Sivil Toplum

Sakin, Yeşil ve Kararlı

Bilmem hiç duydunuz mu ama Almanya’daki Türkiye kökenlileri çevre sorunlarına karşı harekete geçirmek için kurulmuş bir STK var: Yeşil Çember. Beş yılı aşkın süredir sokak sokak, dernek dernek, kapı kapı dolaşan ve Almanya’nın sekiz kentinde binlerce kişinin hayatını değiştiren bu yeşil çemberlerin tam ortasındaki isimse Gülcan Nitsch. Sabancı Vakfı tarafından Fark Yaratanlar’dan biri olarak kabul edilen, Almanya Cumhurbaşkanı’nın iletişim kurduğu, Almanya medyasının yoğun ilgi gösterdiği Gülcan, 21. yüzyılın tüm iyi lider özelliklerini taşıyor: Melez, kadın, sakin, kararlı ve tabii yeşil…

Yazı: Barış DOĞRU

Almanya’daki Türkiye kökenli­leri çevre sorunları ve İklim Değişikliği konusunda bil­gilendirmek ve tabii harekete geçir­mek… İşte Gülcan Nitsch, kendisini bu amaca yıllar önce adamış sessiz kahramanlardan biri. Adı şimdi, en azından bu konuda uğraşanlar ta­rafından biliniyor ama o yıllarca, ol­mayacak duaya amin diyen bir kişi olarak uğraştı durdu. Onu ilk kez, İstanbul’daki çevre aktivistlerinin küçük bir toplantısında gördüğüm­de de aynı şeyi düşünmüştüm: Sa­kin ama kararlı ve inatçı bir kahra­man. Ne yazık ki bizim ülkemizde az rastlanan bir tipleme. Biz, daha çok, yaptığından çok bağıranlara alışığız ne de olsa… Halbuki gerçek değişimleri hep böyle insanlar ger­çekleştirir.
Gülcan, Türkiye kökenli bir Alman vatandaşı olarak, çok uzun süredir Almanya’daki çevre hareketleri için­de. Yıllarca Greenpeace ve daha bir­çok çevre örgütünde gönüllü olarak çalışmış ve yaklaşık beş yıl önce, bir gün fark etmiş ki, içinde yer aldığı faaliyetlerde ve organizasyonlarda neredeyse tek bir Türkiye kökenli insan yok. “Kendi kendime sordum, ‘nerede bu insanlar’ diye; çünkü sadece benim yaşadığım Berlin’de on binlerce Türkiye kökenli var. Onların kurduğu birkaç bin küçük ve orta ölçekli firma ve işletme var ama çevre konusuyla aktif ilgilenen neredeyse hiç kimse yok. Sizce bu ilginç değil mi?”
İlginç olmaz mı? Türkiye kökenliler ayrıca Almanya’daki yaşamın tümüy­le dışında da değiller; sırf Berlin’de 200’den fazla dernekleri var ama çevre konusuyla ilgilenen yok. “Bu­nun üzerine araştırmaya başladım ve anladım ki şimdiye kadar kimse böyle bir çalışma yapmamış. Bunun üzerine o zaman içinde çalıştığım BUND Dünya Dostları Derneği’nin (Almanya Çevre ve Doğa Koruma Birliği / Friends of the Earth) yö­neticisiyle konuştum. BUND’un Almanya’da tam 5 yüz bin üyesi varmış ama tamamen tesadüf eseri üye olmuş 3-5 kişi dışında Berlin’de neredeyse hiç Türkiye kökenli yok­muş”

A, B, C, D ve Diğer Planlar
Bu, Gülcan gibi birinin dayanabile­ceği bir gerçek değil. Sonra otur­muş, bir vizyon çalışması yapmış; ardından bir konsept geliştirmiş ve başlamış Berlin’deki Türkiyeli derneklerle konuşmaya. Tabii ki ilk tepkiler tipik olmuş: “Ya Gülcan Ha­nım yapamazsınız, edemezsiniz” de­mişler. “Beni ciddiye almadılar” di­yor Gülcan gülerek. Evet, Gülcan’ın sesiz gücünün farkına onlar da va­ramamış. “Halbuki, ben kafaya koy­muştum ve A, B, C, D… planlarım vardı. Hedefi belirlemiştim ve eğer varolan yapıları ikna edemezsem yeni bir örgüt kurarım diye düşün­düm” diyor Gülcan.
Gerçekten de öyle olmuş ve bugün Almanya’nın sekiz ayrı kentinde ör­gütlü, binlerce kişiyle sürekli temas halinde olan Yeşil Çember’i, 10-15 kişiyle kurmuşlar. Tabii bu, bir ön­ceki cümlemdeki gibi basitçe ger­çekleşmemiş. “İlkokuldan, liseden, üniversiteden, sokaktan, arkadaş gruplarından tanıdığım tüm Türki­ye kökenlilere mektup yazdım. ‘Ben Almanya’daki ilk Türk çevre örgü­tünü kurmak istiyorum, bu çorbada kimler tuzu bulunsun istiyor?’ diye sordum ve toplantıya çağırdım”. Ama Gülcan’ı bir korku da almış, ya kimse gelmezse diye (eminim Gülcan’ın bunun için de bir Z planı vardı). Ama korktuğu olmamış ve 15 kişi bir araya gelerek, Almanya’nın Türkiye kökenlilerden oluşan ilk çevre örgütü Yeşil Çember’i, BUND çatısı altında kurmuşlar.
Ama zamanla çember büyümüş ta­bii ki. “Hep hedefler koydum kendi­me ve onları aşmaya çalıştım” diyor Gülcan. 2007’deki ilk çevre günü et­kinliğine, iki yıl önce kaybettiğimiz, Buğday Hareketi’nin öncülerinden, sevgili Victor Ananias’ı davet etmiş­ler. “100 kişi gelmezse, başarmış sayılmayız” demiş Gülcan kendi kendine ve 170 kişi gelmiş.
Bugün kaç kişinin hayatına deği­yorsunuz, diye sorduğumda, Gül­can, “Artık ipin ucunu kaçırdık ama şu kadarını söyleyeyim, bizden sırf bilgi materyali isteyen, tüm Almanya’ya dağılmış 5 bin adres var elimizde” diyor.
Peki, kimlere ulaşıyor Yeşil Çem­ber daha çok? “1960-70’lerde Almanya’ya gelmiş, işçi olarak se­nelerce çalışmış, sosyal hayata çok zaman ayıramayan, 3-5 çocuklu, eğitim seviyesi düşük insanlar, bi­zim ulaştıklarımız” diye yanıtlıyor sorumuzu Gülcan. “40 ila 60 yaş­larında insanlar. Ama tabii bir de onların çocukları var, benim jene­rasyonum. Bu jenerasyonda bilgi düzeyi daha yüksek, üniversite me­zunları var. Türkiye kökenli genç­lik dernekleri var; bu sayede onlara da ulaşıyoruz” Tamam ama etkin­liklerinize en çok hangi kesim ge­liyor? “En çok, bilgi düzeyi düşük kişiler geliyor; hatta okuma-yazma bilmeyen kişiler ama hiç kuşkusuz ki kadınlar çok daha fazla ilgili ve istekli”.
Aslında Yeşil Çember, çevre hare­ketlerinin devasa boyutlar aldığı, Yeşiller hareketinin parlamento ve yerel yönetimlerde sağlam bir yeri olan Almanya gibi bir memlekette, ne Alman çevre örgütlerinin, ne de Türkiye kökenli başka organizas­yonların erişemediği kişilere ulaşı­yor gibi. Doğru mu? “Evet bizim ilişkide olduğumuz insanlara kim­se ulaşamıyor, çünkü o insan iş­ten eve gidiyor. Belki dernekte bir kahve içmeye gidiyordur. Biz onu orada yakalıyoruz ve ‘Boş zaman­larında faydalı bir şey, toplum için bir şey yapmak ister misin?’ diye soruyoruz”.

Çember Çember İçinde
İşte Yeşil Çember’in temel farkların­dan biri bu. Kum havuzunda oyna­mıyor, gerçek hayatın içinde, gerçek insanlarla konuşuyor ve bu konuda tamamen yenilikçi ve katılımcı yön­temler geliştiriyor.
“Biz böyle sorunca, ‘insanlar tabii ki isteriz’ diyorlar, çünkü aslında insanlar hazır. Ama önemli olan, onlar neredeyse oraya gitmek. Ba­zen sokağa çıkıp röportaj yapıyo­ruz, onları öyle kazanıyoruz. Stand kuruyoruz sokakta ve bize destek olmak, bilgilerimizden faydalan­mak ister misiniz diye soruyoruz” diyor Gülcan. Peki, bütün bunları yapan kaç kişi? Çekirdek kadronuz kimlerden oluşuyor? “Çemberi dur­madan genişletiyoruz. Şöyle diyebi­liriz; Berlin’de Yeşil Çember’i ku­ranlardan oluşan bir çekirdek var ama Almanya’nın diğer yerlerinde, çekirdekten filizlenen, beslenen ve çekirdeği besleyen halkalar var. Maddi-manevi destek verenler var. Yani tek bir çember yok. Çemberin değişik halkaları var artık”.
Bu çember lafını gerçekten çok iyi bulmuşlar. Metafor değil, gerçekten çok farklı insanların bir arada olabi­leceği, isteyenin bir ucundan tutup genişletebileceği, yeşilin her tonun­dan çemberler, gözümün önünde uçuşuyor.
“Bir de şöyle bir sistem geliştir­dik” diye anlatmaya devam ediyor Gülcan. “ İki senedir çevre elçileri eğitiyoruz. 40-50 saatlik eğitimden geçiyorlar. Bu çevre elçileri arasın­da, ev hanımları da var, üniversite mezunları da. Eğitim seminerine katılanların arasında en genci 20, en yaşlısı 60 yaşında. Çevre elçi­lerinin görevi, seminerden sonra, öğrendiklerini yaşadıkları yerde insanlara aktarmak, çemberi geniş­letmek. Çünkü ne ben, ne de diğer arkadaşlarımız her yere yetişemez. Ama şimdi Almanya’da bir sürü yer­de Gülcanlar var. Dernek dernek geziyorlar. Sokağa çıkıp broşür da­ğıtıyorlar. Pazarlarda plastik poşet­ler kullanılmasın diye bez torbalar veriyorlar insanlara”.

Yeşil Çember Artık Bağımsız
Çok kısa bir süre önce Yeşil Çem­ber, BUND çatısı altından çıkmaya karar vermiş ve artık kamuya fay­dalı, kâr amacı gütmeyen bir sosyal işletmeye dönüşmüş (ne yazık ki bi­zim ticaret yasalarımızda hâlâ böyle bir şirket kurmak mümkün değil). Peki neden, bunca yıl sonra BUND gibi güçlü bir örgütten ayrılıp, ken­di ayaklarının üzerinde durmak is­tediler?
“Bize çok büyük katkılar sağladılar ama bugün itibariyle bizi frenleme­ye başladılar. BUND çatısı altında olunca sınırlar belirlenmiş oluyor, çünkü ister istemez kendi politika­larının ve çevre örgütlerinin ön pla­na çıkmasını istiyorlar. Hâlbuki biz tamamen farklı, göçmenlere yönelik çalışmalar yapıyoruz”.
Ama BUND’un ofislerini kullanma­ya devam ediyorlar. “Bu işten onlar da memnun, onlara yeni üyeler ka­zandırıyoruz. Zaten ben bu konu­larda rekabete hiç inanmam. İşbir­liği önemlidir” diyor Gülcan. “Ama dernek olmak da istemedik, biz çok profesyonelce hareket etmek, hızlı karar almak ve uygulamak istiyo­ruz. Derneklerin yapısı buna uygun değil ama sosyal şirket bizim için ideal”.
Gülcan’la sohbetimizde öğrendik­lerim beni hem sevindiriyor, hem de geleceğe daha umutlu bakmamı sağlıyor ama bir nokta daha var ki, göğsümüzü kabartıyor, çünkü biz hiç farkında olmadan, EKOIQ’nun da Yeşil Çember’in çalışmalarında bir tuzu olmuş. “EKOIQ çok güzel bir dergi. Ben bunu mucize olarak adlandırıyorum, çünkü bu derginin hazırlanmasından insanlara ulaş­tırılmasına, yaygınlaştırılmasına kadar, ne gibi zorluklarla uğraştığı­nızı, hangi yoğun süreçlerden geç­tiğinizi çok iyi biliyorum. Diyorum ki, Almanya’da öyleyse, Türkiye’de nasıldır acaba? Bu nedenle, ger­çekten topluma çok faydalı bir şey yapıyorsunuz ve ben size çok te­şekkür ediyorum. Ayrıca böyle bir derginin çıkması beni hem mutlu ediyor, hem de işimi kolaylaştırıyor. Çünkü ben bu derginin her sayısı­nı okuduktan sonra bu alanda hem kelime dağarcığım hem bilgim ge­nişliyor. Ben bu bilgileri insanlara aktarıyorum” diyor Gülcan ve bir yandan da muzipçe gülümsüyor: “Biz biliyorsun EKOIQ’ya aboneyiz ama Almanya’nın dört bir yanındaki 60’ı aşkın çevre gönüllümüze ulaş­tırmak için fotokopilerini çekip her kentteki ofisimize gönderiyoruz”. Bak şu işe, bizim derginin kopyala­rı Almanya’nın değişik kentlerinde çevre elçilerinin ellerinde dolaşıp duruyormuş. Tarifsiz bir keyif. Aynı Orhan Veli’nin dediği gibi, “İçimde bir iş görmenin saadeti”. Yüzümde koca bir gülümsemeyle Gülcan’a bundan sonra dijital kopyaları yol­lama sözü veriyorum.
Sevgili Gülcan Nitsch’den öğ­renecek çok şey var; eminim Almanya’nın dört bir yanındaki Türkiye kökenliler, iklim değişik­liğinden çevre dostu ürünlere ve günlük hayatlarını nasıl değiştire­bileceklerine kadar çok şey öğreni­yorlar ondan. Ancak ben çok daha temel bir şey öğrendim bu yeni ar­kadaştan. Basit gibi gelen ama ne yazık ki Türkiye’deki çevre hare­ketleri ve çalışmalarında hemen hiç kullanılmayan bir şeyi: Bir hedef koymayı, bunun için her yöntemle insanlara gitmeyi ve tabii kolay yıl­mamayı. Sakin ama etkili bir güç olmak, meğer nelere kadirmiş…

Önce Kendinden Başlayacaksın!
Konuştuğumuz herkes diyor ki; evet doğayı seviyorum. Hiç kimse doğayı sevmiyorum demez. Biz de diyoruz ki; bakın hedefimiz, istediğimiz şey aynı, biz de doğayı korumak istiyoruz, gelin destek olun bize. İnsanları işin içine çekmenin yöntemlerini bulmak lazım. İşte yaptığımız çalışmalarla bu yöntemleri geliştirdik biz ve şimdi işte profesyonel olarak bu stratejileri bir kitap haline getiriyoruz. Son iki senedir, verdiğimiz seminerlerdeki kişilerle röportajlar yaptık ve araştırdık. İnsanlara nasıl ulaştığımızı, hangi ses ve davranışların etkili olduğunu bulmaya çalışıyoruz. Çevre elçilerimiz, o 40-50 saat süren seminerden sonra hayatlarını değiştiriyorlar. Diyoruz ki; “Sen çöpünü ayırmıyorsan, kimseyi ikna edemezsin. Sen tüketimine dikkat etmiyorsan, çevre dostu enerji şirketinden enerjini almıyorsan, hiç kimseyi ikna edemezsin. Önce kendinden başlayacaksın. Çünkü kendin yapmıyorsan başkasını ikna edemezsin. Bunu bir yaşam tarzı olarak satıyoruz. Satıyoruz ve mutlu oluyor insanlar. Şimdi Almanya’daki 22 çevre elçimizin portrelerini hazırladık. Neden çevre gönüllüsü olduklarını, hayatlarında nelerin değiştiğini anlatıyorlar herkese…”

EKOIQ Dergisi Kasım 2012 Sayı: 23

About Post Author