Bugün, çevreyi korumaya yönelik düzenleme yapma ihtiyacı yaygın ama gönülsüz bir kabulle karşılanıyor: Yaygın, çünkü herkes yaşanabilir bir gezegen istiyor; gönülsüz, çünkü çevre yönetmeliklerinin rekabetçiliğe ket vurduğuna inanılıyor. Oysa modern rekabet gerçeğinin, rekabetçilik ve çevre arasındaki ilişkiye dair anlayışımızı şekillendirmesinin zamanı geldi. Geleneksel olarak, ülkelerin rekabetçi olması için şirketlerinin en düşük maliyetli sermaye, işgücü, enerji ve hammadde girdilerine erişebilmesi gerekiyordu. Örneğin, doğal kaynaklara dayanan sektörlerde, bol miktarda yerel kaynakları olan şirketler ve ülkeler rekabetçiydi. Teknoloji yavaş değiştiği için girdilerdeki karşılaştırmalı üstünlük başarı için yeterliydi. Bugün küreselleşme, karşılaştırmalı üstünlük kavramını geçersiz kıldı. Şirketler düşük maliyetli girdileri her yerden temin edebilirken, yeni ve hızla gelişen teknolojiler girdilerin maliyetlerinin yarattığı olumsuzlukları dengeleyebiliyor. Örneğin yurtiçinde yüksek işgücü maliyetiyle karşılan bir şirket, niteliksiz işgücü ihtiyacını otomasyonla ortadan kaldırıyor. Hammadde kıtlığıyla karşılaşan bir şirket alternatif bir hammadde bulabiliyor ya da sentetik bir hammadde yaratabiliyor. Japon şirketleri, yüksek mekân maliyetlerinin üstesinden gelebilmek için tam zamanında üretimin öncülüğünü yaparak fabrika alanında stok depolamaktan kaçınıyorlar. Yani artık, sadece kaynaklara sahip olmak yerli değil. Bugün rekabet gücü kazanmak için kaynakları verimli kullanmak gerekiyor.
Çevre Sorunları ve Rekabetçiliğinin Göstergeleri
Geçiş evresindeki dünya ekonomisinin bu gerçeğine rağmen, çevrecilik ve ekonomi arasında doğal ve değişmez bir ödünleşim (trade off) olduğuna yönelik yaygın bir görüş var. Bir yanda çevre standartlarından kaynaklanan toplumsal faydalar; diğer yanda daha yüksek fiyatlara ve daha az rekabetçiliğe yol açan temizleme maliyetleri. Dolayısıyla, çevreyi rekabetçilikle karşı karşıya getiren bu tartışma yüzünden çevre kalitesinde ilerleme bir tür bilek güreşine dönüşmüş turumda. Bir taraf daha katı standartlar için zorluyor; diğer taraf mevcut standartları hafifletmeye çalışıyor. Güç dengesi, egemen politik rüzgârların yönüne göre bir o yana bir bu yana kayabiliyor. Çevre standartlarıyla uğraşmanın işletme maliyetlerini artıracağı yanılsaması, statik ve aşırı basit bir rekabet anlayışına dayanıyor. Fakat yeni düşünceye göre rekabetçilik, kaynak kullanımında artan verimlilikten kaynaklanıyor. Bu açıdan bakıldığında, etkin kullanılamayan kaynaklar, israf edilmiş enerji, israf edilmiş çaba, israf edilmiş hammadde ekonomik kayıp göstergesi. Kaldı ki ürünün yaşam döngüsünde saklı daha birçok maliyeti var. Örneğin ürün kullanımında, atık ambalajda ve kullanılmış üründe bırakılmış kaynaklar devasa maliyet artışına yol açıyor. Bu noktada, daha iyi teknoloji ve yöntemlerle çevre performansını geliştirmenin verimlilik artışı sağladığına hiç şüphe yok; bu da maliyetlerin tamamen ya da kısmen karşılanması demek. Şirketler, çevresel iyileştirmeyi düzenlemelerle ilgili bir ayak bağı olarak değil, verimlilik ve rekabetçiliği geliştirmenin olmazsa olmaz öğesi olarak görmeliler. Az kullanılan kaynakları ölçmek için gerekli donanıma sahip olmayan geleneksel muhasebe sistemleri değişmeli. “Kaynakları boşa harcayan yöntemlere takılıp kalan ve çevre standartlarından ‘çok pahalı’ olduğu için vazgeçen ülkeler ve şirketler asla rekabetçi olamayacaklar”
Kötü Düzenlemeye Karşı İyi Düzenleme: İnovasyon
Bu yeni yaklaşım 1980’lerin kalite devrimini ve bu devrimden alınan en güçlü dersleri akla getiriyor. Bugün inovasyonun kaliteyi artırırken maliyeti de düşürebileceği fikrini kavramakta pek sıkıntı çekmiyoruz. Ekoloji-ekonomi ödünleşiminin özellikle derin olduğuna inanılan kimyasal sektörünü düşünün. Yirmi dokuz kimyasal fabrikasında atık üretimini önleyen faaliyetlerle ilgili bir araştırma, kaynak verimliliğini artıran inovasyon telafilerini ortaya serdi: Bu atık önleme faaliyetlerinin 181’inden sadece biri net maliyet artışıyla sonuçlanmıştı. Ürün miktarında değişikliklere yol açtığı belgelenen 70 faaliyetin 68’inde artış bildiriliyordu. Bu inovasyon girişimleri, şaşırtıcı derecede düşük yatırımla ve oldukça kısa geri ödeme süreleriyle elde edilmişti. Ayrıntılı sermaye maliyeti bilgisi bulunan 48 girişimin dörtte biri hiç sermaye yatırımı gerektirmemiş; geri ödeme dönemiyle ilgili verileri bulunan 38 girişimin yaklaşık üçte ikisi altı ay içinde ya da daha az sürede başlangıçtaki yatırımları telafi etmişti. Kaynak azaltma için harcanan dolar başına yıllık tasarruf, bu bilginin hesaplanabildiği 27 faaliyet için ortalama 3 dolar 49 sentti.
Atık Ambalajın Bedeli Yok mu?
Sanayi tarihinde, şirketlerin hâlâ çevre sorunlarıyla yaratıcı biçimde başa çıkma konusunda deneyimsiz olduğu bir geçiş aşamasındayız. Müşteriler de kaynak verimsizliğinin, çevre kirliliğinin bedelini ödemek zorunda kalmaları anlamına geldiğinin farkında değiller. Örneğin, atık ambalajın hiçbir bedeli olmadığını düşünüyorlar; çünkü ayrı bir fiyatı ve düşük maliyetli geçerli bir alternatifi yok. Artık bizi bir sonraki yüzyıla taşıyacak bir yaklaşım değişikliğinin zamanı geldi. Çevre düzenlemesinin mahkemelerle eşanlamlı olduğu bir dönemde yetişen üst düzey yöneticiler, çevre gelişiminin iyi bir iş olduğuna dair gittikçe daha çok kanıt görecekler. Şirketler, çevresel iyileştirmeyi düzenlemelerle ilgili bir ayak bağı olarak değil, verimlilik ve rekabetçiliği geliştirmenin olmazsa olmaz öğesi olarak görmeliler. Harvard Üniversitesi ekonomi ve yönetim bilimleri profesörü ve stratejik yönetim alanında dünyanın önde gelen düşünürlerinden Michael Porter, Şirketlerin hâlâ çevre sorunlarıyla yaratıcı biçimde başa çıkma konusunda deneyimsiz olduğu bir geçiş aşamasında olduğumuzu düşünüyor.