Washington merkezli Birleşmiş Milletler Vakfında Üst Düzey Politika Danışmanı olarak görev yapan Yasemin Biro, enerji, iklim değişikliği ve kalkınma politikaları konusunda ülkemizin yetiştirdiği önemli uzmanlardan biri. Dünyadaki gelişmeleri çok yakından takip eden Biro, farklı ülkelerin ulusal stratejilerini ve Türkiye’nin önündeki önemli olanakları EKOIQ okurları ile paylaştı.
Birleşmiş Milletler Vakfı hakkında bize biraz bilgi verebilir misiniz?
Birleşmiş Milletler Vakfı, ABD merkezli bağımsız bir sivil toplum örgütü. Washington’da ve New York’ta ofisleri var. Vakıf, CNN’in kurucusu girişimci Ted Turner’in 1998’de 1 milyar dolarlık bağışı ile kuruldu. Vakfın amacı, Birleşmiş Milletlerin tüm dünyada sürdürdüğü çalışmaları desteklemek, ABD’nin Birleşmiş Milletlerin çabalarına etkin katılımını ve maddi desteğini teşvik etmek ve iklim değişikliği, enerji, çocuk sağlığı, afetler, eğitim gibi küresel sorunların çözümünde Birleşmiş Milletlere yardımcı olmak. Şu anda Vakfın başkanlığını eski Colorado Senatörü Tim Wirth yapıyor.
İklim değişikliği konusu aynı zamanda bir iş modeli olarak da kabul görüyor. Siz de Vakıf olarak bu konuda çalışmalar yapıyorsunuz. Peki, genel olarak dünyada temiz enerji yatırımları ne durumda?
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arası ayrımlar var mı? Kömür, petrol, doğalgaz, vs. nasıl bir iş konusu ise güneşe, rüzgâra ve jeotermale dayalı temiz enerji de artık bir iş konusu. Hem de giderek gelişmekte, büyümekte olan bir iş konusu. Küresel temiz enerji yatırımları, 2004 ile 2007 arasında genel olarak 4 kat, kalkınmakta olan ülkelerde ise 14 kat arttı. 2008 yılı itibariyle, tüm dünyada yapılan temiz enerji yatırımları 155 milyar dolara ulaştı. Bunun yaklaşık üçte biri, yani 48 milyar doları, kalkınmakta olan ülkelerde gerçekleşen yatırımlar. Yani, temiz enerji artık sadece kalkınmış zengin ülkelerde mevcut olan bir seçenek değil; artık tüm dünyada talep gören bir alternatif.
2008 yılında ise küresel yenilenebilir enerji yatırımları (hidroelektrik de dahil olmak üzere 140 milyar dolar) alışılmış enerji kapasite yatırımlarını (yaklaşık 110 milyar dolar) ilk defa aşmış oldu.
Bu arada enerjinin verimli kullanımı için yapılan yatırımları da unutmamak lazım. Enerji tasarrufu, aslında düşük karbon ekonomisine geçişte ilk ve belki de en önemli adım. Binalarda, fabrikalarda, işyerlerinde, ulaşımda vs. enerjiyi daha verimli kullandığınızda hem tasarruf sağlıyorsunuz hem de kurulu gücünüzü optimum kullandığınız için ileriye yönelik yeni enerji kapasitesi kurmak için yapmanız gereken yatırımı azaltmış oluyorsunuz. Enerji tasarrufu her sektörde öncelikle ele alınması gereken bir konu.
Yeşil teşvikler (Green Stimulus) bu konuda nasıl bir öneme sahip?
Gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülke, düşük karbon teknolojilerinin, özellikle de temiz enerji teknolojilerinin ve enerji tasarrufu sağlayan teknolojilerin kullanımını teşvik amacıyla politikalar üretiyor ve devlet bütçelerinden bu teknolojilerin geliştirilmesi, piyasaya sürülmesi ve kullanımının yaygınlaştırılması için kaynak ayırıyor.
Son yıllarda yaşanan küresel ekonomik krize yanıt olarak birçok ülke, ekonomik çöküntüyü önlemek ve ekonomilerini canlandırmak amacıyla kapsamlı yatırım paketleri açıkladılar. Bu paketlerin birçoğu “yeşil” yatırımları öngörüyor. HSBC’nin tahminlerine göre 2009 itibariyle tüm dünyada yaklaşık 512 milyar dolarlık bir kaynak “yeşil teşviklere” ayrıldı. Yeşil teşviklere kaynak ayıran ülkeler arasında ABD, Avrupa Birliği, Avustralya gibi gelişmiş ülkelerin yanı sıra Çin, Meksika, Güney Afrika ve Güney Kore gibi gelişmekte olan ülkeler de var. Örneğin, Avrupa Birliğinin açıkladığı önlem paketinin yüzde 64’ü yeşil yatırımlara ayrılmış. Güney Kore’nin paketinin ise yüzde 79’u yeşil yatırımları hedefliyor. Çin, önlem paketinin yüzde 34’ünü, ABD yüzde 12’sini, Güney Afrika yüzde 11’ini, Meksika ise yüzde 10’unu yeşil yatırımlara yönlendiriyor. Bu teşviklerin 2011 senesine kadar toplam 1 trilyon dolarlık yatınma dönüşmesi bekleniyor.
Bu teşvikler daha önce atılan adımları da pekiştirerek şimdiden meyve vermeye başladı. 2009 yılı itibariyle 73 ülke, ulusal yenilenebilir enerji hedeflerini belirlemiş durumda. 64 ülkede ise yenilenebilir enerji üretimini teşvik edici politika ve düzenlemeler yürürlükte. Bu arada hem gelişmiş hem de gelişmekte olan birçok ülke “ulusal yeşil ekonomi planları” hazırlayıp yürürlüğe sokmuş durumdalar. Bu ülkeler arasında ABD, İngiltere, Çin ve Güney Kore başı çekiyor. İngiltere’nin “Ulusal Düşük Karbona Dönüşüm Planı ve İklim Değişikliği Yasası,” yenilenebilir enerji ve enerji tasarrufunu teşvik ederek, ülkenin karbon salımlarını 2008’den 2020’ye kadar yüzde 18 oranında azaltmayı öngörüyor. Bu çerçevede İngiltere, rüzgâr ve dalga enerjisi ve elektrikli taşıt araçları gibi teknolojilere yatırım yaparak küresel bir “yeşil endüstri” merkezi haline gelmeyi ve dünyanın her yanından yatırımcıların bu konuda İngiltere’ye yatırım yapmalarını sağlamayı amaçlıyor. Benzer bir şekilde, Güney Kore de 2008’de “Düşük Karbonlu Yeşil Büyüme Planını” yürürlüğe soktu. Önümüzdeki 60 sene için yapılan kısa, orta ve uzun döneme yönelik beş yıllık “yeşil kalkınma” planlan, Güney Kore’nin petrol ve kömüre olan bağımlılığını azaltarak ülkede temiz enerji ve enerji tasarrufuna dayalı bir ekonomik büyümenin gerçekleşmesini amaçlıyor. Bunun için de yıllık GDP’lerinin yüzde ikisini bu yöndeki yatırımlara ayırmayı planlıyorlar.
Peki, bu alanda ülkemizde ne tür gelişmeler yaşanıyor?
Türkiye’deki girişimci de büyümekte olan bu pastadan payını almak istiyor elbette. Türkiye aslında bir temiz enerji zengini. Ülkemizde hem güneş hem rüzgâr hem su/hidroelektrik hem de jeotermal açısından kaynak bolluğu var. Aynı zamanda da bu kaynaklan geliştirip tüketicinin hizmetine enerji ürünü olarak sunmak isteyen birçok girişimcimiz var. Türkiye bu potansiyeli kullanarak komşularına temiz enerji ve tüm dünyaya da temiz enerji teknolojisi satan bir “yeşil endüstri” merkezi haline dönüşebilir. Ülkemiz, bir turizm cenneti olmanın yanı sıra bir temiz enerji cenneti de olabilir!
Şu anda ülkemizde buna yönelik birçok adım atılmış durumda ama bazı eksikler var. Bunlar temiz enerji pazarının etkin işleyebilmesi için gereken yasal düzenlemeler; hem üreticiyi hem de tüketiciyi özendirici teşvikler ve yatırımcıların karşılaşabileceği riskleri azaltıcı önlemler. Ankara’da buna yönelik çalışmalar devam ediyor ve konuyla ilgili yeni bir temiz enerji yasasının yakında çıkması bekleniliyor. Bir de tabii üretilen temiz enerjinin tüketiciye ulaşımını sağlayacak gerekli dağıtım kapasitesinin ve teknik altyapının kurulması gerek. Bunun için de devlet ve özel sektörün ortaklaşa çalışması ve bazı yatırımları da ortaklaşa yapması gerekiyor.
Düşük karbon ekonomisine geçişte, en önemli sorunlardan biri de yatırımların finansmanı. Bu konuda ne gibi çalışmalar var?
Aslında dünya genelinde artık temiz enerji teknolojilerinin finansmanını özel sektör doğrudan kendisi gerçekleştiriyor. 2007’de küresel olarak bu teknolojilere yapılan yatırıma baktığımızda, yüzde 94’ünün özel sektör kaynaklı olduğunu görüyoruz. Fakat özel sektör yatırımının büyük çoğunluğu gelişmiş olan ülkelerde gerçekleşiyor. Kalkınmakta olan ülkelerdeki girişimci ise hâlâ devlet yardımına ve teşvikine ihtiyaç duyuyor. Bu nedenle, Dünya Bankası ve bölgesel kalkınma bankaları bazı özel yatırım fonları oluşturdular. Bu temiz enerji fonları, doğrudan özel sektör finansmanının yeterli olmadığı ve yatırımcıların çok çeşitli risklerle boğuştuğu ülkelerde bu teknolojilerin teşvik edilmesi ve piyasaya sürülmesi için kaynak sağlıyor. Bu fonlar arasında Dünya Bankasının 6,3 milyar dolar tutarındaki İklim Yatırım Fonları (Climate Investment Funds CIF) başı çekiyor. Bu fonlardan 2012’ye kadar 1520 ülkenin yararlanması bekleniyor.
Türkiye için ne gibi olanaklardan söz edilebilir? Türkiye bunlardan yararlanabiliyor mu? Daha çok yararlanması için neler yapması lazım?
Türkiye, şu anda Dünya Bankasının bu CIF fonundan yararlanan ilk üç ülkeden biri. Bu fon kapsamında Türkiye, Dünya Bankasından 400 milyon dolarlık bir kredi kullanıyor ama bu miktar 3,85 milyar dolarlık toplam yatırımın sadece yüzde 10’unu oluşturuyor. Dünya Bankasından alınan kredi, 1,9 milyar dolarlık uluslararası finansman (IFC ve Avrupa Kalkınma Bankası) ve 1,55 milyarlık ulusal yatırım (Türkiye Devleti, Türkiye Kalkınma Bankası, Türkiye Sanayi ve Kalkınma Bankası ve Halk Bank gibi yerel bankalar, özel sektör yatırımcıları ve TEİAŞ) ile tamamlanacak.
Türkiye, bu program kapsamında, yenilenebilir enerji yatırımları, özellikle de rüzgâr, güneş, jeotermal ve küçük hidroelektrik yatırımları için özel sektör girişimlerinin teşvik edilmesini, Akıllı Dağıtım Ağı kurulmasını ve ülke çapında enerji tasarrufu ve enerjinin verimli kullanımına yönelik yatırımların yapılmasını hedefliyor.
“Enerji ve İklim Konusunda Ulusal Bir Stratejiye İhtiyacımız Var”
Enerji ve iklim konusu çok kapsamlı ve her sektörle, sanay olsun, ulaştırma olsun, tarım olsun doğrudan bağlantısı olan bir konu. O nedenle ilgili tüm bakanlıkların ve kurumların ortaklaşa ve koordineli olarak ve hatta ingiltere ve Güney Kore örneğinde olduğu gibi, bir ulusal strateji veya plan kapsamında çalışmalar gerekiyor. Bu arada da konuyla lgili kamu politikaları mutlaka öze sektör ile iletişim içerisinde şekillendirilmek zira bu politikaların uygulayıcısı ve ileride de en önemli yatırımcısı özel sektör girişimcisi. Ayrıca Türkiye’nin enerji ve iklim konusundaki uluslararası gelişmeleri dikkatle izlemes gerekiyor. Bu konuda ülke çapında araştırma ve geliştirmeye destek vermesi; ülke menfaatlerini göz önüne alarak uluslararası müzakerelerde aktif olarak yer alması; dış kaynaklı “yeşil” yatırımlar ülkeye çekmesi ve yerel yatırımcıları ve girişimcileri de teşviklerle desteklemek için gerekli yasal düzenlemeleri en kısa zamanda yapması gerekiyor.
Dr. Yasemin Biro Kimdir?
Çevre ve doğal kaynaklar ekonomisti olan Yasemin Biro, iki senedir, Küresel Çevre Fonu ve Dünya Bankasından izinli olarak, Birleşmiş Milletler Vakfının Washington ofisinde Üst Düzey Politika Danışmanı olarak görev yapıyor. Uzmanlık alanı enerji, iklim değişikliği ve kalkınma politikaları. fiu sıralarda çalışmaları daha çok, düşük karbon ekonomisine geçişin finansmanı, temiz enerji yatırımlarında özel sektörün yeri ve enerjide kamu-özel sektör ortak girişimleri (Public-Private Partnership – PPP) konuları üzerine yoğunlaşmış durumda.