıkıyor olmanın sonuçlarını yaşıyoruz. Tartışmayı yürüten değişik ve zıt düşüncelere sahip çevreler yıllardır farklı argümanlarla neredeyse bize aynı şeyi söylediler: Ekonomik büyümeyle çevresel sorunların çözümü birlikte olamaz. Ya birini ya da öbürünü seçeceksiniz. Şimdi tüketim alışkanlıklarımızda ve üretim biçimlerimizde belli değişiklikler yapmamı z gerektiği, bazı alternatif seçenekleri daha fazla dikkate almamız gerektiğinin doğru olduğu ama bunun için ekonomik gelişimden ve büyümeden vazgeçmemiz gerekmediği ortaya çıkmaya başlıyor. 600 küsur sayfalık UNEP Raporu’nun özeti bu aslında. Doğayı ve kaynaklarımızı koruyarak da refahımızı koruyabilir, arttırabiliriz. Tabii bunun için “refahı” yeniden tanımlamamı z gerekecek. Hâlâ ikna olmayanları son bir defa uyaralım: Böyle devam ederseniz birdenbire elinizde, avucunuzda hiçbir şey kalmayacak. Ne büyüme ve refah, ne de yaşanabilir ve çocuklarımıza bırakılabilir bir doğa parçası…
Johannesburg Konut İdaresi (JHC)
Sürdürülebilir kalkınma ve yeşil ekonomiye geçiş konusunda raporda ye ralan sayısız örnekten biri de, Güney Afrika’da Johannesburg Konut İdaresi (Johannesburg Housing Company – JHC). 1995 yılında kurulan JHC’nin ilk amacı eski Apartheid rejiminin koyduğu bariyerleri kaldırmak ve yıllardır izole edilmiş ve gecekondulara itilmiş yoksul nüfusa yeni barınma imkanı sağlamak. Bu kapsamda, otuz yıldan sonra ilk defa yeni yerleşim yerleri kurulmuş; geçim sıkıntısı yaşayan kiracılara yönelik destek programları oluşturulmuş; kreşler açılmış. En önemli kıstaslarından biri sürdürülebilirlik olan JHC, kendi yönetimi altındaki binalarda enerji tasarrufuna yönelik yatırımlar da gerçekleştirmiş. Bu yatırımlar sensorlu aydınlatmalar, enerji tasarruflu ampuller, kazan dairesi izolasyonu ve su tesisatlarının yenilenmesine kadar her şeyi içeriyor. JHC, binalarını adım adım yeşillendirirken ülkedeki dar gelirlilere de büyük bir istihdam alanı yaratmış oldu. Raporun sık sık vurguladığı gibi, sürdürülebilirlik, refah ve istihdamın bir arada yürüyebilmesinin en güzel örneklerinden biri JHC…
Ayvalık-Haylazlı’da Sürdürülebilir Balıkçılık
Raporun Balıkçılık bölümünde, “Uluslararası Başarılı Deneyimlerden Öğrenmek” başlığı altında Türkiye’den de bir örnek yer alıyor: Ayvalık-Haylazlı Lagün Balıkçılığı. Rapora göre, 1994 yılında kurulan Ayvalık-Haylazlı Su Ürünleri Kooperatifi, balıkçılık giderlerinin düşürülmesi, avlanmanın sınırlandırılması gibi konularda başarılı adımlar atmış. Yine de en büyük geçim kaynağı olan havyarda son yıllarda dramatik azalmalar görüldüğü kaydediliyor. Bu arada Yumurtalık Lagününün 2005 yılında Ramsar Sözleşmesine dahil edildiğini de belirtelim.
Kaynak: Türkiye’deki Ramsar Alanları Değerlendirme Raporu WWF 2008