#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey
su hak mi yeni karbon mu yoksa ortak mal mi

Su Hak mı, Yeni Karbon mu Yoksa Ortak Mal mı?

Su yeni karbon mudur, temel bir insan hakkı mıdır, yoksa ortak mal mıdır? Bu sorulara verilecek yanıt, tüm canlıların geleceğini de belirleyecek gibi.

Yazı: Balkan TALU

Peynir, ekmek değil ama acı su bedava, demişti Orhan Veli zamanında. Muhtemelen o zamanlar suyu şişeleyip satmak kim­senin aklından geçmiyordu. Su bu dünyanın vatandaşlarına bahşedilmiş bir şeydi. Çok yakın zamana kadar böyle sorunlar yaşayacağımız kimse­nin aklına gelmemişti. Öyle ya dünya­mızın üçte ikisi suydu değil mi? Gelin görün ki istatistikler epey korkutucu. Günümüzde yaklaşık 1 milyar insanın temiz suya erişimi yok. 2,6 milyar in­san temel kanalizasyon sistemlerinden mahrum yaşıyor. Her yıl beş yaşın al­tındaki 1,4 milyon çocuk bu sorunlar yüzünden yakalandıkları hastalıklar sebebiyle ölüyorlar.
Ekonomik alanda alışılmış iş yapış şekliyle devam edildiği takdirde su talebi yirmi yıl içinde mevcut rezerv­lerin yüzde 40 üstüne çıkacağı tahmin ediliyor. Kamboçya, Endonezya, Fili­pinler ve Vietnam gibi ülkelerde alt­yapıya yönelik yatırım yapılmadığı için kirli suya bağlı hastalıklar nedeniyle yaşanan ölüm oranlarının oldukça yüksek olduğu biliniyor. Bu yatırımla­rı yapmamış olmanın getirdiği ekono­mik maliyet ise 9 milyar doları bulmuş durumda.

Su Yeni Karbon mudur?
Tüm bu nedenlerle sürdürülebilirlik­le ilgili çalışan şirketler artık karbon ayakizinin yanı sıra su ayakizlerini de dikkate almaya başladılar. Bu alandaki alarm zillerinin giderek daha yüksek bir tonda çalması nedeniyle, konunun üzerine eğilmeye karar veren Karbon Şeffaflık Projesi (CDP), kurumlar için Su Şeffaflığı üzerine de bir soru formu hazırladı ve çalışmalara hız ver­di. Ve sonuçta, 2010 yılında 302 bü­yük şirketin katılımıyla çok kapsamlı bir Su Şeffaflık Raporu yayınlandı.
2010 Su Şeffaflık Raporu’na baktığı­mızda gerçekten çarpıcı bilgi ve geliş­melerle karşı karşıya kalıyoruz: Şirket­lerin yüzde 50’si yakın dönemde (1-5 yıllık zaman dilimi içinde) risk altına gireceğini öngörüyor. Yüzde 39’u ise şimdiden kıtlık, sel felaketi ve su ka­litesinde düşüş gibi problemler yaşa­maya başladıklarını söylüyor. Firma­ların yüzde 67’si üst yönetimlerine su konulu raporlamalara başlamış bile. Kuruluşların yüzde 89’u kurum içinde suya bağlı strateji ve politika­lar oluşturmaya başlamış; yüzde 60’ı ise su bazlı performans hedeflerini çoktan belirlemiş durumda.

Su ve Karbon: Benzerlikler ve Farklar
Bütün bu bilgilerin ışığında, ye­şil ekonominin pirlerinden sayılan Andrew Winston son yazılarından birinde haklı olarak şu soruyu dil­lendirdi: “Su Yeni Karbon mudur?”Winston’un sorusu gerçekten kışkır­tıcı; su önümüzdeki dönemde belki karbon kadar stratejik bir değişken ve risk unsuru olacak ama yine de ikisini aynı kefeye koymak nere­deyse imkânsız. İlk olarak bir ton karbon salımıyla yaratılan etki her yerde aynı; ancak su kaynaklarının tüketimi farklı bölgelerde farklı so­runlara sebebiyet veriyor. Uzman­lar ne kadar küresel su politikaları belirlemeye çalışırlarsa çalışsınlar, alınan tedbirler eninde sonunda ye­rel bazda oluyor. Ayrıca, suyla ilgili bir fiyatlandırma politikası hayata geçirilecekse suyu geridönüştürü­lebilir bir kaynak olarak kullanmak gerekiyor. Tabii bu arada suyla ilgili bir fiyatlandırmaya girişmek de hem zor; hem de pek doğru olmayabilir.
Aslında karbon ile su arasındaki te­mel fark birinin pozitif, diğerinin ise negatif bir kaynak olması olabilir. Daha açık bir ifadeyle, karbon üreti­min negatif, arzu edilmeyen bir çık­tısı. Dolayısıyla temel hedef, durmak­sızın kısıtlanması yönünde. Su ise, pozitif bir doğal kaynak. Üretimdeki rolü de, bir çıktı değil, hemen tüm sektörler için temel bir girdi. Tüm amaç ise bu suyu, tüm toplumsal kesimler ve coğrafyalar için adil bir yaklaşımla, temel dengeleri gözete­rek kullanabilmek. Bütün bu neden­lerle su ile karbonun tek benzerliği, gezegenin varoluşunda ve küresel ısınma bağlamında kritik birer unsur olmaları.

Su Stresi Artıyor
Su kullanımıyla mevcut su kaynak­ları oranlandığında ortaya çıkan dengesizlik durumu, literatürde Su Stresi olarak adlandırılıyor. Coğrafi olarak orta kuşakta bulunan havza­larda su stresi yüzde 20’ye ulaşıyor; ılıman kuşakta ise bu oran yüzde 60’lara kadar çıkabiliyor. Dünya Su Konseyi ise genel su stresini belirle­yebilmek için bu iki değerin ortala­masını alarak yüzde 40 gibi bir oran ortaya koyuyor (bu arada Türkiye de su açısından stresli ülkeler arasında yer alıyor).
Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (UNEP) 2010 yılında yayınladığı Yeşil Bir Ekonomiye Doğru raporuna göre ise, 2015 yılına ait Binyıl Kalkınma Hedefleri’nin suyla ilgili kısımları tutturulduğunda ve su sürdürülebilir sınırlar içinde kullanıldığında 2030’da su stresi ya­şayan bölge oranı yüzde 7’den yüz­de 4’e düşebilir. Rapor’a göre, yine bu hedef çerçevesinde yapılacak su yatırımlarıyla, 2030 yılında küresel bazda 38 milyon, 2050 yılında ise 43 milyonluk bir ek istihdam da yaratı­labilecek.
Su Stresi konusunda, dünya eko­nomisine yön verenler de alarma geçmiş olmalı ki, bu yıl gerçekleşti­rilmiş olan Davos Zirvesi’nin gün­dem maddeleri arasında da yer aldı. Dünya Ekonomik Forumu teşvikiy­le kurulan Dünya Su Grubu Ortak­lığı (WRG), 2030 yılında suya olan taleple erişim arasında yüzde 40’lık bir fark olabileceğini öngörüyor. Bu yüzden WRG, su kıtlığı çekilen ülkelerde su reformunun hızlandırıl­ması için iş dünyası, STK ve devlet birimlerini buluşturarak, atılacak adımları hızlandırmaya çalışıyor. Konunun hayati önemini kavrayan iş dünyasının önemli bir kısmı da çeşitli stratejiler geliştirme yolunda. Sanayide suyun doğru kullanımıyla ilgili en ciddi atılımlardan biri Ge­neral Electric’ten geldi. GE, 2008 yılında 2006 yılını baz alarak 2012 yılına kadar temiz su tüketimini yüzde 20 azaltmayı taahhüt etti. Bu taahhüdü yaptığından beri GE su kullanımını düşüreceği alanları tek tek belirledi ve bir su tasarru­fu planı dahilinde değerlendirmeye aldı. GE, arıtma teknolojileri sattığı Elion Kimyasal ile de ortaklık kura­rak Çin’in Sarı Nehri’ne daha fazla deşarj yapılmasını engellemiş oldu. Sanayide bu konuda atılım yapan diğer bir önemli şirket olan ITT ise Suyun Değeri (The Value Of Water) projesiyle dikkat çekiyor. ITT’nin Suyun Değeri projesinin internet si­tesi şu cümleyle açılış yapıyor: Eğer ABD’nin su kaynakları bir hasta olsaydı şu anda yaşam destek üni­tesine bağlı olurdu. ITT’nin su gü­venliği için üç aşamalı bir planı var. Birinci aşama içme suyuna güvenli erişimi kapsıyor. Göllerden, nehirler­den çekilen su içme suyuna dönüş­türülürken kimyasallara başvurulmuyor. İkinci aşamada su yeniden kullanılıyor ve geridönüştürülüyor. Üçüncü aşamada ise yeni teknoloji­lerle atıksu pompaları enerji açısın­dan verimli hale getiriliyor.
Harekete geçen global şirketler GE ve ITT ile sınırlı değil tabii ki. Dün­yanın en büyük bira üreticilerinden SABMiller, yine dünyanın en büyük içecek üreticilerinden Coca-Cola, öncü orman ürünleri şirketi UPM-Kymmene ve gıda devlerinden Nest­le gibi şirketler de su ayakizlerini raporladılar. SABMiller, WWF deste­ğiyle ortak rapor hazırladıktan sonra iş dünyasına STK’lara ve diğer ku­ruluşlara Vadeli Su Ortaklığı’na ka­tılmaları için bir çağrı da gönderdi. Bu çağrıya Alman Kalkınma Ajansı (GIZ) ve Doğal Hayatı Koruma Der­neği (WWF) de destek verdi. SAB­Miller markalarından Miller Coors, ABD merkezli Doğa Koruma Kuru­luşu ile işbirliği yaparak Büyük Bira Büyük Sorumluluk kampanyasını yürürlüğe soktu.
Dünyadaki vaziyet böyleyken Tür­kiye ise su stresinden mustarip bir ülke konumunu sürdürüyor. Bilin­diği üzere, 1000-2000 metreküp dilimindeki ülkeler su stresi yaşa­yan ülkeler olarak nitelendiriliyor. 1000 m3’ün altındaki ülkeler ise su fakiri olarak anılıyor. TÜİK verile­rine göre Türkiye’de kişi başına su tüketimi yılda 1700 metreküp civa­rında, yani ülkemiz sorunun tam göbeğinde. İTÜ Çevre Mühendisliği Öğretim Üyesi olan İsmail Koyuncu, Türkiye’nin su fakiri olmaması için evsel ve endüstriyel atık suların geri kazanılması gerektiğini söylüyor. Koyuncu aynı zamanda bir yere hangi kalitede su gerekliyse o kali­tede su verilmesi gerektiğinin altını ısrarla çiziyor. Örneğin tarım arazi­lerine çok iyi kalitedeki suyun ve­rilmesini israf olarak nitelendiriyor. Türkiye’de de bu anlamdaki ilk pilot projelerden biri Konya’da başlatıl­mış. Yaklaşık 1000 metreküp/gün evsel atık arıtma suyu, çıkışından alıp, filtreleme yapılıp, Mor Şebeke adı verilen bağımsız bir ağ vasıta­sıyla yeşil alan sulamalarında kulla­nılıyor. Proje başarılı olursa Konya geneline yayılacak. Ama Türkiye’nin su stresinden kurtulabilmesi için su konusunda atması gereken daha çok ama çok adım var.

Dünyanın Kanı mı?
Su bir insan hakkı mıdır, yoksa hem kamu hem de özel sektörün kullanımına açılmış bir meta mıdır? Heinrich Böll Vakfı’ndan Ingrid Spiller, bu tartışmaya bambaşka bir boyut kazandırıyor. Spiller “Su: İnsan Hakları ve Ortak Mal” baş­lıklı yazısında şöyle diyor: “İnsanın su hakkı, genellikle yetersiz mali araçlar nedeniyle bu değerli kay­nağın adaletsiz ve eşitsiz dağıtımı nedeniyle tehdit altında değil sade­ce. İnsanın su hakkı, aynı zamanda ‘su’ kaynağının bizzat kendisinin eksikliği nedeniyle de tehlikede.” Bu yüzden “Herkes için Su” gibi bir talep ortaya koyduğunuz zaman gi­derek tükenmekte olan kaynakları pek de korumuş olmuyorsunuz. Bu noktada Spiller, bir iğne de BM’ye batırıyor ve 2008 yılında çıkmış olan güvenli içme suyu sıhhi tesi­sat konulu kararnamenin çok geç kaldığını savunuyor. Anlayacağınız, durum kritik. Bu yüzden acilen bir ara çözüm bulmak gerekiyor. Spil­ler, bu noktada suyun bir ortak mal (commons) olarak tanımlanmasını öneriyor. Spiller ortak malları şöy­le tanımlıyor: “Ortak Mallar bizleri hayatta tutuyor ve gezegenimizdeki yapıcı, çoğaltıcı ve yaratıcı süreçleri destekleyen ağı meydana getiriyor. Beslenme, iletişim kurma, kendimi­zi eğitme ve hareket etme araçlarını bize sağlıyor, hatta tüketimimizden kaynaklanan atıkları da tahliye edi­yor. Ortak Mallar’ın çeşitliliği ve canlılığı, 21. yüzyılın başında içinde bulunduğumuz değişimlerin karşı­sında durabilmek için gereksinim duyduğumuz anahtarı oluşturuyor.”
Spiller yazısına Leonardo de Vinci’den bir alıntıyla giriyor; bizler de hatırlayalım: “Su dünyanın kanı­dır”. Büyük dâhinin bu sözlerinin anlamını kavrayınca, artık suyu şu ya da bu özel kuruluşun malı ya da tek tek bireylerin hakkından öte, mavi gezegende yaşamın sürmesini sağlayan temel unsur olarak görme­ye başlayabiliriz belki de.

EkoIQ Editör