Oyun Kuran: Toyota Prius
Oyunbozan çoktur ama oyunun kurallarını yeniden kurmak ayrı bir yetenektir. 2001 yılında dünya çapında kitlesel üretime sokulan ilk hibrid otomobil olma unvanını kazanan Toyota Prius bu anlamda, otomotiv endüstrisi duayenleri tarafından “gamechanger” olarak nitelendirildi. Bu olay aslında ticari olarak başarılı yeşil ürünlerin de müjdecisiydi. Prius, görece yüksek fiyatına karşın tüketicilerin ilgisini cezp etmeyi başarmıştı. Zaten Prius satın alma davranışının, basitçe yakıt verimliliği ile ilgili olmadığı kesin; bu noktada tüketicinin seçimi, çevre ile ilgili bir tutum. Bu arada 2010 yılı itibariyle dünya çapında 1 milyondan fazla Toyota Prius satılmış. Oyun zaten değişti; diğer otomotiv üreticileri de hızla bu sürece ayak uyduruyor. Ama “sıradaki gamechanger kim?” derseniz, bunun elektrikli araçları kitlesel tüketime sunmayı başaran marka olacağını görmek için kahin olmaya gerek yok.
Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi: COP 15
Toplumun artan baskısı, artık inkâr ve göz ardı edilemeyecek gerçekler karşısında politikacıların ve hükümetlerin çevre sorunları karşısında suskun kalması mümkün değildi. Her ülke kendi sınırları içinde bazı çözümler üretmeye çalışıyordu ancak konu küresel bir boyut kazandığı için ortak eylem kaçınılmazdı. Fakat ülkelerin farklı ekonomik yapıları ve dolayısıyla çelişen çıkarları nedeniyle ortak hareket etmek pek mümkün değildi. İşte bu yüzden, Kasım ayında Birleşmiş Milletler tarafından Danimarka’nın Kopenhag kentinde düzenlenen İklim Zirvesi dünya için büyük önem taşıyordu. Kyoto Protokolünün yerini alacak yeni bir anlaşma ortaya çıkarmayı hedefleyen COP 15 toplantısının amaçlarından biri de gelecekte seragazı emisyonunun azaltılmasını sağlayacak nihai bir belge ortaya koyabilmekti. Ancak daha Zirve başlamadan, toplantıya katılacak olan dünya liderleri kesin hedefler belirlemenin “pek de mümkün olmayacağını” söyleyerek beklentileri aşağı çekmeye çalışıyorlardı. Gerçekten de, toplantı sonunda üzerinde uzlaşılan metin Kopenhag’a gelen katılımcı grupların hemen hiç birini tatmin etmedi. BM Genel Sekreteri Ban KiMoon ise “liderlerin şu anda eylemde olmasa da hedefler konusunda hemfikir olduklarını” söyleyerek durumu kurtarmaya çalışıyordu.
Karbon Ticareti: Faydası mı Büyük; Zararı mı?
Karbon ticareti ile ilgili yapılacak düzenlemelerin iklim değişikliğinin önüne geçmesi bekleniyor. Karbon ticareti ile uğraşanlar serbest piyasanın kurallarını ve devlet müdahalesini kullanarak karbondioksit emisyonuna izin veren lisansları alıp satabiliyorlar. Hükümetler emisyon miktarına sınırlar getiriyor ve bu sınırları aşanlara yüklü cezalar uyguluyorlar. Verilen izinlerin sayısının azalması aynı zamanda kirliliğin de azalmasına sebep olacak. AB, emisyon pazarının en büyük olduğu bölge. Bu pazar 2005 yılında kuruldu ve 30’dan fazla ülke benzer bir modeli uygulamaya geçirdi. Ancak, karbon ticareti ile ilgili küresel bir pazarın olmadığı gerçeğine ve böyle bir düzenlemenin karbon ticaretinin daha etkin bir şekilde yapılmasına imkân vereceğine dikkat çekenler de var. Ayrıca, bu alanda düzenlemeler ile ilgili bazı ciddi soru işaretleri de var. Birçok kişi karbon ticareti ile ilgili oluşturulan “dengeleyici” düzenlemelerin birçok şirket için kaçış yolu olduğunu, şirketlerin bu düzenlemeler sayesinde çevreye zarar veren faaliyetlerinde gerçek bir azaltmaya gitmekten kurtulduğunu söylüyor. Karbon ticareti önümüzdeki yıllarda iklim değişikliği sorunu tartışılırken dikkate alınacak temel noktalardan biri olacak.
Al Gore’un Yıldızı Parlıyor: Uygunsuz Gerçek ve Nobel Barış Ödülü
Yiğidi öldür; hakkını ver: Birçok kişi küresel ısınma sorunundan Al Gore’un 2006 yılındaki Uygunsuz Gerçek (Unconvenient Truth) filmiyle haberdar oldu. Tüm zamanların en çok seyredilen belgesellerinden biri olan film, iklim değişimi mesajlarının çok daha geniş kitlelere yayılmasında önemli bir rol oynadı. 100 dakikalık bu belgesel film aslında basit bir powerpoint sunumundan yola çıkmıştı. Ancak insanları etkileyen şey biçim değil içerikti.
Belgeselin gösterime girmesinden sonra, filmi beğenmeyenler, belgeseli “felaket tellallığı” yapmakla eleştirdi. Filmin en tartışmalı bölümlerinden birinde deniz seviyesinin kısa bir zaman süreci içinde altı metre yükseleceği söyleniyordu ki bu iddia Birleşmiş Milletlerin yaptığı çalışmalarla pek de örtüşmüyordu. Ancak içindeki kıyamet ve felaket senaryolarına rağmen, belgesel daha önce bu konuda pek fazla bilgiye sahip olmayan izleyici kesimine iklim değişikliği ile ilgili en temel bilgileri vermeyi başanyordu. Film sayesinde Al Gore da sürpriz, hiç beklenmedik bir mükâfatla taltif edildi: 2007 Nobel Barış Ödülü. Nobel Komitesi “insanlığın kendi elleri ile yarattığı iklim değişikliği konusunda kitleleri aydınlatma yolunda sarf ettiği çabalardan dolayı” eski Başkan Yardımcısını alkışlıyordu.
Stern Raporu: İklim Değişikliğinin Maliyeti Hesaplanabilir mi?
Ekolojik sorunların tabii ki bir de ekonomik boyutu var. Sanayileşme, büyüme, tüketme/tükettirme kültürü… Bunlar ekonominin, kapitalizmin doğal ve ayrılmaz bir parçası. Ancak dizginlenmemiş ekonomik faaliyetlerin bir noktadan sonra dünyayı ve insanlığı tehdit eden bir noktaya ulaşması da, ekonomik faaliyetlerin bir ekolojik ve fiziki sınıra dayanması da kaçınılmaz. Şirketlerin faaliyetleri negatif dışsallıklar yaratıyor; yani şirketlerin yarattığı tahribatın maliyetini üçüncü kişiler ya da daha genel bir ifade ile topIum ödüyor. Mesela bir kimya fabrikasının atıklarını yakındaki bir göle atması oradaki ekosistemi yıkıyor, balıkların yok oImasına neden oluyor, sular zehirleniyor. Yakın çevrede yaşayanlar bu ekonomik faaliyetten fayda değil zarar görüyor. Peki, iklim değişikliğinin maliyeti hesaplanabilir mi? İngiliz iktisatçı Sir Nicholas Stern’e göre bu sorunun cevabı; evet. Dünya Bankası eski başkan yardımcısı Stern, 2006 yılında, iklim değişikliğinin dünya ekonomisine maliyetini hesapladığı 700 sayfalık bir rapor hazırladı. Çevreci gruplara göre, ilk kez iklim değişikliğinin mali boyutunu somut bir şekilde önlerine koyan bu rapor hükümetler için ciddi bir uyarı niteliğindeydi. Rapor, iklim değişikliğinin maliyetinin dünya GSYİH’sının en az yüzde beşi mertebesinde olduğu değerlendirmesini yapıyordu. En kötü senaryoda maliyet GSYİH’nın yüzde 20’sine kadar (7 trilyon dolar) çıkıyordu. Stern Raporu, iklim değişikliğini ekonomik bir perspektif içine yerleştirmeye çalışan çok sayıdaki çalışmanın ilkiydi. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konvansiyonuna göre iklim değişikliğinin A maliyeti 2030’a kadar 70 ile I 100 milyar dolara ulaşabilir. Bu meblağ Pekin OlimpiyatIarı için harcanan paranın üç katına eşit.
Kompakt Floresan Lambaların Önlenemez Yükselişi
Kompakt Floresan Lambalar (KFL) sayesinde çevrecilik, çevre duyarIıIığı evIere kadar girdi. Başlangıçta bu lambaların maliyeti ve düşük performansları ile ilgili birtakım eleştiriler yapıldıysa da, şirketler bu problemleri aşmasını bildi ve 2007 yılında dünyada KFL satışları rekor düzeye ulaştı. Avustralya klasik akkor filamanlı lambaların kullanımını yasaklamış durumda. AB ve Kanada ise eski tür lamba ve ampullerin kullanımını aşamalı olarak azaltıyor. ABD Çevre Koruma Kurumu, KFL’lerin klasik lambalara kıyasla yüzde 75 daha az enerji harcadığını belirtiyor. Bu, 30 doIar civarında bir paranın cepte kalması ya da KFL’lerin kendilerini 6 ayda amorti etmesi anlamına geliyor. KFL’ler çevrenin korunması açısından dönüm noktalarından biri olarak kabul görüyor ancak bu kadar faydasına rağmen endişe kaynağı olan bir konu var; bu lambaların geri dönüşümü. KFL için geri dönüşüm programlarının uygulanması gerektiği, aksi takdirde atık mezarlıkarının bu lambalarla dolacağı gibi kaygılar dillendiriliyor.
Bir Kavruluyor, Bir Donuyoruz: Tuhaf Meteorolojik Olaylar
Etrafımızdaki hemen herkes iklimlerin değiştiğinden, garip şeylerin olduğundan bahsediyor; erken gelen yaz, kavuran sıcaklar, donduran soğuklar, seller, fırtınalar, hatta depremler… Bunlar bir sezgi düzeyinde kaIıyor görünse de insanlar gerçekten de dünyanın ve iklimlerin değiştiğine inanıyor. 2005’teki Katrina kasırgası, 2008’de Haiti’yi vuran bir dizi kasırga, 2003’te Avrupa’yı kasıp kavuran sıcak dalgası. Bütün bunlar ardımızda bıraktığımız on yıla damgasını vuran, eşine daha önce pek rastlanmamış meteorolojik olaylardan sadece birkaçı. Biliminsanları yaşadığımız bu olaylar ve iklim değişikliği arasında doğrudan bir bağlantı kurmanın zor oIduğunu söyIese de, ABD Çevre Koruma Kurumu “iklim değişikliğinin bazı sıradan meteorolojik olayların beklenenden çok şiddetli yaşanması ve bazı güçlü hava olaylarının ise daha yıkıcı bir hal alması ihtimalini artırabileceğini” söylüyor. Birleşmiş Milletlerin meteorolojik oIayIarı takip eden birimi de son on yılın dünyada bugüne kadar kaydedilen en sıcak zaman dilimi olduğunu açıklamış bulunuyor.
Şeytan Ayrıntıda Saklıdır: Hükümetlerarası Panelin İklim Değişikliği Raporu
2007 yılında dünyanın dört bir yanından çevre bilimciler Paris’te iklim değişikliği hakkında bildiğimiz, sahip olduğumuz her bilgiyi paylaşmak ve masaya yatırmak üzere bir araya geldiler. Bu, yıllar boyunca dünyadaki iklim şartlan ve çevre ile ilgili toplanan verilerin bir araya getirilmeye çalışıldığı önemli bir toplantıydı. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) iklim değişikliği üzerine ilk bilimsel ortak açıklamayı bu toplantıda yaptı. Açıklamada o güne kadar pek de açıkça söylenmemiş bir gerçek dile getiriliyor ve iklim değişikliğinin insan faaliyetlerinin bir sonucu olma ihtimalinin “çok yüksek” olduğu ifade ediliyordu. Raporda, 21. yüzyılın sonunda sıcaklığın 1,8 ile 4 selsiyus derece ve deniz seviyesinin 28 ila 43 santimetre arasında yükseleceği öngörülüyordu.
Çevrenin Dili: “Karbon Ayakizi”
Çevre şartlarının değişmesi ile gündelik hayatımız da değişiyor; sohbet konularımız, alışkanlıklarımız hatta kullandığımız kelimeler ve kavramlar da. Son on yılda, çevre jargonunun günlük konuşma dilimize soktuğu çok sayıda kelime oldu. Çevre bilincinin giderek artması ile birlikte “karbon izleri,” “karbon dostu,” “yeşil badanalama” (Greenwashing) gibi kavramlar artık sohbetlerimizde kullandığımız kavramlar oldu. Çevre ile ilgili konuların konuşma dilini nasıl etkilediğinin en çarpıcı örneği yukarıda andığımız terimlerin 2007 yılında Oxford İngilizce Sözlüğüne girmesi. Sözlükte “karbon ayakizinin” tanımı şöyle veriliyor: Kişi ya da gruplarn belirli faaliyetleri, özellikle de fosil yakıt tüketimleri neticesinde ortaya çıkan karbon dioksit miktarı.
On Yıllık Bir Gelişme:
Yenilenebilir Enerji Çevrenin yıkımı ve klasik enerji kaynaklarının yakın zamanda tükeneceği gerçeği insanlığı yeni, alternatif ve daha temiz kaynaklar arayışına itti. Bu boktada da arayışlar yenilenebilir enerji üzerinde yoğunlaştı. Biliminsanlarmm çoğu iklim değişikliği sorununa karşı sihirli bir çözüm olmadığı konusunda hemfikir ama şu anda var olan teknolojilerin yenilenebilir enerji alanında sağlıklı bir şekilde kullanımının seragazlann salimini önemli oranda azaltabileceği de ifade ediliyor. Geçtiğimiz on yıl içinde rüzgâr, güneş ve su enerjisi yatirimlarinin ciddi ölçüde desteklendiğini gördük. Uluslararasi Enerji Ajansina göre 2008’de dünyadaki yenilenebilir enerji üretim kapasitesi 280 bin megawatta ulaştı. Bu, şu anda ABD’deki nükleer santrallerde üretilen enerjinin üç kati. Sektöre yeni oyuncular da dahil oldu: Hindistan ve Çin yenilenebilir enerji alaninda kurulum ve üretim faaliyetlerinde lider ülkeler arasinda. 2008’de Çin’in rüzgâr enerjisi üretim kapasitesi, dördüncü kez üst üste, bir önceki yila göre ikiye katlandi. Bu alanda teknoloji de hizla gelişti; güneş enerjisi teknolojisinde bazi önemli adimlar atildi, enerji daha verimli bir biçimde üretiliyor. Bunun yani sıra çok ince güneş panelleri de geliştirilmiş durumda.