Lafı çok uzatmadan, dolandırmadan söyleyelim: Sürdürülebilirlik Raporlaması bir amaç değil, bir araçtır. Amaç, mavi gezegendeki hayatı, tüm canlıların mutluluğu ve refahı için sürdürülebilir kılmak, gelecek nesillerin de en az bizim kadar ve hatta daha müreffeh yaşayabilmesini sağlamaktır. Sürdürülebilir Kalkınma nihayetinde, ülkeler bazında yeni bir kalkınma ve gelişme anlayışı tartışmasından doğdu ancak bütünler parçalardan oluşur. Hele milyonlarca kişi, kurum ve yapıdan oluşan ulus devletlerden bahsediyorsak, bu bütünü oluşturan tüm bu parçaların tek tek kendilerine çekidüzen vermesini sağlamaktan başka herhangi bir yol gözükmüyor. Ulusal yapıların, Brundtland -Ortak Geleceğimiz raporundan veya Kyoto’dan bu yana sürdürdükleri aksak ritimli, iniş çıkışlı müzakerelerin tüm sorunları bir hamlede çözmesini bekleseydik, sanırım bugün artık “sürdürülememezlik” bir olasılık değil, kesin ve geri döndürülemez bir gerçeklik olurdu.
Bu büyük amaca ulaşmanın parçalardan geçtiği açık. Peki, bu parçalar neler yapıyor, neler yapmaya çalışıyor, neredeler, nereye gitmeye çalışıyorlar? İşte Sürdürülebilirlik Raporu, bu izleme-gözleme ihtiyacından doğdu. Kurumların kendi durumlarını anlamalarını ve sürdürülebilirlik yolunda ilerlemelerini sağlayacak temel araçlardan biri, çünkü hep söylendiği gibi ölçemediğiniz, anlayamadığınız, kavrayamadığınız süreçleri yönetemezsiniz.
Ancak sürdürülebilirlik raporlamasının, başından itibaren ve her bir birimde bu şekilde kavrandığını söylemek, boş bir argüman olur. Böyle olmadı, en azından her noktada… Sürdürülebilirlik raporlaması, sıklıkla, şirketlerin konuya olan alakalarını, ilgili kamuoyuyla paylaşabilecekleri bir iletişim aracı olarak kavrandı ve tabii bu doğrultuda çalışıldı. Aslında, toplumsal süreçlerin temel bir yasası işliyordu: Sizin bilinç ve kavrama düzeyiniz, ortaya çıkan yeni araçların gerçek kapasite ve işlevlerini kavramak yerine, o güne kadar bildiğiniz geleneksel davranış, kavrayış ve eylem biçimleri tarafından yeniden biçimlendirilmeye çalışılır. Geçmişin argümanları ve alışkanlıkları, yeni olanı istimlak etmeye, kendi kavramsal çerçevesi içine sığdırmaya uğraşır.
Sürdürülebilirlik raporlamasının, gidilmesi gereken hedefe ulaşmanızı sağlayacak temel araçlardan biri değil de, bildik kalıplarınızı aktarabileceğiniz yeni bir araç; mazruf değil zarf; içerik değil biçim; diyalojik değil eskisi gibi monolojik bir iletişim aracı olarak kavranması, geçtiğimiz sürecin en büyük sorunlarından biri olarak kabul edilmeli…
15 Yılın Sonunda…
Peki, bu süreç değişiyor mu? Yine kestirmeden söyleyelim, evet… Sürdürülebilirlik Raporlamasının dünyadaki en temel ve güvenilir standardı olan Global Reporting Initiative’in (GRI) G3 standardı, 2015 yılında tarihe karışıyor. GRI’ın raporlamanın geleceğini belirleyen yeni standardı G4, sayısız paydaşın katılımı ve katkılarıyla uzun bir tartışma sürecinin sonunda hazırlandı. Eski standartların amacı elbette ki, kurumların eski alışkanlıklarını bir şekilde devam ettirmesi, raporlamayı, bildik bir iletim aracı olarak kullanması değildi ama biraz önce de bahsettiğimiz gibi, yeni süreçlerin belirlenmesi, alışkanlıkların değiştirilmesi, önyargıların kırılması hiç de kolay değil, Einstein’ın dediği gibi bazen atomu parçalamaktan zor… İlk GRI raporlama standardı rehber taslağının (Sustainability Reporting Guidelines) ortaya çıkışı 1999. Yani hepi topu 15 yıllık bir süreçten bahsediyoruz. Bütün bu süreçte, GRI da öğrendi, gerçekten kapsamlı tartışma ve analizlerle ilerledi ve G4’e kadar geldi.
Hiçbir şeyin, her şeyi sihirli bir değnekle değiştirebilme gücü tabii ki yok ama G4, raporlamanın ve dolayısıyla kurumların sürdürülebilirliklerini izleme ve yönetme süreçlerinin tarihinde devrimsel bir sıçramaya tekabül edecek gibi. Bunun başında, tüm paydaşlarla birlikte yaratılması gereken önceliklendirme analizi geliyor. Yani artık kurumlar, akıllarına geleni, kendilerinin güçlü oldukları, iletişim için “işe yarayacağını” düşündüklerini değil, bulundukları sektör için elzem olanı, gerçek etkilerinin gerçekleştiği alanları raporlayacaklar.
Tam da bu noktada, kurumların artık sürdürülebilirliği gerçekten DNA’larına yerleştirmek isteyip istemedikleri, bunu bir reklam aracı olmaktan öte, iş yapış biçimlerinin temel saiki olarak belirleyip belirlemeyeceklerine kesin bir karar vermeleri gerekiyor. Yani kurumsal sürdürülebilirlik konusunda büyük bir yol ayrımının kapısındayız; bu yola devam edeceklerle etmeyeceklerin kesin olarak ayrıştığı bir süreci hep beraber göreceğiz…
Yeni Değişken: Borsa İstanbul Sürdürülebilirlik Endeksi BIST 30
Konuya Türkiye özelinde baktığımızda da aslında önemli gelişmelerle karşı karşıya olduğumuzu kolayca görebiliriz. Bu yeni işaretlerden herhalde en önemlisi, çok uzun zamandır üzerinde çalışılan Borsa İstanbul Sürdürülebilirlik Endeksi BIST 30. Şimdilik borsaya kote 30 firma üzerinden giden bu çalışmanın, kısa zaman içinde 100’e çıkması planlanıyor.
Peki, BIST 30’un nasıl bir önemi var?
Bildiğimiz gibi borsaya kote, yani halka açık şirketler şimdiye kadar yıllık finansal raporlama yapmakla yükümlüydüler. Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği (TKYD) Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Göçmen’in çeşitli toplantılarda sık sık dile getirdiği gibi, “Finansal Raporlama” kendi başına, aslında dikiz aynasından geriye doğru bakıp konuşmaktan öte çok fazla bir anlam taşımıyor. Ama bizim asıl ihtiyacımız, finansal veri ve gelişmeleri, çevresel ve sosyal etkilerle birlikte raporlamak, aktarmak. Ve böylece geçmişe değil, geleceğe konuşmak. Daha açık bir ifadeyle Yıllık Finansal Raporu’nda tüm finansal verileri harika görünen, kurumunun uzun yıllarının kilometretaşlarını, kârlılık oranlarını aktaran şirketlerin, ne gibi riskler altında olduğunu, çevresel ve sosyal etkilerini göz ardı edip etmediğini görmemiz imkansız. Büyük oranda yatırımcılar için hazırlanan ve ne yazık ki daha çok bir “görsel tasarım” çalışması olarak kavranan finansal raporlamanın gerçek anlamda sadece kurumun geçmişini gösterdiğini artık görmemiz gerekiyor. Halbuki yatırımcılar, bir kurumun geçmişine değil, geleceğine yatırım yaparlar. Çünkü raporda görülen her finansal veri artık geçmiştir. Ondan, küçük veya büyük bir yatırımcının tek bir kuruş bile kazanması artık mümkün değildir. Rapora ise önümüzdeki yıllarda yatırım yapıp yapmayacağına karar vermek için bakar ama bu raporlar, bu konuda hemen hiçbir bilgi taşımaz. Konuyu uzatmamak için, biri maden, diğeri inşaat alanında çalışan borsaya kote iki şirketin, geçtiğimiz yılki faaliyet raporlarına bir göz atmanızı tavsiye edebiliriz. Bir yatırımcı orada herhangi bir risk göremeyecektir ama bugün, artık o şirketlerin hisse senetlerini almak isteyen kaç yatırımcı bulabilirsiniz? Dolayısıyla sadece geçmiş finansal kârlılığın aktarıldığı bir rapor, ne yazık ki hiçbir şey anlatmayan bir dokümandır.
BIST 30 ile başlayan sürecin bu anlamda, sürdürülebilirlik raporlaması aracının ve gerçek anlamda kurumsal ve bütüncül sürdürülebilirlik yönetimi anlayışının, özellikle halka açık şirketler arasında hızla yaygınlaşmasına neden olacağını rahatça söyleyebiliriz.
Aslında bu iki raporlamanın, yani “Finansal Raporlama” ile “Sürdürülebilirlik Raporlamasının” entegre edilmesine yönelik çalışmalar da çoktan başladı. IIRC (International Integrated Reporting Council) Uluslararası Entegre Raporlama Konseyi’nin hazırladığı entegre raporlama rehberi, neredeyse iki yıl önce, 2013’te kamuoyuna sunuldu bile. Ancak hemen uyaralım, kurumsal raporlamanın geleceği olarak kabul edilen entegre raporlamanın, iki tür raporun bir araya getirilmesinin çok ötesinde bir işlevi ve -korkutmak gibi olmasın ama- hazırlama yöntemleri var. Bu işin başında ise dışsallıkları çok iyi bir şekilde, mali düzeyde sayısallaştırmak geliyor. EKOIQ olarak geçtiğimiz ay kapsamlı bir biçimde gündemimize aldığımız ve sayfalarımızda aktarmaya çalıştığımız “dışsallıkların sayısallaştırılması ve içselleştirilmesi” konusu, bu noktaya dikkat çekmeye gayret gösteriyordu. Bu nokta üzerinde, daha uzun uzun çalışmak, araştırmak, kurumların yeni dönemdeki en önemli ev ödevlerinden biri gibi duruyor. Zor ama “roket bilimi” kadar değil. Ve açık bir şekilde yol oraya doğru gidiyor…
Peki, İyi Bir Rapor Nasıl Olur?
Peki, bugün gelinen noktada, iyi bir sürdürülebilirlik raporu hazırlamanın en temel ve basit ilkeleri nedir? Neleri dikkate almak, üzerinde sıkı sıkıya düşünmek zorundayız? Ya da sendikalardan tutun yatırımcılara ve toplumun sigortaları sayılan sivil toplum kuruluşlarına kadar uzanan Sürdürülebilirlik Raporu okurları nereye bakıyorlar, bakacaklar, bakmalılar? Bu konuda geçtiğimiz yıl World Business Council for Sustainable Development – WBCSD’nin (İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği) İstanbul’da yaptığı bir toplantıda kamuoyuyla paylaştığı Reporting Matters dokümanına dönüp dönüp bakmakta sayısız fayda olduğunu düşünüyoruz. Dünyanın sürdürülebilir kalkınma alanında en yaygın ve etkili iş STK’sı sayılan WBSCD’nin bu önemli dokümanında, Sürdürülebilirlik Raporları’nın temel dinamik ve sorunları çok kapsamlı bir çalışmayla ele alınmış.
Bu başlıkların birincisi, söz konusu raporun ölçek ve sınırlarını aktaran Bütünlük ( Completeness). Yani şirketinizin “değer zincirini” son derece dikkatli bir şekilde elden geçirmeden iyi bir raporlama yapmanız zor, çünkü günümüzün dünyasında tedarik zinciri ve hayata dokunduğunuz noktalar son derece karmaşıklaşmış durumda. Dolayısıyla şirketinizin merkezinin veya üretim tesisinin etkisini ölçmek bazen çok az şey ifade edebilir. Bu nedenle ilk yapılacaklardan biri, girdi ve çıktılarınızın, büyük küçük tüm tedarikçilerinizin, hammadde kaynaklarınızın, olumlu veya olumsuz etkide bulunduğunuz çevresel ve sosyal ekosistemi tüm yönleriyle ele alma ve kavramak. Bu noktada temel önerilerden biri de değer zincirinizin tüm halkalarını, iç ve dış paydaşlarınızın en basit şekilde kavrayabileceği bir düzeyde grafikleştirebilmek…
Çalışmada ikinci başlık olarak verilen Önceliklendirme ( Materialiy), hem bu yazımızda, hem de bugüne kadar yayınladığımız sayısız yazıda vurguladığımız asli bir unsur. Yani gerçek etkiniz nerede gerçekleşiyor; bunu bilmeden yola çıkmak zor. Bu da yine sadece raporlamanın sorunu değil, tüm bir yönetim anlayışınızın odaklanması gereken bir nokta.
Bize Nasıl Aksiyon Alacağınızı Söyleyin
Üçüncü başlık olarak ele alınan ve Strateji ve Temel Sürükleyiciler olarak Türkçe’ye çevirebileceğimiz Strategy&Drivers, önceliklendirdiğiniz finansal, çevresel, sosyal ve yönetişim risk ve fırsatlarınıza yönelik nasıl bir aksiyon planı geliştirdiğiniz üzerine yoğunlaşıyor. Yani soru basit: Tamam, temel riskleriniz bunlar ancak bunları nasıl yönetmeyi, aksiyonlar almayı ve sonuç olarak fırsatlar haline dönüştürmeyi düşünüyorsunuz?
Yönetişim ve Hesap Verebilirlik (Governance&Accountability) ismini taşıyan dördüncü başlık, aslında bir önceki başlıkta ele alınan sürdürülebilirlik stratejisinin, kurum içinde hangi düzeyde ve nasıl ele alınacağını sorguluyor. Sürdürülebilirliğin ve Raporlamasının çoğu zaman, tek başına kurumsal iletişim departmanlarının sorumluluğuna bırakılması, bu konunun açık yarasına iyi bir örnek olarak verilebilir. Yönetimin sorumluluğu hangi düzeyde ele aldığını, konunun tüm birimlerin angajmanına hangi yollarla gireceğinin veya girdiğinin açıklanması, sürdürülebilirlik raporlamalarında dikkatle incelenmesi gereken bir konu. Bir sonraki başlık da aslında doğrudan Yönetişim ile bağlantılı: Yönetim Yaklaşımı (Management Approach). Hangi rehberleri, araçları, sertifikasyonları ve yönetim sistemlerini kullanacaksınız? Ve tabii paydaşlarınızı bu çalışmalarınıza hangi yöntem ve yollarla angaje edeceksiniz?
Bir sonraki başlık olan Aksiyonların Kanıtları (Evidence of Activities), gayet açık aslında: Raporlama yaptığınız dönem boyunca, sürdürülebilirlik yönetişim ve stratejiniz doğrultusunda hangi aksiyonları aldınız? Bu kanıtlar ne yazık ki çoğu zaman, temel stratejinizle doğrudan bağlantılı olmayan, KSS başlığı altında yapılan tüm etkinliklerin dökümüne yöneliyor. Ancak bu noktada temel beklenti, strateji ile eylemler arasında açık ve net bir mantıksal bağlantı…
Ve geldik tabii ki Performans’a (Performance)… Açık, net veriler ve grafiklerle, nerede olduğunuzu, ne kadar yol aldığınızı görmek istiyor herkes. Bunun için tüm öncelikli konularınız hakkında raporda spesifik ve ölçülebilir Temel Per formans İndikatörlerinin (KPI) yer alması olmazsa olmaz koşullardan biri. WBCSD’nin araştırmasında yer alan bir sonraki başlık Trendler ve Beklentiler (Trends&Prospects); aslında, faaliyet gösterdiğiniz coğrafyalardaki varolan ve olası değişimlere yönelik analiz ve tahminlerinizi gösteriyor. Sosyal, çevresel, yasal ve ticari risk ve fırsatların önümüzdeki dönem için analizi, yakın ve orta vadedeki yönetim stratejinizi belirleyecek temel unsurlardan biri. Raporun okuyucularının bu analizi, temel yönelimlerinizle nasıl uyumlulaştırdığını görmesi son derece önemli…
Hedefler ve Taahhütler (Targets &Commitments) de aslında bir sürdürülebilirlik raporunun temel bileşenlerinden biri. Tüm öncelikli konularınız hakkında, zamanlaması tam olarak belirlenmiş, spesifik ve ölçülebilir performans hedefleri, aslında kurumsal performans açısından da son derece önemli. Önüne açık bir şekilde koyulmayan tüm hedefler, zaman içinde unutulmaya mahkum değil midir?
Her rapor hazırlayanın ve her rapor okuyucusunun başucu metinlerinden biri olmasını ısrarla önerdiğimiz çalışmanın diğer başlıkları, sürdürülebilirliğin olmazsa olmazı paydaşların katılımını vurgulayan Paydaş Angajmanı (Stakholder Engagement); çıktığınız yolda kimlerle yürüyeceğinizi ortaya koyan Ortaklık ve İşbirlikleri (Partnership&Collaborations); olumlu ve olumsuz noktalar konusundaki şeffaflığa değinen Denge (Balance); raporu okumayı ve anlamayı kolaylaştıran İçerik Mimarisi (Content Architecture); raporlanan içeriklerin birbirileriyle ilişkilerini en açık biçimde nasıl görselleştirileceğinden dem vuran Bakış Açısı (Line of Sight) şeklinde özetlenebilir.
Raporların okunmak için hazırlandığına, dolayısıyla iletişim çalışmalarına değinen Ulaşabilirlik (Accessibility); ne yazık ki finansal raporlamada çok önemsenen ama sürdürülebilirlik raporlarında çoğu zaman tali kalan biçim ve estetiğe dair görüşleri aktaran Enformasyonun Sunumu (Information Presentation); raporu her şeyi tıka basa doldurmanızın bir yararı olmadığının altını çizen Kısa ve Özlük (Conciseness), son olarak da Tepkiler ve Bir Sonraki Adım (Reflections and Next Step), Reporting Matters dokümanının diğer önemli başlıkları…
Yuvaya Dönmek
Görüldüğü üzere, raporlama tamamen kendine özgü yöntemler içeren, sadece az sayıda uzmanın akıl yürütebileceği çalışmalardan ziyade, belirli bir yöntem ve çalışma oturtulduğunda, zaten bir şirket ve kurumun akıl ve bilgisiyle üretebileceği bir uğraş…
Aslında bu yazı kapsamında aktarmaya çalıştığımız her şey de, ilk ve temel yere dönmekle bağlantılı: Gerçek etkimizi bilmek ve bunun üzerine düşünmek… Sürdürülebilirliği yeni bir yönetim anlayışı olarak kavramak. Kurumların pozitif ve negatif dışsallıklarını gerçek olarak hesaplayarak, “Gerçek Değerimizi” açık ve net bir şekilde ortaya koymak. Kârımızın gerçek olup olmadığını, sosyal bir yarar yaratıp yaratmadığımızı, insan topluluklarının müştereklerinden beslenip beslenmediğimizi, doğmuş ve doğacak tüm canlıların ortak mülkiyeti olan ekosistemden aşırıp aşırmadığımızı gördüğümüzde, artık başka bir yere ulaşmış olacağız…
Çok sık söylediğimiz gibi, gözleri kapatmak, varolanların yok olduğu değil, bizim onları görmediğimiz anlamına gelir. Göreceğiz ve eğer cesaretimiz varsa değiştireceğiz. Konu, gördüğünüz gibi giderek basitleşiyor ve gerçek değişim, kendimizi değiştirmekten başlıyor…