Paylaştığımız Her Şey!

“Mülkiyet ve işbirliği üzerine düşüncelerimizi yeniden şekillendirecek, yeni tarzda bir harekete hoş geldiniz” diyor Jay Walljasper. Dijital mecralarda müşterekler tartışması ve pratiklerinin en önemli platformu olan onthecommons.org’un kurucusu ve editörü olan Walljasper “All That We Share: A Field Guide to the Commons” (Paylaştığımız Her Şey: Müşterekler için Bir Saha Rehberi) kitabıyla tartışmanın zenginleşmesinde büyük rol oynayan bir isim. onthecommons.org’da yayınlanan yazısı, Müşterekler konusuna giriş için son derece önemli bir kaynak…

Müştereklere hoş geldiniz. Terim size tanıdık gelmeyebilir ama fikir yüzyıllardır mevcut. Müşterekler, eski bir kelimenin yeni bir kullanımı, “paylaştığımız şeyler” anlamına geliyor ve daha aklı başında, daha güvenli ve daha keyifli bir geleceğe dair taze bir umut sunuyor. Müşterekler, herkese ait olan değerli varlıklardan oluşan bir zenginliği ifade ediyor. Bunlar, temiz havadan doğa koruma alanlarına, hukuk sisteminden internete kadar değişebiliyor. Bazıları bize doğa tarafından verildi, diğerleri ise ortak insan yaratıcılığının birer ürünü. Müştereklerin bazı öğeleri tamamen yeni; mesela Wikipedia. Diğerleri ise yüzyıllardır var; örneğin, dünyanın tüm dillerinden rengârenk kelimeler ve cümleler. Müşterekleri herkes kullanabilir, elbette herkes için yeterince olduğu müddetçe. Bu nedenle, doğal kaynaklar gibi sınırlı müştereklerin sürdürülebilir ve adil şekilde yönetilmesi gerekiyor. Ancak müştereklerin diğer pek çok şekli özgürce kullanılabilir. Örneğin günümüzün hip-hop ve rock yıldızları, soul şarkıcıları, jazz müzisyenleri, blues sanatçıları, gospel müziği yapanlar, country çalanlar ve balat söyleyenlerin çalışmalarını “sahiplenin”, bunların hepsi çok eskilere dayanıyor ve bu alanda hepimiz gittikçe zenginleşiyoruz. Bu, müştereklerin en büyük gücü. Tüm insanlar tarafından paylaşılan ve zenginliklerinden faydalanıldıkça değeri artan bir miras…
En azından müşterekler tarih boyunca bu şekilde çalıştı ve demokratik, kültürel, teknolojik, tıbbi, ekonomik ve insani gelişimleri teşvik etti. Ancak bu doğal paylaşım döngüsü artık saldırı altında. Piyasa ekonomisi her şeyin değerini ölçmek için kullanılan bir kıstas haline geldikçe daha fazla insan müşterekleri kendi özel mülkiyetleri olarak zaptediyor. Ekosistemlerden bilimsel bilgiye ve kamu hizmetlerine kadar, toplumun pek çok önemli öğesi ellerimizden kayıp, zengin ve güçlü olanın cebine giriyor.

Kaybettiğimiz Zenginlik
Kaybettiklerimize dair bir örnek, sağlık hizmetleri masrafları hakkındaki bugünün manşetlerinden geliyor. Milyonlarca insanın kullandığı, çok yaygın şekilde reçetesi yazılan pek çok ilacın yaratılması büyük ölçüde devlet desteğiyle fonlandı. Ancak kamu parasıyla geliştirilen tıbbi ilaçların satışıyla ilgili tüm haklar, karşılığında neredeyse hiçbir şey istenmeden, ilaç şirketlerine verildi. Bu, vergilerimizle geliştirilen ilaçlar için fahiş fiyatlar ödeyeceğimiz ve pek çok yoksul insanın, hayatlarını kurtarabilecek tedavilere erişemeyeceği anlamına geliyor.
Daha da garip bir örnek ise, hiç anlaşmazlık çıkmayacağını düşüneceğiniz bir konuyla ilgili: Yoga. Ruhsal bir uygulama olarak yüzyıllardır geçirdiği evrim boyunca herhangi bir yeni duruş veya teknik, otomatik olarak herkesin kullanımı için geleneğin içine dahil oluyordu. Ancak 1978’in başında, artık Beverly Hills’de yaşayan Bikram Choudhury adlı bir Hintli, uzun zamandır kullanılan belli hatha yoga duruşlarının ve akışlarının telif hakkını kendi icadı Bikram Yoga olarak üzerine aldı ve şimdi de bu teknikleri öğreten diğer yoga salonlarını dava açmakla tehdit ediyor.

İyi haber, etrafımızdaki insanların müşterekleri geri almaya başlamasıdır.

İnsanlar mahalle kütüphanelerini açık tutmak, parklarını iyileştirmek veya kamu okulları için yeni fonlar bulmak amacıyla harekete geçiyor. Çevreciler, sulak alanların kurutulmasına ve şehir içi mahallelere zehirli atıkların boşaltılmasına karşı savaşıyor. Dijital aktivistler yoksul topluluklara internet erişimi sağlıyor ve bilgiye erişimin sınırlanmasına yönelik kurumsal planlara meydan okuyor. Yerli halk çocuklarına gelenek algısı ve umut duygusu aşılıyor. Genç sosyal girişimciler ve yazılım mühendisleri, insanların fikirlerini paylaşması için yeni mekanizmalar araştırıyor.
Bu insanların hepsi, kendilerini müşterekler aktivisti olarak görmüyor. Bazıları bu kelimeye aşina bile olmayabilir. Milwaukee kentinin kamuya açık TV kanallarının uzun süredir yöneticiliğini yapan Vel Wiley bir müşterekler etkinliğinde kalktı ve şöyle dedi: “Bu konferansın bir parçası olmam istediğinde, müştereklerin Greenpeace gibi insanlar için ve çevresel bir davayla ilgili olduğunu düşünmüştüm. Ama şimdi anlıyorum ki son 20 yıldır müşterekleri savunuyormuşum.
İnsanların yayın aracında bir sesi olmasını savunan sadece küçük bir grup olmadığımızı anlıyorum. Çok daha büyük bir şeyin parçasıyız ve bu da bizim yola devam etmemize yardımcı oluyor.” Herkesin, müşterekler kelimesini benimsemesi gerekmiyor. Asıl nokta, insanların, birlikte paylaştığımız şeylerin (ve bunları nasıl paylaştığımızın), bireysel olarak sahip olduğumuz şeyler kadar önemli olduğunu anlamasıdır.

Çevreciliğin Kökenleri ile Paralellikler
Bugün müşterekler konusuna artan ilgi, 1960’lardaki çevre hareketinin köklerini andırıyor. O dönemde ekoloji veya herhangi bir şeyin çevresel yönü hakkında çok az konuşuluyordu. Bunun yanında hava kirliliği, tarım ilaçları, çöpler, bakir doğanın kaybolması, yabani hayvan nüfusunun azalması, Erie Gölünün ölmesi, zehirli maddelerin nehirlere karışması, okyanusları kirleten petrol sızıntıları, şehirdeki çocukları zehirleyen kurşunlu boyalar, kırsal bölgeleri yutan şehirler, atık sahalarında yığılan çöp dağları ve toprağı tahrip eden sürdürülebilir olmayan tarım uygulamaları hakkında çok fazla endişe vardı. Ama çevre sözcüğü, 22 Nisan 1970’teki ilk Dünya Günü’ne kadar yaygın şekilde kullanılan bir kavram olmadı. Farklı konuları çevrecilik başlığı altında bir araya getirmek, o zamana dek ayrı meseleler olarak görünen konular arasındaki ilişkileri ortaya çıkardı ve sonraki birkaç yıl içinde çevre hareketinin gösterdiği beklenmedik gelişime hız kazandırdı. Müşterekler, ortak yararımız hakkında pek çok şekilde endişe duyan insanları, mülkiyetin doğası ve modern toplumda işbirliğinin önemi hakkında düşünce tarzımızı tekrar şekillendirecek, yeni bir tür harekette birleştirmeye yönelik aynı vaadi sunuyor.

Yeni bir Düşünme ve Yaşama Şekli
Müşterekler, neyin yanlış gittiğini anlamak için sadece felsefi ve politik bir çerçeve sağlamanın ötesinde, sorunları çözmek için de bir alet takımı da sunuyor aslında. Topluluklarını canlandırmak ve açık alanları korumak isteyen yerel aktivistler, hem özel mülkiyetten hem de devlet yönetiminden ayrı olarak, bir tür toplum mülkiyeti olan toprak vakıfları kuruyorlar. Savvy Web kullanıcıları, internetin kollektif özelliklerini kullanarak, paylaşılan bu kaynağı kişisel kazanç için kendine mal ederek onu baltalayan şirketlere meydan okuyor. Dünyanın dört bir yanındaki köylüler ve şehir sakinleri suyun bir müşterek olduğunu, satılamayacağını, kurutulamayacağını ve kimse tarafından kontrol edilemeyeceğini söylüyor.Bu tür çabalar müştereklerin anlamını, sahip olunan bir şeyin ötesinde, çok daha büyük bir fikre doğru ilerletiyor: Birlikte nasıl yaşayacağız.
Önde gelen bir müşterekler tarihçisi olan Peter Linebaugh, paylaştığımız şeyleri korumak ve güçlendirmek için verilen çabaları ifade etmek amacıyla “müşterekleştirme” (commoning) kelimesini türetti. Linebaugh şöyle diyor: “Müştereklerin, sadece maddi bir kaynaktan çok, bir hareket olduğu noktasını vurgulamak istiyorum. Bu, müştereklerin çok önemli olan sosyal öğesini öne çıkarıyor.”
Uluslararası sahnede önde gelen müşterekler kuramcılardan biri olan David Bollier bu kavramı sosyal bir dinamik olarak tanımlıyor. İngiltere’de yayınlanan siyaset dergisi Renewal’da şöyle yazdı, “Bir toplum, adil erişim, adil kullanım ve sürdürülebilirlik özellikleri göz önünde tutularak bir kaynağı kollektif olarak yönetmek istediğine karar verdiğinde bir müşterek ortaya çıkar. Bu, uzun süre piyasa kültürümüzün gölgesinde yaşamış olan ve şimdi yükselişe geçen bir toplumsal formdur.”
Büyük deneyime sahip olan, topluluk organizatörleri Julie Ristau ve Alexa Bradley, pek çok insanın piyasa zihniyetinin rekabetçi anlayışını içselleştirdiğini, öyle ki müşterek bir hareketin başarısızlığa mahkum olduğuna inandıklarını gördü. Beraber çalışmayı düşünme becerilerini bile kaybediyorlardı. Ama Ristau ve Bradley insanlarda aynı zamanda şunları da fark ettiler; “Umut, bağ kurma ve iyileştirme için büyük bir özlem var. Toplumu yeniden yapılandırmak, gıdayı yerelleştirmek, kooperatif ekonomilerine doğru ilerlemek, yaşamlarımızı gezegenimizin sağlığı ile daha uyumlu hale getirmek için çok çeşitli çabalar verildiğini görüyoruz. Bu çabalar, etkileşime girmek ve ortak mülkiyet, işbirliği ve yönetim için kapasitemizi yeniden yapılandırmamıza yardımcı olacak kaynakları örgütlemek üzere farklı yollar bulmak için insanların taşıdığı derin bir ihtiyaç ve arzudan kaynaklanıyor.”
Gittikçe daha fazla insan, yavaş yavaş müşterekler tabanlı bir topluma, bugünün yaşamını tanımlayan rekabetin üzerindeki temel odağın, sosyal işbirliğini besleyen yeni yaklaşımlar ve sosyal yapılar ile dengelendiği bir dünyaya, doğru ilerlememizi sağlayan adımlar atıyor. Bu vizyon özellikle de ona en çok ihtiyacımız olan noktada gelişiyor. Son 30 yıldır piyasanın sihrine dair sıkı sıkı tutunulan mitler, global finans balonunun patlamasıyla birlikte yıkılarak farklı yaşam şekilleri için hem alan açtı, hem de acil bir ihtiyaç ortaya çıkardı.
Mevcut ekonomik ve ekolojik felaketlerden kurtulmamız, toplumumuzu yürüten işletim sisteminde sadece birkaç ayarlama yapmaktan fazlasını gerektiriyor. Aletleri tamamen yenilemek ve kültürümüzü baştan aşağı yönlendiren temel prensipleri değiştiren bir paradigma değişimi gerekiyor. Bu tarihi anda, “ben” kadar “biz”in de önemli olduğu bir topluma dair müşterekler vizyonu, daha iyi bir dünya umudunun ışığı olarak parlıyor.

Önerilen makaleler