#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey
amerikada ingiliz usulu gida devrimi

Amerika’da İngiliz Usulü Gıda Devrimi

T.C. Sağlık ve Eğitim Bakanlıkları 2011-2012 öğretim yılı için çok önemli bir karar aldı. Okullarda obeziteyi engellemek ve öğrencileri bilinçli beslenmeye teşvik etmek için, iki bakanlığın yapacağı ortak uygulama kapsamında, okul kantinlerinde fast food, kolalı içecek, hazır meyve suları, enerji içecekleri, kızartma ve cips tipi ürünler satılmayacak. Bunun yerine ayran, yoğurt ve meyve satışı zorunlu hale gelecek. Kantinler sıkı bir şekilde denetlenecek. Kurallara uymayanların anlaşmaları feshedilecek. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü Dr. Seraceddin Çom, “Beslenme Dostu Okul” projesini 2010 yılında başlattıklarını söylüyor. Proje kapsamında bugüne kadar 50 okula “Beslenme Dostu Okul” sertifikası verilmiş. Yeni eğitim yılında öğrencilerin projeye adapte olabilmesi için broşürlerden cd’lere kadar bütün eğitim materyalleri hazır. Projede derse dalıp sağlıklı beslenmeyi anlatacak çizgi film kahramanları bile düşünülmüş.

Çocukların Ömründen Çalınan 10 Yıl
Bu habere epey sevindik, çünkü yurtdışında, özellikle ABD’de okul çocuklarının beslenme şekli çok büyük bir sorun halini almış durumda. Çocuklarda obezite ve diyabet hastalığının ciddi bir sorun olduğunun hepimiz farkındayız ama özellikle ecoliteracy sitesinde rastladığımız şu bulgular işin vahametini orta koyuyor: ABD’de 2000 doğumlu erkek çocuklarının üçte biri diyabet hastası. Aynı şekilde Hispanik veya Afro-Amerikalı kız çocuklarının da yarısı diyabet hastası. Yine ABD’de 16 milyon çocuk sağlıklı yiyeceğe erişemiyor. 2 ila 19 yaş arası ço-cukların üçte biri ya aşırı kilolu ya da obez. 1980 ve 2008 yılı verileri karşılaştırıldığında ise gençler arasındaki obez sayısı üçe katlanmış durumda. Durum o kadar ciddi ki uzun vadede yeni kuşak çocukların kalp, karaciğer ve diyabet yüzünden anne ve babalarından on yıl daha az yaşamaları söz konusu.
ABD’deki en büyük sorunlardan biri okulların yemekhanelerinin de fastfood ve işlenmiş gıda üzerine kurulmuş olması. Okulların yemekhanelerinde yemek pişmiyor. Evlerde de pişmiyor, çünkü geçtiğimiz sene yayınlanan Food Inc belgeseli de gösterdi ki, markete gidip sebze alıp pişirmek fastfood restoranına gidip hamburger menü almaktan daha pahalı. Catering şirketleri tarafından tedarik edilen yemekler ise işlenmiş gıdalar ve fastfood. Öğle yemeğinde bildiğimiz hamburger var yani. Yanında bilumum kızartma ve aromalı (içinde tatlandırıcılar ve şeker olan) süt de cabası. Aromalı sütlerin içindeki şeker miktarı, sütün kendi doğal şekeri de dahil olmak üzere, 8 çay kaşığına denk geliyor. Daha zararlı olduğunu düşündüğümüz kolada ise 6 kaşık şeker var. Aynı durum işyerleri, hatta garip bir ironinin eseri olarak, sağlık merkezleri için de geçerli. Bu yüzden ABD’nin acil bir yemek devrimine ihtiyacı var. Bu işin öncülüğünü de İngiliz şef aşçı Jamie Oliver yapıyor.

Çatal Yasak, Makas Serbest
Jamie Oliver ilk olarak BBC’de yayınlanan Naked Chef programıyla tanınmış olan bir şef aşçı. Türkiye’de ise Show Plus kanalında yayınlanan Jamie At Home programıyla tanınıyor. Klasik malzemelerle pratik, çabuk ve yaratıcı tarifleri sayesinde programları daha da büyük bir ilgiyle takip ediliyor. Oliver, Jamie At Home programında kendi evindeki bahçıvan tarafından yetiştirilen sebze ve meyveleri kullanıyor, eti kasaptan alıyor ama bizim Oliver’ı konu etmemizin esas sebebi ABD ve İngiltere’nin obezite sorununa savaş ilan etmiş olması ve hem İngiltere hem de ABD de bir “Gıda Devrimi”ne öncülük etmesi.
Jamie Oliver, ABD’deki obeziteyle mücadelesine ilk olarak en fazla ölümlerin yaşandığı Batı Virginia eyaletinde bulunan Huntington’da başladı. Oliver, “Gıda Devrimi” projesi kapsamında en çok okulları köşeye sıkıştırıyor, çünkü ABD’de devlet okullarına giden 31,6 milyon çocuk öğle yemeğini okulda yiyor. Bu otuz küsur milyon çocuğun 10 milyonu kahvaltısını da okulda ediyor. Yaklaşık 20 milyon düşük gelirli ailenin çocuğu ise ya ücretsiz yemek yiyor ya da sadece karşılayabileceği ekonomik menüyü (40 cent) yiyor.
Okullardaki yemek politikası aslında bundan yıllar önce dönemin ABD Başkanı Harry Truman tarafından devreye sokuluyor. Tarım Bakanlığı bünyesinde oluşturulmuş olan Ulusal Okul Yemeği Programı’na (NSLP) öğrencilere servis edilen yemek tepsilerinde 1 porsiyon et ve türevi, 2 porsiyon sebze veya meyve, bir porsiyon bakliyat ve 250 ml civarında da süt olması gerekiyor. Mevcut düzende ise bu yemeklerin hepsi işlenmiş, bol miktarda şeker ve katkı maddesi ilave edilmiş olarak geliyor. Jamie Oliver’ın TED’de yaptığı konuşmada belirttiği üzere çocuklara, tehlikeli olur gerekçesiyle, çatal bıçak bile dağıtılmıyor ama yanlış anlaşılma olmasın, sınıflarda makas bulundurması serbest.
Obeziteye karşı verdiği bu farkındalık mücadelesi nedeniyle 2010 yılının TED Ödülü’nü alan Oliver’ın törende yaptığı konuşmada verdiği bilgiler ise dudak uçuklatan cinsten. Oliver’ın aktardığına göre ABD’li vatandaşların ölüm sebepleri arasında ilk beşte terör, cinayet vs yok. Hatta cinayet en alt sırada yer alıyor. İlk beşte kalp hastalıkları, şeker ve kanser gibi hastalıklar yer alıyor ve bunların hepsinin beslenme bozukluklarıyla bir şekilde alakası var. ABD’de obeziteye harcanan paranın toplam değeri 150 milyar doları bulmuş. On sene içinde bu rakamın iki katına çıkacağı düşünülüyor, çünkü bu meşakkatli bir mücadele. Jamie Oliver’ın gösterdiği örneklerse yürek parçalayıcı: 16 yaşında bir kız çocuğu olan Brittanny’nin, artık karaciğeri tükendiği için, sadece altı yıllık ömrü kalmış. Ailece obez olan Edwards ailesinde Justin sadece 12 yaşında ve kilosu 160’a dayanmış durumda. Bu yüzden okulun kabadayı çocuklarından dayak yiyor.

Ketçap Bundan mı Yapılıyor?
Oliver’a göre bütün mesele okul, mahalle ve ev üçgeninde neler döndüğü ve burada yediğimiz gıdaların neye benzediğiyle ilgili. Bir hayat bilgisi dersinde sınıfa girdiğinizde, çocukların domatese patates deme ve patatesi de tanımama ihtimalinden bahsediyoruz mesela. Fazla fantastik geldiyse uyaralım, Huntington İlkokulu’nda aynen bunlar yaşanıyor. Jamie Oliver çocuklardan birine soruyor: “Ketçabı biliyorsunuz değil mi?” -“Evet” – (domatesleri göstererek) “İşte o bundan yapılıyor”. Genç arkadaşımız ufaktan korkmaya başlıyor ve ağlamaklı gözlerle soruyor: “Nasıl yani ya?”
Jamie Oliver Gıda Devrimi için okul yönetimleriyle, ailelerle ve karar vericilerle konuşuyor. Özellikle okul yönetimleri ve yemekhane aşçıları Oliver’a epey direniyorlar. İşte burada yerel kanaat önderleri devreye giriyor. Örneğin Huntington’da Oliver’ın en büyük müttefiki kilisenin başrahibi Steve Willis. Steve Willis küçük bir şehirde yaşayan sıradan bir din adamı. Öyle dramatik bir hayat hikâyesine sahip değil. Her kış sürekli mahalle arkadaşlarını, dostlarını gömmekten bıkmış bir din adamından bahsediyoruz sadece. Bu yüzden Oliver obezite yüzünden en çok ölüm yaşanan kasaba olan Huntington’a gelince tereddütsüz destekliyor onu.
Jamie Oliver, Gıda Devrimi’nin ikinci adımı olarak Los Angeles’ı hedefledi. Los Angeles’ın önemli olmasının sebebi ülkenin en genç nüfusuna sahip olması. Gelin görün ki bu yılın Şubat ayında gelen haberler pek parlak değildi. Los Angeles eyaleti yetkilileri “diğer okulların kötü gösterilmesinden dolayı” Oliver’ın programını burada yapması konusunda ayak sürüyorlardı. Oliver okulları iyi göstereceğine dair garanti veremiyordu elbette. Nihayet Haziran ayında iyi haberler gelmeye başladı. Ne de olsa Huntington’da pes etmemiş olan Oliver burada da etmeyecekti. Los Angeles’taki eğitim tırları sayesinde okul menülerine soya sütü, balkabağı soslu ıspanaklı tortellini, Kaliforniya usulü suşi gibi yemekler nihayet girebildi. Jamie Oliver Los Angeles’ta 680 bin çocuğun faydalanacağı bu değişimin bütün ülkeye örnek teşkil edebileceğini söylüyor.
Jamie Oliver, Huntington’da Stacy Edwards’ı ikna etmek için şöyle bir yöntem kullanıyor: Ailenin bütün hafta boyunca beslendiği fastfood’u mutfa ktaki yemek masasının üzerine yığıyor. Masanın üstünde “corn dog”lardan (mısır sosisleri) pizzalara, hamburgerlere kadar büyük bir dağ oluşuyor. Yemek masasının üstünde yükselen işte bu küçük yağ Himalaya’sı yeni kuşakların ömrünü on yıl kısaltıyor. ABD’deki market ve gıda zincirleri itinayla kendi çocuklarını öldürüyor. Dolayısıyla Usame Bin Ladin artık yok diye rahatlamak için biraz erken olabilir. Jamie Oliver’ın tabiriyle, ABD’nin bir an için Ali Baba’nın işlenmiş gıda mağarasından çıkması ve kendi mutfağına doğru yol alması gerekiyor.
Bu arada Türkiye’de yaşayan bizler için durum hâlâ iyi görünebilir ama tehlike inanın çok da uzakta değil…

EkoIQ Editör