Sivil Toplum

“Suriye’de Asıl Sorun Kaynakların Kötü İdaresiydi”

Ortadoğu’da su kaynakları konusunda uzun yıllar çalışan Hollandalı gazeteci Francesca de Châtel, 2006-2010 arası, yani tam da kuraklık yıllarında Suriye’de Syria Today dergisinde çalıştı. Konu üzerinde pek çok kitap ve makale hazırlayan Châtel, kuraklık ve iklim değişikliğinin etkilerini göz ardı etmeden Suriye’nin bugün geldiği noktanın müsebbibi olarak rejimin su kaynaklarına yönelik on yıllar süren kötü idaresini gösteriyor. Châtel ile Suriye’de kuraklık günlerindeki dönüşümü ve sorunun nedenlerini konuştuk.

Suriye devletinin hangi yanlış po­litikaları kuraklığı bu noktaya ge­tirdi?
Temel olarak konu, devletin o dö­nem neleri yanlış yaptığı değil. Çün­kü son 50 yıldır yapılanlar önemli. Net olarak ortada ki, devlet kurak­lık sırasında yanlış giden bir şeyler olduğunu gördü ama bunu reddetti. Kuraklık yokmuş gibi davrandı. Za­ten Şam’da yaşayanların belki %80’i Fırat bölgesinde hiç bulunmamış.

Kuraklıktan halkın haberi yok muydu yani?
İnsanlar o bölgeyi tanımıyordu. İlgi­lerini de çekmiyordu. Çok uzak bir yer gibi geliyordu. Ayrıca konu med­yada hiç yer almadı. Devlet medyası kuraklığa değindiğinde sadece “Ku­raklık başka ülkelerde olduğu gibi Suriye’yi de etkiledi. Ama hedefle­rimizden sapmadan sorunu idare ediyoruz” deniyordu. Sorunların rejim hatalarıyla alakası olmadığı vurgulanıyordu. İlk bir-iki yıl durum böyleydi. Ardından konu, ulusla­rarası medyada yer bulmaya başla­dı. Syria Today dergisinde Kasım 2008’de bir bölüm hazırladığımızda neredeyse kuraklıktan bahseden ilk yayın organıydık. Ardından Şubat ya da Mart ayında ülkenin kuzeydoğu­suna gidip tarım üzerine bir dosya hazırladık. Çiftçilerle, bürokratlarla röportajlar yaptık.

Onlar ne diyorlardı?
Örneğin Rakka valiliğinde tarım departmanının yöneticisiyle gö­rüşmüştük. Kuraklığın en sert dö­nemindeydik. Bize genel olarak sulama sisteminden ötürü tarımda çeşitli sorunlar olduğunu, sistemin modernize edilmesi gerektiğini söy­ledi. Tamamen uygulanması imkan­sız uzun vadeli planlardan bahsetti.

Köylüler ne düşünüyordu?
Kuraklığın kendilerini etkilediğini ama evlerini terk etmelerinin te­mel sebebinin devletin dizel yakıt sübvansiyonunu kesmesi olduğunu söylüyorlardı. Hükümetin desteği kesmesi, yaşamayı çok zorlaştırdı. Yeraltı suyu çekecek yakıtları olma­dığı için bazıları hasat toplayamadı. Bazıları Halep’teki pazara ürünle­rini taşıyacak kamyonların yakıtını karşılayamadı. Konuştuğum bir çiftçi “Hükümetten ne istersiniz?” soruma karşılık “Fiyatları indirmele­rini istiyorum. Yıllardır kıtlığa karşı ‘gelecek yıl daha iyi olacak’ diyor­duk. Ama sübvansiyonların kesilme­siyle umudumuz tükendi” demişti.
Köyler boşalıyordu. Gezerken bo­şalmış köyleri görüyorduk. Evlerin çatı kirişlerini söküp taşınıyorlardı. Bazıları geri dönmeyi umut ederek kapılarını kilitleyip taşıyordu. Gi­denlerin en yakın olarak Halep’e gideceğini tahmin edersiniz. Ama gitmiyorlardı çünkü Halep tama­men dolmuştu. Onun yerine Şam’ın banliyölerine ve Dera’ya gidiyorlar­dı. Orası tarım alanı gibiydi. Kaçak çadırlar kurup, başkalarının tarlala­rında çalışıyorlardı.

Suriye devleti nasıl bir politika iz­ledi iç göç konusunda?
Destek için 2009’da BM Gıda ve Ta­rım Örgütü’ne (FAO) başvurdular. Ama göçmenlerden hiç bahsedil­medi. Zaten evlerini terk edenler, gittikleri yerde destek alamayacak­lardı. Şam’da kamp kurup yaşıyor­lardı. Güvenlik güçleri onlara geri gitmelerini söylüyordu. Ama gide­cek hiçbir yer yoktu. Çocuklar eği­timleri yarıda kesilerek okullardan alındı. Hayatta tek bildikleri şey çiftçilik olan insanlar şehre taşın­dı. Kızlar fabrikaya ya da tarlalara gönderildi. Erkekler inşaatlarda amele olarak çalışmak için bekli­yorlardı. Ayrıca 2010 başlarında Şam’da artık hırsızlık hikayelerini çok sık duyar olmuştuk çünkü çok fazla mülteci vardı ve evlerinden çok farklı bir ortamdaydılar. Kendi kasabalarında asla yapmayacakla­rı şeyler yapıyorlardı. Devlet artık “Büyük bir kuraklık oldu ama dü­zelecek” diyordu. Etkilenen ailelere yardım etmeye çalıştılar, üçte birine ancak ulaşabildiler. BM’den de çok fazla destek alamadılar. Bunun fark­lı sebepleri var. Öncelikle hükümet başta konuyu çok gizledi. Uluslarası camianın önemli bir kısmı, kıtlıktan habersizdi. Yabancı gazetecilerin ülkeye gelmesi, gelse bile özgürce köylülerle konuşması çok zordu. Haber yapılamadı. Öte yandan, dip­lomatlarla konuştuğumuzda para verilse bile Suriye hükümetinin pa­rayı düzgün harcayacağına inanma­dıklarını aktardılar. Devlet sorunla mücadele için gerekli insan kayna­ğına sahip değildi.

Son anda bile devletin yapabileceği bir şey var mıydı?
Devlet, kıtlık konusunda başından beri daha açık olsaydı ya da uluslara­rası camiaya daha açık bir başvuruda bulunsaydı belki. Ancak bunu yapa­mazdı, çünkü konu gündeme getiril­se su kaynaklarına yönelik 50 yıllık yanlış uygulamalardan bahsetmek gerekirdi. Büyük baraj projeleri ve iddialı tarım politikalarıyla ülkenin toprak ve su kaynaklarının tükenme­sinin büyük oranda sorumlusu, re­jimdi. Bu politikalarla Ortadoğu’nun en verimli topraklarının bir kısmı yok edildi. Kuraklıktan bahsedersen sis­temi eleştirmeye başlarsın ve bir kere eleştirildikten sonra sistem tamamen dağılabilirdi. Ve rejim olası sorun­larla baş edecek durumda değildi. Devlette ekonomik vurgu hep tarım üzerindeydi, Beşar Esad’la beraber bunu değiştirmeye çalıştılar, sübvan­siyonlar azaldı ama aynı zamanda tarımda çalışan insanlara alternatif­ler de önermediler. Durum, temelde aşırı nüfusla ilgiliydi. Çok fazla genç vardı, yeterli iş ve su yoktu.
Kuraklığı isyana doğru bir tetikle­yici değil, baskı yaratan unsurlar­dan biri olarak görüyorsunuz.
Evet evet tabii. İnsanlar hükümet hiçbir şey yapmadığı için sinirliy­di. Örneğin Şam, içme suyunu ba­tısındaki dağlardan gelen Barada ırmağından alıyor. Irmağın geçtiği bütün vadi tarım alanıydı. 1990’lar­da bütün suyu borularla içme suyu olarak kullanmaya başladılar. Çift­çilerin suyu kalmadı. Kıtlık onları o kadar etkilemedi ama geçmişteki hükümet politikasından etkilendi­ler. Dolayısıyla genel olarak hükü­metin kayıtsızlığına karşı bir öfke vardı. Kuraklık durumu daha da kötüleştirdi, öfkeyi sona yaklaştırdı.
İsyan daha çok saygı görmeme, hay­van gibi muamele görme hissiyle ilgiliydi. İnsanları sokağa bu dök­tü. Hükümet kuraklığı kabullenip yapması gerekenleri yapmalıydı. 1970’lerde barajları inşa ettiklerin­de ülkenin buğday ihraç edeceğine karar vermişlerdi. Ancak şartlar de­ğişti ve artık yeni bir gerçeklik var. 22 milyonluk nüfusun suya ihtiyacı vardı. Bu bağlamda iklim değişikli­ğinin rolüne odaklanmak, dikkati esas konudan saptırıyor: Asıl sorun, Suriye’deki doğal kaynakların uzun vadeli kötü idaresi. Ayrıca, sadece iklim değişikliğinden bahsetmek, sorumluluğun yükünü on yıllarca ülkenin su kaynaklarını aşırı kulla­nan Suriye hükümetlerinin omzun­dan alıyor.

About Post Author