Kent

MBB ÇevreYönetim Merkezi Direktörü Aynur Acar: "Belediyelerin Ana Konusu Çevre Olmalı"

Marmara Belediyeler Birliği, 11 il, ilçe ve belde belediyelerinin oluşturduğu 232 birimlik devasa bir yerel yönetim organizasyonu. Türkiye sanayisinin en yoğun olduğu bir bölgeye yerel hizmet veren bu büyük şebekedeki çevresel iyileştirmelerin etkilerini varın siz düşünün. Birliğin Çevre Yönetim Merkezi Direktörü Aynur Acar, bu kritik konumu en iyi gören insanlardan biri ve bu nedenle tüm emeğini belediyelerin yeşil dönüşümlerine adamış durumda.

Söyleşi: Barış DOĞRU
Fotoğraflar: Özgür GÜVENÇ

Yerel Yönetimler, özellikle çevre alanında, vatandaşla sanayiyi bir araya getiren kritik halkalardan biri. Orada atılacak adımların çok önemli etkisi olabilir. Marmara Belediyeler Birliği bu alanda neyi hedefliyor?
Marmara Belediyeler Birliği (MBB), 1975 yılında Marmara denizindeki çevre kirliliğiyle baş edebilmek için kuruldu. O günden bugüne gelen her dönem başkanı bir takım konulara el atmış. Balık türlerinin korunması, körfezlerdeki kirlilik, Haliç’in temizlenmesi yolunda adımlar atıldı. Fakat çevre konularında ciddi anlamda da bir birimde kurulmamış. İlk olarak 2006 yılında Türk-Alman Çevre Yönetim Merkezi olarak faaliyet başladık. Türkiye-Almanya ikili işbirliği protokolünde bu çevre merkezinin kuruluş maddesi bulunuyordu. Türk hükümeti çevre konularını halledebilmek için Almanya’dan yardım istemiş; onlar da kendi sistemlerini uygulamak için kabul etmiş. Teknik adamları Almanya sağladı. Bu destekle kurulan MBB Çevre Yönetim Merkezi sadece Marmara’da değil, tüm Türkiye’de faaliyet gösterdi. Gaziantep’te tüm Doğu ve Güneydoğu Anadolu belediyelerine, Samsun’da bütün Karadeniz bölgesine, İstanbul’da tüm Marmara bölgesi belediyelerine katı atık yönetimi, atık su yönetimi ve alternatif enerjiler konusunda belediyelerin su idaresi yetkililerine eğitim verdik. Bu çalışma 2009 başlarında bitti. Alman ekiple birlikte eğitimiz bu insanlarla kaynağında ayrıştırma projeleri, çöplerin bertaraf projeleri gerçekleştirdikten sonra belediyeler bilinçlenip kendileri bir şeyler yapmaya başladı.

Bu eğitimlerin olumlu sonuçlarını görebildiniz mi?
Bu eğitimler Almanlar vasıtasıyla verilmiş olsa da belediyelerimize çok şey kattı. Hem yabancı olarak Almanlar hem de belediyelerimiz şunu gördü: Türkiye’nin kendine özgü bir sistemi, yaşam standardı var. Ben her zaman onlara “Avrupa’daki sistemleri getirip buraya uyarlamaya kalkmayın. Bu en büyük hata olur. Biz Türkiye standartlarına göre bir sistem oluşturmalıyız ”dedim. Onlar da buna göre adım atmaya başladı. Güzel projeler ortaya çıktı. Bugün bu çevre merkezi Türkiye’deki belediyelerin kaynağında ayrıştırma gibi en önemli konusunun temelini attı. Bizim arkamızdan diğer sivil topluk kuruluşları ve belli bir süre sonra bakanlık gelmeye başladı. Açıkçası bu da bize gurur verdi. Başlangıca göre şu an çok iyi durumda olduğumuzu görüyorum. Çevre merkezi, bu projeler tamamlandıktan sonra Marmara bölgesine odaklandı. Nedeni de bu bölgeyi en kirli ve sorunlu bölge olarak da görmemiz, sanayinin, ekonominin hem burada olmasıdır. Kocaeli’nden Edirne’ye kadar birçok sanayi merkezi var. Sanayiye fazla müdahale etme hakkımız yok; biz belediyelerle çalışmak durumundayız. Belediyeleri tek tek gezmeye başladık. Şu an 232 belediyemiz var; 11 il dışında ilçe ve beldeler de bu sayının içinde. Hepsiyle ortak hareket etmek istiyoruz. Bizim ağırlıklı hedefimiz ne onlara bir teknoloji satmak, ne bir ürün oluşturmak. Bizim hedefimiz eğitim ve bilinçlendirme yapmak, kapasite yükseltmek.

Siz bu bilgiyi yaygınlaştırarak bir farkındalık yaratıyorsunuz, belediyeler de gerekli düzenlemeleri kendi kaynaklarıyla, fonlarıyla sağlıyorlar.
Sağlıyorlar fakat yaşadığımız bir takı m sıkıntılar da yok değil. Örneğin Alman ekiplerle eğittiğimiz elemanların birçoğunu şu an yerinde bulamıyoruz. Yerel seçimlerden sonra değişen başkanları n yaptığı kadro değişiklikleri nedeniyle bu personel eski işine devam edemiyor. Bu da sürdürülebilirliği engelliyor. Biz bu duruma belki müdahale edemiyoruz ama başkanlarımızdan “Eğitilmiş elemanları o projenin sürdürülebilirliği için lütfen yerinde tutun” diyerek ricalarda bulunuyoruz. Yoksa o proje için alınmış hibe, yapılmı ş yatırım, çabalar, emek, harcamalar ve zaman boşa gidiyor.

Almanya ile bu yöndeki işşbirliği devam ediyor mu?
Yeni projeler, teklifler geliyor ama buranı n şartlarına uygun değil. Artık kendi başımıza, kendi öğretim üyelerimizle, kendi akademisyenlerimizle, eğitmenlerimizle kadroları eğitiyoruz. Zaten belli bir aşamaya da geldi. Bu yönetmeliklerin çıkışından beridir yönetmeliklerin hepsini belediyeler uygulamaya başladı. Çevre il müdürlüklerinin uzmanlarıyla, bakanlığın yetkilendirdiği kuruluşlarla ortak hareket ederek bunu yaptık. Neredeyse altı senedir bütün eğitimlerimize bu kişi ve kuruluşları götürdük. Şu anda AKAD Platformu var ve bu çatı altında toplanan insanları ben zaten altı senedir bu eğitimler için her yere götürüyordum. Ben özel sektörden gelmeyim, 27 yıldan sonra kamuya geldim. Biraz kamu- özel sektör işbirliğini de sağlamak zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Kamu olmadan özel sektör iş alamaz, özel sektör olmadan kamu teknoloji alamaz. Doğal olarak dayanışma içinde olmalılar. İşin ticari kısmını bir kenara bırakıp manevi olarak da bu duruma böyle bakıyorum. İşin ana öğesini teknolojiler oluşturuyor. Belediyenin elinde teknoloji olmazsa bu sistemleri nasıl kuracak, bu yönetmelikleri nasıl uygulayacak? Katı atık, atık su, alternatif enerjiler üzerine çalışabilmek için teknolojiye sahip olmalısı- nız. Güneş enerjisi, rüzgâr enerjisi, termal enerjinin içinde teknolojiler var. Belediyeler bunları bilmezse kendi bölgesindeki alternatif enerji potansiyellerini nasıl belirlesin? Kaplıcası var, jeotermal enerji üretebilir ama bilmediğinden sıcak suyu sadece hamam ve kaplıca için kullanıyor! Ondan nasıl elektrik üreteceğini bilse yatırım yapabilir.

Temel düzeyde bilgilendirme yapıyorsunuz değil mi?
Bunu yapmaya mecburuz. Aynı şekilde bir sürü atık su arıtma tesisimiz var. 1960’larda Türkiye’den bir sürü makine ve inşaat mühendisi atık su arıtma tesisleri üzerine eğitim almak için Almanya’ya gönderilmiş. Ama ne olmuş? Bütün o insanlarla tanıştım, konuştum. “Türkiye’ye döndükten sonra hepimiz odalara tıkıldık, kimse bize proje yaptırmadı” diyorlar. Bir tanesini istediğ iniz zaman size getirebilirim. 83 yaşında kendisi ve “Ülkemize vefa borcumuz var, ödememize izin vermediler” diyor. Sonrasında yapılan tesisler düşük kapasitede yapılmış. Küçük kapasiteler de hızlı nüfus artışı nedeniyle yetersiz hale gelmiş. Kapasitesinin çok üzerinde atık su geliyor. Öyle olunca arızalar ortaya çıkmaya başlı- yor, suyu farklı yerlere deşarj etmeye başlıyorlar. Katı atık ayrıştırmada da aynı sorun var. Ben birkaç senedir, iki-üç gözlü çöp kovası imal ettirmeye çalışıyorum. Masa altına koydurayım, insanlar çöpünü gereken göze atsın. O kovalar Türkiye’de üretilmediği için mutfaktaki kadınımız bunları kullanamıyor ve ev içinde katı atık ayrıştırması yapılamıyor. Belediyelerin bu yönde çalışmalar yapması gerekiyor. Çöplerin kapıların önünden ayrı ayrı toplanmasının ciddi bir sistem haline getirilmesi gerekiyor. Bu çok önemli bir konu ve neredeyse sıfır noktasında olduğumuzu düşünüyorum. Ben çöpümü ayrıştırıyorum ama bunun bir önemi olup olmadığından emin değilim. Çöpe onları bıraktığımda onları ayrı ayrı toplamıyorlar. Ayrı ayrı çöp konteynırları koyamamalarının bazı nedenleri var: Sokak toplayıcıları. Onlar ambalaj atıklarını alıp götürüyor, belediyenin anlaşmalı olduğu ambalaj toplayıcı firma geride bir şey bulamadığından zarar ediyor. Belediye ona bütçesinden pay vermek yerine, bölgesini verip orada elde edilecek geri dönüşümden para kazanması istiyor.

Esenler belediyesinin bu yönde ciddi bir çalışması var. Onların projesini nasıl buluyorsunuz?
Onlar çöp toplayıcılarını bu sisteme entegre etmiş durumdalar ve pilot olarak gayet iyi gidiyorlar. Bu işe başladığımda ilk sokak toplayıcılarını araştırdım. Bir gün iş yerime giderken iki tane sokak toplayıcısını gördüm, durdum ve onları seyredip neler yaptıklarını öğrendim. Genç çocuklardı; onlarla yakındaki bir kafeye gittik; çok çekingenlerdi, içeri girmek bile istemediler. Çocukları n sağlık sigortası ve sosyal güvenceleri yok, yaşadıkları yerler sağlıklı değil. O kadar çok sorun vardı ki… Geçen yılın ortasından beri bir hedefim var: Avrupa’da atık toplama merkezlerinin benzerlerini Türkiye’de kurmak. Bunu gündemimize aldığımızda bu işi nasıl yapabileceğimize baktık. Kalkıp belediyelerimizden yardı m alıp mahallelerdeki hurdacılara gitmek istedim. “Aynur hanım sizin ne işiniz var oralarda” diyerek götürmek istemediler. Ben de tek başıma gittim. Bakıyorsunuz sağı solu kirli, toprak yağlı, pis bir koku, civardaki evlere zarar veriyor, görüntüyü bozuyor. Sanayiden gelen birisi olduğum için kapılarını çalıp selamımı verip iş yerlerine girdim. “Ne yapıyorsunuz?”, “Ayrıştırma yapıyoruz.” “Çok güzel. Peki yaptığınız işin faydasını biliyor musunuz?” diyerek önce onları onore ettim. Sonra “Bu işi daha sağlıklı şartlarda yapamaz mısınız?” diye sordum. “Nasıl yapacağız?” diye soranlara “Avrupa’da atık toplama merkezleri sizin yaptığınız işin modern halini yapıyor. Bir nevi modern hurdacılar. Buraları o atık toplama merkezleri gibi yapalım” dedim ve hepsinden “Bize yol gösterin, yardımcı olun, yapalım” yanıtını aldım. O güne kadar gelen kamu görevlilerinin kendilerini hep buralardan çıkartmak istediklerinden, yol göstermeye çalışmadıklarından dert yandılar. Onlar da kendilerine göre haklılar. Oradan para kazanıyorlar, işlerini oturtmuşlar, birçok kişiye de ekmek sağlıyorlar. Belediyelere sorduğunuz zaman “Bölgemizde atık toplama merkezi için yer yok” yanıtını alıyorsunuz. Ben de onlara bu hurdacıları modern hurdacılar haline dönüştürmelerini, atık toplama merkezi haline getirmelerini; onları yerlerinden etmek yerine kazanmalarını tavsiye ettim. Hatta onları bu işi yapabilmeleri için Avrupa Birliğinden kaynak sağlayabileceklerini de söyledim. Buna rağmen hiçbir belediyem AB’den kaynak almak için böyle bir projeyle bana gelmedi.

Neden?
Açıkçası hurdacılarla uğraşmak istemiyorlar.

Bir yaptırım gücünüz var mı?
Böyle bir gücümüz yok. Bakanlıktan bu yönde aldığımız bir yetki yok. Yeni bir yönetmelik çıktı ve Bakanlık her belediye ve belediye birliği bünyesinde böyle bir çevre birimi bulundurmasını zorunlu kılan bir düzenlemeye gitti. Biz zaten altı senedir varız ve bu çerçevede bize bir takım yetkiler verirlerse biz de memnuniyetle bir takım projelerin yaptırımlarını uygularız. Arkadaşlarımıza daha sıkı bir yol göstermeyle atık toplama merkezlerini kurarız, sokak toplayıcılarını sisteme entegre etmeye çalışırız. Sokak toplayıcısı hurdacıya çalışıyor; eğer siz hurdacı yı kazanırsanız sokak toplayıcısı da zorunlu olarak sisteme katılır. Aynı zamanda da onun yerini de atık toplama merkezine dönüştürebiliriz. Her bölgede böyle bir yere ihtiyaç var. Kapılarının önüne buzdolaplarını, koltuklarını çıkartıyorlar. Bu artık kabul edilebilir değil.

“Olumsuzluk Arşivi Oluşturuyorum”
Belediyelerimiz çevre konusunu birinci sıraya taşımak zorundalar. Dünyada bu artık böyle. Çevre çiçek, böcek değil; çevrenin alt yapısı lazım. Bu da bilinçli kurulmalı. Ben doğa sporcusuyum, sürekli geziyorum, Trekking yaparken gittiğim yerleri gözlemleyip öyle geri dönüyorum. Gördüğüm her türlü eksikliği de fotoğraflıyorum. Belediyelerimiz bunun farkında bile olmuyorlar ancak ben onların önüne bu fotoğraflarla çıktığım zaman durumu öğreniyorlar. Elimde şu anda kocaman bir “Olumsuzluk Arşivi” oluştu. Bu olumsuzlukları görünce duruma tahammül edemiyorum, hemen birkaç gün içinde oraya gidip durumu ortaya koyuyorum. Görünce çok şaşırıyorlar.

“Çöpümüzü Minimize Etmeliyiz”
Çevre sorunları bir halka. Bu halkaların birinde başarılı olursanız istediğiniz sonuca ulaşabilirsiniz. Ben de bu halkalardaki en önemli sorun olarak çöpü görüyorum. Çöpü kaynağında ayrıştırıp minimize ettiğimiz takdirde, devamındaki çöpün ayrıştırılması, depolaştırılması çalışmalarında başarıya ulaşabiliriz. Bazı sorunlar azalacak, bazıları kendiliğinden ortadan kalkacak. Bundan gelir elde edilecek, yaşam standardı yükselecek. İnsanlara götürdüğünüz hizmetle yaşam standardını ölçebilirsiniz. İnsanlara kaliteli bir yaşam standardı veremiyorsanız hizmetiniz kalitesiz demektir.

“Belediyelerden Yağ Bidonu İsteyin”
Bizde en büyük eksiklik teşvik. Biyodizelciler 49 tane atık yağ dönüşüm tesisi kurdular; yağları toplamaya başladılar. Ama bir ÖTV çıkarıldı, hepsi geri adım attı. Yüzde 25 az bir oran değil. Hâlbuki sizin yüzde 25 oranında desteklemeniz lazım. Biyodizel tırlarda, şehir içi ve şehir dışı otobüslerde kullanılabiliyor ve çevreyi de kirletmiyor. Bir tek egzozdan yemek kokuları çıkar! Yoksa o yağlar denize dökülecek. Aslında her belediye yönetmelik çerçevesinde bunları toplamakla yükümlü. Her belediyenin de şu anda bir atık yağ toplama firmasıyla anlaşması var. Her belediye elektronik atık toplayıcısıyla, atık yağ toplayıcısıyla, ambalaj atığı toplayıcısıyla, lastik toplayıcısıyla anlaşmalar yapmak durumda. Kanun bunu zorunlu kılıyor. Ama bunu vatandaş da bilmiyor. Hâlbuki kendi belediyenizi arayacaksınız, “Biz apartman olarak atık yağlarınızı toplamaya karar verdik. Kiminle anlaştıysanız bize bidon gönderin” diyeceksiniz.

About Post Author