İtalya, Fransa ve Türkiye arasında mekik dokuyan Serra Yılmaz’la EKOIQ için “mobil” bir söyleşi yaptık. Çevresinde olup biten her şeye karşı duyarlılığıyla bildiğimiz bu uluslararası sanatçımız, okuyunca göreceksiniz, bir hayli karamsar…
Çevre konusunda bir söyleşi yapacağız, ama daha önceki söyleşilerinizden gördüğümüz kadarıyla, bu konuda oldukça karamsarsınız. “Aklın karamsarlığı; iradenin iyimserliği” desek, ne söylersiniz?
İradede de iyimserlik pek kalmadı, kalamadı doğrusu. Doğa bitiyor ama biz hiç farkında değiliz…
Geçtiğimiz yıl, Handan Öztürk’ün “Benim ve Roz’un Sonbaharı” filminde oynadınız. Hasankeyf in yok olmasını engellemeye çalışanların hikâyesini anlatan bu projeye nasıl dahil oldunuz?
Handan’la “Harem Suare” filminin çekimleri sırasında tanışmıştık. O zamandan ona sözüm vardı; ilk uzun metrajında oynamak konusunda. Sonunda sözümü tuttum.
Doğa Derneği ve Atlas Dergisi Hasankeyf’i UNESCO’nun Dünya Mirası listesine aldırmaya çalışıyorlar…
Alınması şart diyorum ama alınması şart olan o kadar çok yer var ki, ülkemizde ve dünyada…
Farklı ülkelerde farklı lisanlarda tiyatro oynayabilen ender Türkiyeli sa-natçılarındansınız. Çevre konusunda ülkeler arasında, sokaklardan tiyatro kulislerine kadar ne gibi farklar çarpıyor gözünüze? Türkiye, İtalya, Fransa?
Bu saydığımız ülkelerin hepsinde ve tüm dünyada ama özellikle de bizim ülkemizde beton kesinlikle yasak edilmelidir. Konut sorunu mu? Hemen karşısına doğum kontrolü diyorum. Fransızlar sahip oldukları değerlerin farkındalar ve onları dünyaya gıcır gıcır cilalayıp sunuyorlar, hatta biraz fazla cilalı olarak ama İtalyanlar sanki insana orayı ilk sen keşfetmişsin duygusunu vermeyi daha iyi biliyorlar…
Çevre mi dediniz? Bu saydığımız tüm ülkelerde aslında aynı düzen sürüyor yani çevre sizlere ömür. Hayat “gelsin mangırlar dolsun cebimize” anlayışıyla yönetiliyor… Beton, çevreyi kirleten enerjiler, her şey doğayı kısa yoldan mahvetmeye yönelik. Benden sonrası tufan anlayışı hâkim…
Televizyonda ilgiyle izlenen bir yemek programı yapıyorsunuz. Bu arada gıda güvenliği de en hayati konulardan biri haline geldi. Organik gıdalar, pazarlar Türkiye’de de hızla yayılıyor. Bir yandan da GDO’lu ürünler hayatımıza sızıyor. Bu konularda ne düşünüyorsunuz?
Programım bir yemek programı değil bir sohbet programı, yemek de cabası… Türkiye’deki organik mallara nasıl güvenebileceğimi bilemiyorum açıkçası. GDO’lu ürünlerin de birçok yere zaten sızmış olduğunu düşünüyorum. Çünkü ciddi bir tohum sorunu var.
Diğer mutfaklara kıyasla Türkler ne kadar doğal beslenebiliyor?
Valla bilemiyorum çünkü bizde eğitim seviyesi son derece düşük. Dolayısıyla tarım ilaç ve gübreleri ne kadar bilinçli kullanılıyor, hiç bilemiyoruz. Evet, başta söylediğiniz gibi karamsarım… Karamsarım çünkü bu konuda insanın tek başına kendini kurtarması mümkün değil. Gider Ege’de kendi tarımını yaparsın ama yağan yağmur sana tüm kirliliği getirir. Yani dünya ya toptan batacak ya toptan kurtulacak…
Cihangir’i Koruma Derneği 10. Yılını devirdi; Kuzguncuk’taki Semt Derneği de bir süredir oldukça faal. Bu tür örnekler sizin açınızdan nasıl değerlendirilmeli?
Cihangir’i Koruma Derneği ve Kuzguncuk Semt Derneği gibi örgütlerin giderek artması son derece önemli. Tamamen destekliyorum.