#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

“Döngüsel Ekonomi Atık Yönetimsiz Varolamaz”

Prof. Dr. Filiz Karaosmanoğlu:
“Döngüsel Ekonomi Atık Yönetimsiz Varolamaz”

Sürdürülebilir üretimin en önemli öğelerinden birinin atık yönetimi olduğunu dile getiren Sürdürülebilir Üretim ve Tüketim Derneği (SÜT-D) Başkan Yardımcısı ve İTÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Filiz Karaosmanoğlu, “Döngüsel Ekonomi de atık yönetimsiz var olamaz. Bu modelle çoğunlukla tasarım dışı kalan ya da adeta yok da sayılabilen atık için en doğru yaklaşım sergileniyor. Atık yönetimi hiyerarşisine uygun olarak geridönüşüm ve kazanımı başarmak, gerek dünya gerekse Türkiyemiz için tartışılamaz şekilde önemli ve anlamlı” diyor.

İklim değişikliği ve dünya kay­naklarının tükenmesi, gezegenin limitleri konusunda insanlığı bir yol ayrımına doğru götürüyor. Bu noktada üretimde kullanılan ham­maddelerin geri kazanımı giderek daha da kritik bir önem kazanıyor. Bu bağlamda hammadde, kaynak ve yenilenebilir enerji kullanımla­rını esas alan yeni bir ekonomik sistemin ortaya çıkması neredeyse bir zorunluluk. Avrupa Birliği ta­rafından da desteklenen bu yeni üretim sistematiği çoğunlukla “Döngüsel Ekonomi” (Circular Economy) başlığıyla ifade ediliyor. Bu ekonominin kurulmasında tüm üretim şemalarının en baştan ye­nilenmesi gerek. Ancak bu uzun değişimin kısa vadede en önemli adımlarından biri geridönüşüm ve kazanım. Bu bağlamda, Türkiye olarak neredeyiz?
Belirttiğiniz gibi “Döngüsel Ekono­mi” çok önemli. Çünkü bu ekonomi, sürdürülebilir büyümeyi destekliyor. Bu yeni üretim sistematiği için, dü­şük karbon ekonomisine gidiş yolun­da, sürdürülebilir üretimin en önem­li öğelerinden biri de atık yönetimi. Döngüsel Ekonomi, atık yönetimsiz var olamaz. Bu modelle çoğunlukla tasarım dışı kalan ya da adeta yok da sayılabilen atık için en doğru yak­laşım yapılıyor. Atık yönetimi hiye­rarşisine uygun olarak geridönüşüm ve geri kazanımı başarmak, dünya ve Türkiyemiz için tartışılamaz şe­kilde önemli ve anlamlı. AB Mükte­sabatına Uyum Süreci ile ilerleyen ülkemiz, birincil ve ikincil mevzuatı ile yasal anlamda konu için hazırdır. Ancak “Döngüsel Ekonomiye Doğ­ru: Avrupa İçin Sıfır Atık Progra­mı (COM/2014/0398)” konusun­da bilgim dahilinde henüz özel bir çalışma yok. Ülkemizde yasama ile gelen kısıt ve yaptırımlar da mevcut, ancak destekler de var. Bu aşama­da, uç noktada başarıları görüyo­rum. Çok iyi uygulamalar bir yanda; konuyu yok sayanlar, görmezden gelenler bir yanda. Öğrenmek, ge­lişmek isteyenler bir yanda; “atık, atıktır” diye teknoloji dışı kurtulma yolunu seçenler bir yanda. Geridö­nüşüm ve kazanım ile sağlanan is­tihdam ve yeşil ekonomi bir yanda; kara işler bir yanda. “Atık ulusal servettir” diyerek ilerleyenler başı­mızın tacı. Döngüsel Ekonomi ile ilerleyecek küçük ve orta ölçekli te­sisler, önemli bir kaynak verimliliği sağlayacak ve yerküre dostu üretimi başaracaklardır.
Yani Döngüsel Ekonomi’nin KOBİ’ler yoluyla ilerleyeceğini ön­görüyorsunuz…
Türkiye ekonomisini KOBİ’ler ayak­ta tutuyor. Döngüsel Ekonomiyi de en iyi KOBİ’ler başarabilir. Atığını yöneterek ilerleyen KOBİ’ler daha güçlü olarak geleceğin firmaları olabilir ve ihracat seçenekleri de güçlenir. Avrupa Birliği de bu ko­nularda KOBİ desteklerini öncelikli görüyor.

Peki, bu alanda daha ilerleyebil­mek için hangi sorunları aşmamız gerekiyor? Geridönüşümde sorun­lar nerelerde, hangi aşamalarda yaşanıyor?
Geridönüşümde öne çıkan sorunla­rı değerlendirdiğimde ve sektörün sesini de dikkate aldığımda, atık bertaraf bedeli ile ilerlemek gerek­tiği öne çıkıyor. Atık suyun berta­raf bedeli gibi, atık su için verilen enerji teşviki gibi bedel ve teşvik­ler belirlenmelidir. Atık yönetimi hurdacılık dışına ancak teşvik ile çıkar. Atık, kaynaktan lisanslı geri­dönüşüm firmasına, sokak sistemi dışında bir yolla ulaşmalıdır. Atık­ tan enerji üretimi için verilen teşvik olumlu ve yapıcıdır. Atık çıkışında mümkün ise yerinde atık yönetimi ile lisanssız elektrik üreterek, üre­tim döngüsünde başarı yakalamak da mümkündür. Geridönüşüm ko­nusunda toplumda ve sanayide bi­linç ve kabulde eksikler var. Hatta direnç var da diyebiliriz. Direnenler de öğrensin ve eyleme geçsin. Geç­meyenler için de tetikleyici destek ile özendirme ve cezalar ile de kor­ku münasip olacaktır.

Söz konusu sorunların aşılması için ne gibi önerilerde bulunursu­nuz?
En iyi dünya uygulamaları dikkate alınarak gereken vergi ve yaptırım­lar gözden geçirilmelidir. Kritik öğe, bence yerel yönetimlerdir. Türkiye, atık yönetimi ve her bir atık tipi için hedeflerini tanımlamalı­dır. Ülkemiz, geridönüşüm toplumu olma yolunda ilerlemelidir. Yakın ve uzun vade hedeflerimiz olmalıdır. AB “2030 yılından itibaren atıkların geri dönüştürülmesi ve yeniden kul­lanımının en az %70’e artırılmasını, mevzuatını sadeleştirmeyi, atıktan katma değerli ürünlere geçişi, ikin­cil hammadde pazarını geliştirmeyi öngörüyor. Ülkemiz ne yapacak? Türkiye geridönüşüm hedefleri ne­dir? Tüm bunları bilmeliyiz.
Öte yandan Türkiyemizin bir Ulusal Atık Veri Merkezi olmalıdır. Atık ve döngüsel ekonomimizdeki yerinin canlı takibi başarılmalıdır. Hep be­raber başarmamız gerektiğine ina­nıyorum. TÜBİTAK ve TTGV’nin bu konuda özel proje çağrısına çıkma­sı, disiplinler arası yaklaşımla sektör üretici- geridönüşüm firmalarının etkileşimi ile bize, güzel ülkemize uygun, en iyi örnek uygulamalarına ulaşmak yararlı olacaktır.

Gerekli adımlar atıldığında, ihtiyaç duyulan gelişmeler yaşandığında geridönüşümde hangi noktalara gelebileceğimizi düşünüyorsunuz?
Atık bir hammaddedir. Bir değeri ve yaratacağı değer vardır. Atık üreti­me, ekonomiye girerse ve ürünlere dönüşürse, örneğin kimya endüst­risi gibi, doğrudan katma değer ile istihdamı tetikleyerek, hammadde ithalatını azaltır. Petrolü ithal eden bir Türkiye için her bir plastik ürün, sektörde yeni hammaddedir. Geridönüşümün çevresel katkısı da malumumuz. Geridönüşüm, doğru­dan karbon ve su ayakizini olumlu etkiler. Sıfır atık yolu, iklim deği­şikliğini azaltma yolunun olmazsa olmazıdır.

Çok kısa bir süre önce Bilim, Sa­nayi ve Teknoloji Bakanlığı Sanayi Genel Müdürlüğü tarafından 2014-2017 yıllarına yönelik “Ulusal Geri Dönüşüm Strateji Belgesi ve Eylem Planı” açıklandı. Belge hak­kında genel bir değerlendirmenizi alabilir miyiz?
Bu belge, mevcut durumu ortaya koyması ve “Güçlü Yönler-Zayıf Yönler-Fırsatlar-Tehditler (GZFT) Analiz” sonuçları açılarından çok önemlidir ve gerçekçidir. Önem­li olan, saha başarısı ve uygulama için hız kazanmamızdır. Her bir atık sınıfı için ayrı yol haritası ve hedeflerle ilerlemeyi, uygulamaları gerçekleştirmeyi başarmalı; bu doğ­ru-güzel cümleleri, tespitleri saha başarısına ulaştırmalıyız.

Ahmet Cihat Kahraman:
“Genişletilmiş Üretici Sorumluluğu Yerleşmeden Olmaz”

Geridönüşümde yol alabilmemiz için “Kirleten öder* prensibinin ve “genişletilmiş üretici sorumluluğunun” altını çizen Marmara Belediyeler Birliği Çevre Yönetim Merkezi Direktörü Ahmet Cihat Kahraman, “Belediyelere, sorumlulukla birlikte yetki de verilmeli, yoksa davul belediyelerin boynunda, tokmak başkalarının elinde olur ve yol alamayız” diyor.

Kısa bir süre önce açıklanan “Ulu­sal Geri Dönüşüm Strateji Belge­si ve Eylem Planı” belgesini nasıl buldunuz? Genel bir değerlendir­menizi alabilir miyiz?
Öncelikle ifade etmeliyiz ki, geri­dönüşüm gibi çok paydaşı olan bir konu hakkında strateji belgesi ve ey­lem planının hazırlanması, farklı di­siplinlerin bir araya gelmesini gerek­tirirdi. Ve öyle de olmuş; doküman her ne kadar Bilim Sanayi ve Tekno­loji Bakanlığı tarafından yayınlansa da, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın işin sahibi olduğu unutulmamalıdır. Bu tür dokümanların ciddi bir hazır­lık süreci geçirdikten sonra meyda­na geldiğini biliyor ve bunu takdir ediyoruz, ancak uygulama safhasın­da da aynı iradenin gösterilmesinin çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Aksi halde değiştiremediğimiz yan­lışlığı bilmemizin bize bir şey kazan­dırmayacağı aşikâr.
Mevcut durumun ifade edilmesi açı­sından başarılı bir çalışma olmuş fakat uzun yıllardır problemlere yönelik belirttiğimiz çözüm kanalla­rının ötesinde bir şey yok. Biz bu tür belgelerin bir üst akıl olmasını ve sadece eylemin ne zamana kadar yapılacağını değil, eylemi izleyecek mekanizmayı geliştirmesinin de önemli olduğunu düşünüyoruz.
GZFT Analizinin (Güçlü Yönler- Zayıf Yönler-Fırsatlar-Tehditler) al­tında ifade edilen “Zayıf” yanların sadece beş tanesinin toplumsal far­kındalıkla ilgili olduğunu görmek ve bunu kabul etmek, üreticilere, sanayicilere, merkezi yönetimlere ve biz yerel yönetimlere ödevleri­mizi bir kere daha hatırlatıyor. Bu açıdan çok faydalı buluyoruz. Yerel yönetimlerin ortak hareket etme girişimlerini desteklemesi, yetki dağılımının gözden geçirilmesine vurgu yapması, endüstriyel simbi­yozun altının çizilmesi belgeyi çok değerli kılan yönler. Ayrıca büyük­şehir belediyelerinin stratejik plan ve yıllık hedeflerine geridönüşümle ilgili ölçütleri koyması gerektiğinin vurgulanması da son derece mem­nuniyet verici.
Özellikle dikkat çekmek istediğim noktalar ise belediyeleri doğrudan ilgilendiren Eylem 4.3. ve Eylem 4.5.’in kendi içinde açmazları ol­duğudur. İfade edilmelidir ki, katı atıkların toplanması ve bertarafının belediyelere gider oluşturmaktan başka bir anlamı yoktur. Eylem 4.3.’te belirtilen bu faaliyetlerin belediye bütçelerine gelir sağlama­sı hususu kabul edilebilecek gibi değildir maalesef. Üstelik Eylem 4.5.’te belirtildiği gibi belediyeler bu tür faaliyetler için finansmana ihtiyaç duymaktadır.
Son olarak, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın koordinasyonunda faal olacak Yönlendirme Kurulu’nda Türkiye’nin en dinamik bölge­si olan Marmara’da belediyelerin nabzını tutan Marmara Belediyeler Birliği’nin de bulunması gerektiği­ne inanıyoruz.

Eylem Planı’na göre Türkiye’de üretilen atıkların yarısından fazla­sı geri kazanılabilir özelliğe sahip. Bu veri sizce nasıl değerlendiril­meli? Ülkeler bazında kıyaslama yaparsak nasıl bir durumdayız?
Bu soruya işin toplama ve bertaraf etme organizasyonu tarafında olan belediye açısından baktığınızda, ağırlık olarak bu miktarda geri ka­zanım olabilecekse, hacimsel değer­lendirmede oran büyüyecektir. Bu verinin iki şekilde değerlendirilmesi mümkün: Birincisi ve en önemlisi çevresel değerlendirme olacaktır. Şöyle düşünün; onlarca kimyasal işlemden geçirilerek ambalaj halini alan maddeler kullanıldıktan son­ra kimyasal formlarını koruyarak toprağa gömülüyorlar. Bunun top­ rak formunda meydana getireceği tahribat bir kenara, bunları değer­lendirmediğimiz için ihtiyaç duydu­ğumuz hammadde nedeniyle, yine doğal kaynakları onlarca kimyasal işlemden geçirerek kendi istediği­miz forma çeviriyoruz. Bu çevrim durmaksızın devam ediyor. Bir de işin ekonomik boyutu var elbette; bir denklemdeki eşitliğin iki tarafını oluşturan atık yönetimi ile kaynak yönetimi birbirinden bağımsız hare­ket edemezler.
Ülkelerden kastınız Kuzey Avrupa ülkeleri ise, bu kıyaslama ilk etap­ta moralimizi bozabilir fakat teş­vik ve cezai uygulamalar dikkate alındığında, işe başlama tecrübesi de buna eklendiğinde bu ülkelere oranla gerilerde olmamız normal. Son 10 yılda gerçekleştirdiğimiz sıçrama ise kesinlikle ümit vaat ediyor. Bu ivmeyi biraz daha ar­tırarak devamını sağlamamız ge­rekiyor fakat günü kurtarmalarla değil, kalıcı çözüm politikalarıyla. Özellikle kirleten öder prensibi ve genişletilmiş üretici sorumluluğu bu politikaların üzerine bina edil­mesi gereken temel politikalardır.
Bu noktadan hareketle, Türkiye’de geridönüşüm çalışma ve faaliyetle­rinin genel durumuyla ilgili değer­lendirmenizi de almak isteriz.
Türkiye’nin özellikle son dönemde­ki en büyük şanslarından biri, bu işi sahiplenmek üzere yola çıkan bir Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın olması; diğeri de özellikle Bakan­lık ile güçlü iletişim kuran yerel yönetimlerin varlığıdır. Çevre te­mizliği ve geridönüşüm faaliyetleri açısından başarılı bir noktada olan Almanya’ya baktığımızda, geçtiği­miz 30 yılda onlarca mevzuat ve uygulama değişikliği yaptığını gö­rürüz. 2000’li yıllar itibariyle cid­diyetle çalışılmaya başlandığını dü­şünürsek Türkiye’nin asla kötü bir noktada olmadığını itiraf etmemiz gerekiyor. Fakat kesinlikle yolun başında olduğumuz gerçeğini ikinci plana atmamalıyız. Özellikle üretici sorumluluğunun geliştirilmesi ve çevre yönetimi faaliyetlerinin vatan­daşa dokunur bir mekanizma içeri­sine dahil edilmesi gerekiyor.
Sorunları net olarak sıralamak mümkün: Üreticilerin ezici bir ço­ğunluğunun sorumluluklarını yeri­ne getirmemesi ve bu nedenle geri dönüştürülebilir atıkların yöneti­mindeki finansman sıkıntısının mey­dana gelmesi. Geri dönüştürülebilir atıklar özelinde yetkilendirilmiş kuruluşların efektif faaliyet göste­rememesi. Kaynağında ayrı toplama davranışının benimsenmemesi. Ve son olarak, belediyelerin çok sık çöp toplamaları.
Geridönüşüm ve atık sorununda üç ayrı taraftan bahsetmek mümkün sanırız. Atık toplama konusunda yetkilendirilmiş kuruluşlar, atıkla­rın toplanmasından sorumlu yerel yönetimler ve atıkların üreticisi konumundaki üreticiler. Bu nok­tada, ortadaki sorunlar ne? Yerel yönetimler bu sorunun neresinde yer alıyor?
Bu soruya cevap verirken öncelik­le sorumluluk ve yetki denklemini iyi izah etmemiz gerekiyor. Bu ko­nuda referans kabul edeceğimiz iki tane kanun var: Biri Belediye Ka­nunu, diğeri de Çevre Kanunu. Bu her iki kanunda da sorumluluklar birbirleriyle çelişmeyecek şekilde belirlenmiş aslında. Geridönüşüm sistemi ve atık yönetiminde üç fark­lı sorumluluktan bahsetmek müm­kün: Birisi idari sorumluluk, diğeri operasyonel sorumluluk ve sonun­cusu da finansal sorumluluk. İdari sorumluluk, Bakanlık ve bağlı İl Müdürlükleri tarafından yerine geti­riliyor. Operasyonel sorumluluklar, yerel yönetimlere ve doğrudan va­tandaşlara aittir. Finansal sorumlu­luklar ise Çevre Kanunu’yla sabittir ki doğrudan ve tamamen üreticilere aittir.
Üreticilerin resmi temsilcileri konu­mundaki yetkilendirilmiş kuruluşla­rın, Bakanlığın ambalaj atıkları veri tabanına dahil olmuş işletmelerin sadece %10’luk bir kısmına üyelik hizmeti veriyor olması, üreticile­rin yeteri kadar sorumlu davran­madığını gösteriyor. Mutlaka tüm işletmelerin yetkilendirilmiş ku­ruluşlara üye olması zorunlu hale getirilmeli ve yetkilendirilmiş ku­ruluş faaliyetleri de sadece Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından değil, Bakanlık tarafından da denetlenme­lidir. Toplama ayırma tesisleri de bu denetimlerden geçirilmelidir, daha sık ve daha ciddi bir şekilde. Ancak bu şekilde uygunsuz ve gerçek dışı belgelendirmelerin önüne geçilmesi sağlanabilir.
Yerel yönetimleri belediyeler öze­linde değerlendirmek daha doğru olacaktır. Belediyeler operasyon so­rumluluğunun en güçlü temsilcisi konumunda. Mali sürdürülebilirliği sağlanmış bir sistemin yürütülmesi belediyelerin sorumluluğundadır. Özellikle Marmara Bölgesi’ndeki belediyelerin fedakârca evlerde, iş­yerlerinde ve özellikle okullarda bil­gilendirme ve eğitim faaliyetlerinde olduğunu bizzat biliyoruz. Kadınla­rın altın günlerine katılıp kaynağın­da ayrı toplamayı anlatan Çevre Mü­hendisi arkadaşlarımız var, ya da bir vakit namazına gidip cami çıkışında amcalara çay eşliğinde geridönüşü­mün öneminden bahseden arkadaş­larımız var. Belediyelerin yanlış dav­ranışları olabilir mi? Elbette olabilir, her belediyeyi bir kabul etmeyerek, sorumluluklarını yerine getirmeye­rek uygunsuzluklara zemin hazırla­yan belediyelerin de mutlaka, gerek İçişleri Bakanlığı gerekse Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından tes­pit edilmesi gerekiyor. Çöplerin çok sık toplanması ile ilgili maalesef yanlış bir hamle var. Bu teknik ve verimli bir hamleden ziyade hizmet odaklı bir hareket olarak anlaşılabi­lir fakat mutlaka optimize edilmesi gereken, teknikle, mühendislikle bağdaşmayan öncelikleri içeren bir hamle olduğu muhakkak.
Ayrıca özellikle ambalaj atıklarının belediyenin sistemine bedelsiz ola­rak verilmesinin sağlanması için mutlaka belediyelere yetki devri­nin önü açılmalıdır. Sorumluluğun sahibi olan bir tarafın, yetkisinin olmaması kabul edilemez. Davul belediyelerin boynunda, tokmak başkalarının elinde. Marmara Be­lediyeler Birliği olarak Ambalaj Atıkların ve Tehlikeli Atıkların yö­netiminde denetim yetkisinin gerek­liliğine ilişkin bir rapor hazırladık, bunu önümüzdeki günlerde Bakan­lığa da sunacağız. Belediye çalışan­ları bir uygunsuzluk gördüklerinde buna ancak Kabahatler Kanunu ile müdahale edebiliyorlar fakat bu­radaki cezai müeyyideler caydırıcı­lıktan çok uzak olduğu için Çevre Kanunu’na göre işlem yapılması ge­rekiyor ancak buradaki cezalar da tahsil edilebilirlikten uzak. Hazırla­dığımız raporda buna ilişkin öneri­ler de yer alıyor. Cezalar caydırıcı ve tahsil edilebilir miktarlarda işlevsel hale getirilmelidir.
Eksikliklerin mevzuattan çok, ala­nın aktörleri arasındaki ilişkide yattığı genel kanılardan biri. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Sorunların aşılması için üç temel sorunun çözüme kavuşturulması gerekiyor: Genişletilmiş üretici so­rumluluğu ciddiyetle uygulanmalı. Kirleten öder prensibi ile kirleten ile koruyan ayrımı maddi olarak be­lirginleştirilmeli. Denetim mekaniz­ması güçlendirilmeli, yetki dağılımı optimize edilmeli.
Eksiklikler mevzuattaki problem­lerden kaynaklanmıyor ancak mev­zuatın da hukuki temeller dikkate alınarak usul ve esas açısından gün­cellenmesi gerekli. Asıl olan, mevzu­at çok doğru ve uygun olsa da, bu mevzuatın denetimlerle uygulana­bilirliğinin sağlanmasıdır. Teoride kusursuz olan bir metni, bu kadar fazla paydaşı olan bir konuda pra­tikte uygulamak için izleme ve de­netleme mekanizmalarını sorunsuz­ca uygulamanız gerekmektedir. Bu konuda belediyeler olarak denetim konusunda gönüllü ve istekliyiz. İl müdürlükleriyle bir arada güç birli­ği yaparak çok daha başarılı olacağı­mızdan şüphemiz yok. Üreticilerin veya yetkilendirilmiş kuruluşların bu konuyu sahiplenmesi başarının kilit noktasıdır.
Yerel yönetimler kâr amacı gütme­yen, bu konuda işin sadece hizmet boyutunda olan siyasi kurumlardır. Yaptıkları her davranışı, vatandaş tarafından en geç beş yıl içerisinde reaksiyon gören başka bir mekaniz­ma yoktur bu paydaşlar arasında. Dolayısıyla sistemin başarısızlığının faturası, vatandaşlar tarafından ye­rel yönetimlere kesileceğinden en azimli ve istekli çalışan taraf da be­lediyelerdir. Marmara Belediyeler Birliği olarak da bu konuda atılacak her olumlu adımın bir parçası ol­mak için çabalıyoruz.

EkoIQ Editör