Enerji

Kurulacak Santrallerin Sertifikaları Bile Yok

Röportaj: Balkan TALU

“Nükleer Destan” isimli kitabıyla önemli uyarılarda bulunan nükleer fizik Profesörü Hayrettin Kılıç’la yeniden gündeme gelen nükleer santralleri konuştuk.

“Yeni nesil santrallerde nükleer reaksiyon prensiplerinde bir değişiklik yok, yani ‘yeni nesil bir nükleer zincirleme reaksiyonu’ icat edilmiş değil”

İlk olarak Sinop ve Mersin’de kurulması planlanan santrallerin niteliği hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?
Akkuyu’ya yapılacak olan santral Ruslar tarafından geliştirilmiş olan WER 1400 üçüncü nesil bir santral. Bu santral hiçbir Batı ülkesinden herhangi bir sertifika almış değil. Rus nükleer endüstrisi Türkiye ve Bulgaristan üzerinden batıya açılmak istiyor. Bulgaristan’daki Belene nükleer tesislerinde aynı santralin WER 1000 modelini geliştirmek istediler ama 1984’te yaşanan büyük ekonomik, teknolojik skandallardan sonra bu projeden vazgeçildi. Bulgaristan AB üyesi olduktan sonra bu projeye uzun süre ara verildi. 1990’larm sonunda Bulgaristan tekrar nükleer kapasitesini arttırmaya karar verdi. Belene bölgesinde kurulacak dört reaktör için ihale açıldı. Son anda Avrupa şirketleri ihaleden çekildi ve santralleri Rusların yapmasına karar verildi. Finansmanın da yüzde 50’si Alman RWE tarafından sağlanacaktı ama WER 1200 ve WER 1400 santralleri, Avrupa Birliği’nden sertifika alamadı ve ihale, AB Enerji Komisyonu tarafından iptal ettirildi. Almanlar da projeden çekildi.
Bulgaristan’daki proje iptal edilince bu santralin Akkuyu’da yapılması gündeme geldi. Yine Bulgaristan’dakine benzer bir ihale süreci işledi. Batı şirketleri ihaleden çekildi ve Ruslar gene tek kaldı. Rusya, anahtar teslimi kilowat saat başına 21,3 cent gibi bir fiyat verdi. Bu fiyatla yapılacak santral dünyanın en pahalı santrallerinden biri olacaktı. Sonradan fiyat 15 cente kadar düştü; aradaki fark bir reaktör inşasına bedeldi. TMMOB ve Çevre Hukuku Derneği tarafından açılan dava sonucu ihale usulsüz yapıldığı gerekçesiyle iptal edildi.

Peki, Sinop’taki santral…
Sinop’a gelince… Santral kurma fikrinin nereden çıktığını anlayabilmek için dört beş yıl öncesine gitmek gerekiyor. Dört beş yıl önce Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Umman, Kuveyt ve Bahreyn, Körfez İşbirliği Konseyi (The Gulf Cooperation Council) adıyla bir ortaklık kurdular. Bu konsorsiyumun başına da Dubai şeyhi Halife Bin Ziyad El Nahayan getirildi.
Dubai’nin açtığı ihalede, Güney Kore şirketi KEPCO, Batı şirketlerinin verdiği fiyatı 16 milyar dolar kırarak santrali yapmaya hak kazandı. El Nahayan ile Güney Kore Cumhurbaşkanı Le Myung arasında imzalanan nükleer teknoloji transferi anlaşmasına göre, KEPCO, 2010 yılında yapımına başlamak üzere dört adet APR1400 tipi reaktörleri içeren santralin yapımını 20,4 milyar dolar karşılığında üstlendi. KEPCO ayrıca santralin işletmesinden elde edilecek kârdan da 20 milyar dolar daha alacaktı. Böylece Güney Kore tarihinin en kârlı yatırımlarından biri için ilk anlaşma imzalandı. Fakat aradan bir sene geçmesine karşın, santralin Dubai’de nerede kurulacağı hâlâ belli değil. Petrol ve doğalgaz zengini Dubai’nin nükleer santral yapma sebebi ise Sünni İslam ülkelerinin Şii İran’ın nükleer silahlanma emellerinden rahatsız olmaları. Bu yüzden Sünni bir ülkeye nükleer tesis kurularak İran dengelenmek isteniyor.
Ancak Dubai’de santralin kurulacağı uygun bir yer bulunamadığı, hem de İran’ın muhtemel bir askeri müdahalesi karşısında az mesafe bulunduğu için arka planda iki aday daha tutuluyordu: Türkiye ve Mısır. Sonunda Dubai’nin bir kardeş santralinin Sinop’ta kurulmasına karar verildi ve Güney Kore hükümetinin bir kuruluşu olan KEPCO şirketi ile geçen ay devletlerarası yapılan bir protokol ile ilk adım atılmış oldu.

Birçok uzman üçüncü nesil nükleer santrallerin artık Three Mile Island ya da Çernobil’de olduğu gibi ölümcül nükleer kazalara sebebiyet vermeyeceğini söylüyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Nükleer karteller, bilimsel gerçekleri söylemiyorlar. Yeni nesil santrallerde nükleer reaksiyon prensiplerinde bir değişiklik yok, yani “yeni nesil bir nükleer zincirleme reaksiyonu” icat edilmiş değil. Ayrıca, nükleer santrallerin bütün mekanizmalarının sadece yüzde 10’u nükleer fizikle alakalıdır. Günümüzde reaktörlerin yeni nesil sayılma sebebi diğer mühendislik dallarında (elektrik, makine, inşaat, metalürji, kimya vs) meydana gelen değişikliklerdir. Örneğin son yüzyılda yaşanan gelişmelerden sonra ekolojik kıstaslar da göz önünde bulundurulmaya başlandı. Santrallerin operasyon ve yönetimine dair birçok uygulama dijitalleşti. Birçok yeni acil soğutma sistemi geliştirildi. Fakat bu sistemlerin birçoğu hâlâ simülasyon aşamasında. Sinop’ta kurulacak olan APR1400 tipi reaktörün dünyada hiç bir yerde bir örneği yok. Sadece Güney Kore’de halen devam eden iki inşaat var. İki sene sonra bitmesi düşünülüyor. Bir santralin diğerinden yüz kat daha güvenli olduğunu söylemek bilgisayar ortamında kolay ama pratik uygulamaya geçilmeden böyle öngörüler yapılamaz. Rusya’nın Akkuyu’ya kurmak istediği santral de hâlâ simülasyon aşamasında.

Nükleer santraller fosil yakıtlarla çalışmadığı için CO2 salimim azaltıp küresel ısınma sorununa da çare olarak gösteriliyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Gerçekte nükleer çevrim denen süreç uranyum madeninin çıkarılması aşamasında başlar ve bu süreçte atmosfere binlerce ton karbon salimi yapılır. Ayrıca, çok yakın zamana kadar nükleer santrallerin inşaat envanteri çıkarılamamıştı. Bu envanter artık elimizde var. Dolayısıyla hammaddenin işlenme sürecinin dışında sadece inşaat aşamasında 300400 milyon ton (bu oran bazı ülkelerde 800 milyon tona kadar çıkabiliyor) karbondioksit salimi yapıldığını biliyoruz.

Yeni teknolojiler ortaya çıkan atik miktarlarını azaltmıyor mu?
Hayır, tam tersine atik miktarı artıyor. Soğuk savaş sırasında kurulan askeri ve sivil ikinci nesil santralleri işletmek için 20 ton yakıt yeterliyken, elektrik üretimi için kurulan yeni nesil santrallerde ihtiyaç duyulan yakıt miktarı 3035 tona kadar çıkıyor. Böylece nükleer çevrim zincirinin her aşamasında çevreye daha çok sera gazları salınıyor ve radyoaktif atik atılıyor.

Peki, Al Gore, James Lovelock ve James Hansen gibi çevreye duyarlı saygın isimlerin, nükleer santralleri çözümün bir parçası olarak görmelerine ne diyorsunuz?
Nükleer enerji, yıllardır en temiz kaynak olarak pazarlandı. Nükleer çevrimin madenden başlayarak radyoaktif atıkların doğadan izole edilmesine kadar her aşamada ortaya karbondioksit çıkmıyormuş gibi gösterildi. Hatta düşen reaktör satışlarını düzeltmek umuduyla, nükleer endüstrisi tarafından uluslararası iklim değişikliği görüşmelerinde karbondioksit azaltılmasına çare olarak gösterildi. Oysa, Kyoto sürecinde nükleer enerji, Temiz Kalkınma Mekanizmaları (Clean Development Mechanism) arasına kabul edilmedi.
Almanya’daki WISE araştırma kurumunun yaptığı analiz hesaplamalarına göre, nükleer çevrimin tüm aşamalarında atmosfere her reaktörden bir yılda salınan karbondioksit miktarı 380 milyon tonun çok üzerinde bulunuyor. Bu miktarı bugün dünyada çalışan 443 sivil nükleer reaktörle çarparsak her sene atmosfere 1,68 milyar ton karbondioksit çıktığını görüyoruz.
Son yirmi yılda, iklim değişikliği tartışmalarıyla nükleer lobiler dünyadaki nükleer enerji sanayisini tekrar canlandırmak için harekete geçtiler. Uluslararası Atom Enerji Ajansının da desteğini alarak önümüzdeki elli yıl içinde 2000’e yakın fosil yakıt santralini söküp yerine 700 nükleer santral kurarak küresel ısınmayı azaltabileceklerini savunuyor. Bu rakamlar tamamen gerçekdışı çünkü bu iki haftada bir nükleer santral yapılması anlamına geliyor. Haydi diyelim böyle bir mucize gerçekleşti ancak dünyadaki toplam 14,5 milyon tonluk uranyum rezervlerinin sadece 3,5 milyon tonu kullanılabilir durumda. Bu durumda kurulacak mevcut 400 santrale ek olarak 700 santral daha kurulursa bu tesisler 50 yıl yerine 25 yıl işletilebilecek. Mevcut durumda ortaya çıkan atıkları koyacak yerimiz yokken var olan santral sayısı ikiye katlanınca “bu atıkları ne yapacağız/” sorusunun cevabi ise ortada yok.
Ayrıca, küresel ısınmanın kaynağı olan gazlar arasında karbondioksit ve metandan sonra üçüncü sırada nükleer santrallerin soğutma küllerinden atmosfere karışan milyarlarca ton su buharı var. Genel olarak elektrik santrallerinin atmosferdeki karbon salımına yaptığı katkı sadece yüzde 10. Geri kalan yüzde 90’in sebebi ulaşım, yerleşim ve sanayi. Dolayısıyla nükleer santrallerin ne ekonomik, ne de çevreyle ilgili olarak hiçbir getirisi yok. Size pek fazla bilinmeyen bir şey daha söyleyeyim: Sinop ve Akkuyu’da kurulacak santraller bölgedeki deniz yaşantısını da çok olumsuz etkileyecek.

Nasıl olacak bu?
Akkuyu ve Sinop’ta kurulacak 4000 megawattlık santralleri soğutmak için bir günde sirküle edilecek suyun miktarı 12 milyar litreyi buluyor. Kaliforniya eyaleti tarafından Mart 2008’de hazırlanan resmi raporda örnek teşkil eden iki santral var. İlk santral olan Diablo Canyon santralinde her yıl soğutma sisteminde sirküle edilen deniz suyundaki 5 milyar larva haşlanıyor. Dört üniteli San Onfere santralinin iki ünitesinde haşlanan larva miktarı ise 3,5 milyar. Kaliforniya kıyılarında bu şekilde toplam 6 milyar larva haşlanıyor. Yine ayni biçimde soğutma sistemine takılıp ölen balık miktarı 1 milyon 320 bin. Karadeniz ve Akdeniz’de kurulması düşünülen santraller Kaliforniya’dakilerden iki kat daha büyük. Bu verilere göre on yılda bölgedeki deniz hayati tamamen biter.

Hayrettin Kılıç Kimdir?

Kars’ın Sarıkamış ilçesinde doğan Prof. Dr. Hayrettin Kılıç İstanbul Üniversitesi Fizik Bölümünü bitirdi. Kılıç, doktora tezini plazma fiziğinin kurucularından Winston Bostik’in danışmanlığında yazdı. Yale Üniversitesinin Uygulamalı Fizik Bölümüne ve Stanford Üniversitesinin SSRL Ulusa Laboratuarına araştırmacı olarak girdi. Akademik kariyerine İtalya’nın Ferrera Üniversitesinde devam eden Kılıç “Eylemsiz Koruma Füzyonu Teorisi”nin kurucusu Profesör George Linenheart’ın başkanlığında yürütülen “Plasmaliners” projesinin deneysel tasarımcısı ve sorumlusu olarak çalıştı. Prof. Dr. Kılıç ABD’nin New Jersey eyaletinde kurduğu “Green Think Tank Of Turunch Foundation”da enerji ve çevre konusunda çalışıyor. Uluslararası yardım kurulu Mavi Hilal Vakfının Türkiye temsilcisi ve BM’DE NGO/DPI danışmanlığı da yapan Kılıç aynı zamanda, Avrupa Akdeniz Yerel ve Bölgesel işbirliği Komitesi (COPPEM) ile Aydın Üniversitesi Bilim Kurulundaki görevine devam ediyor.

About Post Author