Yazı: Barış DOĞRU
Senelerden 1957, aylardan ekimdir. Soğuk Savaş rüzgârları deli gibi esmektedir. Sovyetler Birliği’nin dünya yörüngesine yolladığı, basketbol topu büyüklüğündeki uydu, tüm coğrafyalarda büyük bir heyecan rüzgârı estiriyordu. Sosyalizmin zaferini ilan eden Sovyetlerin tersine Amerika’da ise Başkan Eisenhower bunu “Sputnik Krizi” olarak ilan ediyordu. Kendilerinden emin bir orta sınıf yaşamı içinde, gelecekten emin bir biçimde yaşayan Amerikalıların bu alt üst oluşu, bundan böyle “Sputnik Moment” (Sputnik Ânı) olarak bilinecekti. Eğer bir anlık bir şey olsaydı, büyük bir ihtimalle unutulacaktı ama unutulmadı. Geçtiğimiz yılki, Ulusa Sesleniş konuşmasında Barack Obama tarafından, Amerika’nın global kriz sonrası kendini tekrar organize etmesine dayanak olarak hatırlatıldı. Sputnik’in dünya yörüngesinde fırlatıldığı tarihten sonra, Amerika uzay çalışmalarına hız vermekle yetinmemiş (NASA bu tarihten sonra kuruldu mesela) neredeyse tüm eğitim sistemini yenileyerek teknolojide liderliği tekrar ele geçirmeyi başarmıştı.
Sputnik Ânı terimini, geçtiğimiz ay yeniden, WWF Türkiye ve Küresel Ayakizi Ağı (Global Footprint Network) tarafından hazırlanan Türkiye’nin Ekolojik Ayakizi Raporu’nun basın toplantısında Dr. Mathis Wackernagel’in konuşmasında duydum. Network’un Başkanı Wackernagel, dünyanın ayakizinin gezegenin biyolojik kapasitesini nasıl fersah fersah aştığını anlattıktan sonra sözü Türkiye’nin de bu ekolojik borç batağına saplandığına getirdi ve Türkiye’nin de artık bu Sputnik Ânı’nda olduğunu çarpıcı örneklerle vurguladı.
Bu açıklamaya eklenecek tek şey şu: Sputnik, sadece fark edenler ve harekete geçenler için anlamlı bir başlangıç ve hareket noktası olabilir. Peki biz, bunun ne kadar farkındayız?
Geçtiğimiz ay elektronik posta kutumuza bir başka araştırma daha düştü: İnsan Kaynakları firması Hugent’in basın bülteni, Türkiye’de faaliyet gösteren 100 ünlü markanın CEO’su ile yapılan araştırmayı, “Türkiye’nin CEO’ları Korkusuz Çıktı” başlığıyla duyuruyordu. Araştırmaya göre, 100 CEO’dan 70’i hiçbir şeyden korkmuyormuş. Yüzde 12 oranla yükseklik fobilerinin olduğu belirlenen CEO’ların, yüzde 4 oranında ise ailelerini kaybetmekten korktukları ortaya çıkmış. Başarısızlıktan, kapalı ortamlardan ve depremden korkan CEO oranı yüzde 3 oranında belirlenirken, örümcek ve yılandan korkan CEO oranı yüz-
de 1 civarında görülmüş. Hatta, yüzde 1 oranında, müşteri şikayeti almak yanıtı bile çıkmış ama Küresel İklim Değişikliği’nden korkan tek bir yönetici bile yok galiba.
Doğrudur, korkunun ecele faydası yok ama psikoloji alanında, tarihsel bazda yapılmış çok sayıdaki “korku” araştırmasının, bu gayet insani hissin, bir varoluş refleksi olduğunu gösterdiğini biliyoruz. İnsanların örümceklerden ve yılanlardan korkması, çok eski çağlardan, yani atalarımızdan kalma bir doğal korunma refleksinden başka bir şey değil. Aynı şekilde kötü kokulardan tiksinti duyma da, insanoğlu ve kızının, bozuk maddelerden korunmak için oluşturduğu doğal bir beden refleksi. Yükseklik fobisinin de, ağaç dallarında uyuyan atalarımızın düşme korkularının bugüne aktarılmış hali olduğunu birçok ünlü psikolog ifade etti.
Peki, CEO’larımızın korkuları, günümüzle ne kadar uyumlu? Sözgelimi Bir CEO’nun yüksekten düşme olasılığı nedir? Bir örümcek ve yılanı TV dışında en son ne zaman görmüşlerdir? Daha net ifade edeyim, gerçek hayatta hiç görmüşler midir?
Açıkça söylemek gerekirse, tüm bu korkularımız çok eski zamanlardan kalma ve ilginçtir insan, bu eski bilişsel yapıyı, bilinçli olarak kolay kolay dönüştüremiyor. Daniel Goleman, Ekolojik Zekâ kitabında şöyle diyor: “Evrimsel bir açmazla karşı karşıyayız. Uzak geçmişte doğuştan gelen ekolojik zekâmıza yön veren düşünce biçimlerimiz tarih öncesinin çetin koşullarıyla uyumluydu (…) Bozuk yiyeceklerdeki toksinlerin mide bulantısı ve tiksinti yaratmasını sağlayan koku duyumuz; yırtıcılardan kaçmamızı sağlayan sinirsel alarm devrelerimiz yeterliydi”.
Ama bugün bu reflekslerimizin neredeyse hiçbir anlamı yok. Hayatta hiç karşılaşamayacağımız zavallı bir böcekten korkuyor ama sinsi sinsi gelen, bilimsel olarak net bir şekilde çocuklarımızın geleceğini yok edeceği ortaya konan İklim Değişikliği’nden ufak bir ürperti bile duymuyoruz.
Bizim Sputnik Ânımız neresi bilmiyorum. Ama ilkönce CEO’larımızın korku algısının değişmesi gerektiğini çok derinlerde bir yerde hissediyorum.