#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey
yoksa ilk organik magazalar zinciri mi geliyor

Yoksa İlk Organik Mağazalar Zinciri mi Geliyor?

Eğer her şey yolunda giderse nur topu gibi ekolojik gıda dükkanları zincirinin doğduğunun müjdesini verebiliriz. Daha sadece bir mağazası açıldı ama hazırlanan üretim ve dağıtım altyapısı, kararlılık ve belki de en önemlisi girişimcilerin her detayı titizlikle ele alan işbilir yöneticiler olması bu konuda umutları artırıyor. “Tarladan Eve” markası çok geçmeden sizin mahallenizde de taze, ekonomik ve ekolojik gıdalarıyla arzı endam edebilir. İşin fikir babaları, ekonomi eğitimi almış, çeşitli sektörlerde firmaların genel müdürlüklerini yapmış iki profesyonel yönetici olan Burak Gürdal ve Tayfun Ertek. O güne kadar tarımla doğrudan hiçbir ilişkileri olmayan bu iki genç girişimci, uzun süren araştırmalarının ardından Türkiye’de organik tarımın gelecek vaat ettiğine kanaat getirmişler ve yatırım yapmaya karar vermişler. Ardından Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde 1,5 sene dolaşarak, en iyi sonucu nerede alabileceklerini araştırmışlar ve sonunda Manisa’nın Gördes ilçesinde küçük bir parselle işe başlamışlar. “Yer seçimi için birçok kriter vardı” diyor Burak Gürdal: “Organik tarıma uygun olması, çevrede sanayi tesisinin olmaması, ölçek ekonomisini uygulayabilecek büyük parsellerin bulunması, tarım kültürünün olması, toprak fiyatlarının uygun olması, su bulunması ve değişik ürünlere uygun Akdeniz iklimi gibi…” Tüm bu kriterlere sahip olduğunu düşündükleri Manisa, Köprübaşı’nda 2007 yılında aldıkları 50 dönümlük araziyle yola koyulan ikiliye arkadaşlarından gelen yoğun talep hem işin boyutunun hem de şirket modelinin değişmesine sebep olmuş. “Böylesi bir yatırımda biz de varız” diyenler 34 ortaklı bir şirketin, Prunus Tarım Yatırımları San. ve Tic A.Ş.’nin temelini atmışlar. Bu alışılmadık katılım, 500 dönümlük bir yatırımı mümkün kılmış ve organik üretimin önündeki önemli engellerden biri olan “ölçek” sorununa da bir çözüm olmuş. 60 Dönüm Organik Çilek Artık işin ölçeğinin bir “hafta sonu meşgalesini” aştığını anlayan iki yatırımcı, işlerinden ayrılarak kendilerini tamamen organik tarım üretimine vakfetmişler ve işe meyvecilikle başlamışlar. “Altı yedi ay sonra ilk badem ve ceviz ağaçlarını dikmiştik bile. Daha sonra arkasından sıra şeftali, Japon eriği, kayısı ve ayva gibi onlarca çeşit organik meyve ağacına geldi.” Neden daha kısa zamanda ürün alınabilecek sezonluk ürünler yerine, daha uzun erimli bir yatırım gerektiren meyveciliğe yöneldiklerini sorduğumuzda, Burak Bey “Katma değerli ürünlerin bu alanda daha çok şansı olacağına inanı- yorduk” diyor. Ancak John Lennon’un “Hayat biz onu planlarken başımızdan gelip geçenlerdir” aforizması bir kere daha doğrulanıyor ve yatırımcılarımıza çevrelerinden yine yoğun bir talep geliyor (aslında konunun ne kadar çok kişinin görüş alanında olduğunu göstermesi açısından da ilginç bir veri bu). Bunun üzerine yine organik meyvecilik alanında iştigal edecek yeni bir şirket kuruluyor ve ilk treni kaçıran 23 ortak da bu yeni şirkete sermaye koyuyor. İşler ve meyve bahçeleri böyle, bir Amerikan filmi temposuyla büyürken, yatırımcıların aklına bu sefer de “Ağaçların büyümesini beklerken, altlarında niye ara tarım yapmıyoruz?” sorusu düşüyor ve sebzeciliğe başlamaları da pek uzun sürmüyor. “Bölge kriterlerine çok uygun düşen çilek üretimiyle işe giriştik; beş dönümle başladık ama kısa sürede 60 dönüme kadar çıktık” diyor Burak Bey. 60 dönüm organik çilek gerçekten büyük bir rakam. “Bu kadar büyük çapta bir üretim konvansiyonel tarım için bile ciddi bir rakam. Organik çilek içinse gerçekten çok büyük bir rakam” diyor Burak Gürdal ve içeriden bir sepet çilek getiriyor. Bir yandan inanılmaz lezzetteki çileklerden tadıyor ve soruyoruz: Bunların tümü ihracata mı gidiyor, yoksa bizim de yeme şansımız oluyor mu? “Büyük bir kısmı ihracata gitti ama iç pazara dağıttıklarımız da oldu” diyor Gürdal ve ekliyor: “Bu yedikleriniz, tarlada kalan köklerden tekrar çıkanlar. Güneşi görünce tekrar tekrar ürün veriyorlar”. Alabaş, Şevketi Bostan, Radika ve Diğerleri… Bölgesel ve iklim avantajları nedeniyle, narenciye dışında, her türlü tarımsal ürünü yetiştirme şansı var Prunus’un. Çok araştırarak, doğru danışmanlarla çalışarak, yaz ve kış olmak üzere doğru ürünü yetiştirebiliyorlar. Alabaş, şevketi bostan, radika, ebegümeci ve sarmaşık gibi az bilinen tarım ürünlerine yönelmeleri de hayli ilginç. Gürdal, tüketicilerin bu tür ürünlere ulaşmasının zor olduğunu ama bir kere satın alma şansı olduklarında, sürümünün hiç de azımsanmayacak bir düzeyi yakaladığını anlatıyor. Bu da bizim aklımızda hep dolaşıp duran soruyu getiriyor: “Peki, organik ürünleri, iç tüketiciyle daha sıkı fıkı bir ilişki içine Söyleşi Tarladan Eve dükkanlarında, sadece taze sebze ve meyve değil, çikolatadan una, makarnadan temizlik malzemesine kadar her tür organik ürün bir arada bulunabilecek. nasıl sokacağız? Gürdal sorumuzu “Özellikle büyük şehirlerde organik ürünleri tüketmeye hazır bir kitle olduğunu biliyoruz. Organik ürünün konvansiyonel tarıma kıyasla daha pahalı olması bir dereceye kadar anlaşılır bir şey ancak normalin üstündeki fiyatları n bir sebebi de fazla aracı olması. Bu konuda ne yapabiliriz diye düşündük” şeklinde yanıtlar yanıtlamaz, oturduğumuz mekanın bu sorunun asıl yanıtı olduğunu anlıyoruz. Evet, İstanbul’un Kemerburgaz yakınlarındaki Göktürk Beldesinde, tabelasında “Tarladan Eve” yazan ve biraz da eski manavları anımsatan küçük, şirin bir dükkândayız. Duvarda da “Dükkânımızda satılan her şey sertifikalı organiktir” yazıyor. Gürdal gururla, kendi ürünlerini ve diğer organik tarım üreticilerinin mallarını, araya mümkün olduğunca aracı koymadan, dolayısıyla ehven fiyatlarla, organik tüketicinin bulunduğu yerlere ulaştırabilecek bir satış kanalı yaratmayı hedeflediklerini anlatıyor. “Tarladan Eve” markası bu hedefle doğmuş. Tarladan Eve Projesini “İçeri giren kişinin, sadece taze sebze ve meyveyi değil, çikolatadan una, makarnadan temizlik malzemesine, çerezinden baharatına ve gurme ürününe kadar her tür organik ürünü bir arada bulabilmesi” sözleriyle özetleyen Burak Bey’e dükkanın franchise modeliyle mi açıldığını soruyoruz. “Evet, bir çeşit franchise ancak dükkânın sahibi çok yakın, güvendiğimiz bir dostumuz. Organik üründe güven son derece önemli. Kapıdan içeri giren her şeyin çok dikkatli bir biçimde denetlenmesi gerekiyor”. En az haftada bir kez taze meyve ve sebzeyi dükkâna ulaştırdıklarını; mağazalar yaygınlaştıkça bu sürenin giderek kısalacağını; sonunda hedeflerinin her gün taze organik meyve ve sebzenin raflarda yerlerini alması olduğunu duyunca aklımıza işin lojistiği geliyor. “Kendi soğuk taşıma aracımız var. Sabah hasadını yaptığımız ürünü, ertesi sabah dükkâna ulaştırabiliyoruz” diye yanıtlıyor Gürdal sorumuzu. Peki, yeni mağazalar ne zaman, nerelerde açılacak? “Bu girişim daha bir bebek” diye gülümseyerek yanıtlıyor Gürdal bizi. “Ama değişik yerlerde üç dört mağaza için görüşmelerimiz sürüyor” diyor ancak yer konusunu şimdilik gizli tutuyor. Mahallenizin Organik Manavı Geliyor mu? Peki, bu yazıyı okuyan birisi, “Ben de bu işe girmek istiyorum, franchise almak için şartlarınız nedir?” diye sorsa. Gürdal bu konuda oldukça temkinli: “Bu iş için açıkçası daha çok erken. Ama önümüzdeki dönemde bu konulara yoğunlaşacağız. Açıkçası bu tip bir girişimin önümüzdeki yıllarda mahalle bazına kadar yayılabileceğini düşünüyorum. O zaman bu tip taleplere yanıt verebilir duruma geleceğiz”. Planlar sağlam; girişimciler işbilir; toprak tertemiz organik ürünleri üretmeye hazır; tüketiciler bekleyişte. Peki, geriye ne kaldı? Sanırım sabır ve kararlılık. Başta da söylediğimiz gibi, eğer finansal olarak direnebilirlerse nur topu gibi bir organik mağazalar zinciri doğmak üzere. Bizden söylemesi. Kısacası tohum toprağa düşmüş durumda bakalım tohumlar ne zaman yeşerecek…

EkoIQ Editör