#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

“Sistemimiz Yaratıcılığı ve Yenilikçiliği Törpülüyor”

Kendi alanda yapılmış en kapsamlı ve saygın araştırma olan Küresel İnovasyon Endeksi’nde Türkiye’nin yeri 54. sırada. İnovasyona Türkiye’de verilen önemi ve yapılması gerekenleri değerlendiren MEF Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Erhan Erkut “Eğitim sistemimizde köklü bir değişiklik yapılmadan Türkiye’den inovasyon çıkmasını beklemek hayalperestlik olur” diyor.

Cornell Üniversitesi, INSEAD ve Birleşmiş Milletler’in bir yan kuruluşu olan Dünya Fikri Mülkiyet Organizasyonu ta­rafından yayınlanan Küresel İno­vasyon Endeksi’nde Türkiye 2013 sıralamasına göre 14 sıra birden yükseldi ve 143 ülke arasında 54. sırada yer aldı. Bu yükseliş sevin­dirici olmakla birlikte Macaristan, Slovakya, Suudi Arabistan, Hırva­tistan, Moldova, Bulgaristan, Tay­land ve Yunanistan gibi ülkelerin Türkiye’nin üzerinde yer alması üzücü. Belki daha da üzücü sonuç, Türkiye’nin Avrupa’daki 39 ülkenin sadece altısından daha iyi bir ino­vasyon notuna ulaşabilmesidir.
IMF sıralamasına göre toplam ekonomi büyüklüğünde Türkiye’nin hemen üze­rinde yer alan 10 ül­keden sadece üçünün (Hindistan, Meksika, Endonezya), hemen altında yer alan 10 ül­keden sadece ikisinin (Nijerya ve Arjantin) inovasyon endeksi Türki­ye’ninkinden daha düşük. İnovas­yonun ekonominin motoru oldu­ğunu düşünürsek bu endekslere göre ekonomi büyüklüğü sırala­masında yukarılara gitmemiz zor olabilir, hatta arkamızdaki bazı ül­kelerin bizi geçmesi bile mümkün.

Patent Sayılarında İyi Gibiyiz Ama…
İnovasyon girdilerine dair göz önüne alınması gereken bir diğer önemli araştırmaysa Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (WIPO) tarafın­dan hazırlanan 2014 tarihli patent araştırmasıdır. Türkiye burada en­düstriyel tasarım başvuru artışın­da, %10,3’lük oranla, Ukrayna ve İran’dan sonra dünya üçüncüsü. Sa­yısal olarak, dünyanın en çok baş­vuru yapan dördüncü ofisi. Marka konusunda da, başvuru sayısında beşinci sırada. Teknolojik buluş­lar açısından büyük önem taşıyan patent konusunda 21’inci Ama bu rakamları değerlendirirken şu nok­taları da göz önünde tutmak gerek:
1) Sıralamada yukarılarda olmak için çok fazla patent gerekli değil. 2,6 milyon patent başvurusunun %81’inin ilk beş ülke (Çin, ABD, Güney Kore, Japonya, Almanya) tarafından yapıldığını dikkate alır­sak, patent sayısı sıralamasında 20. olmak ile 30. olmak arasında fazla bir fark olmadığını takdir edebiliriz.
2) Sadece Türkiye’de alınan bir patent, ciddi bir fikri mülkiyet koru­ması getirmez. Dünya piyasalarına açılmayı planlayan bir girişimcinin uluslararası patentlere ihtiyacı var­dır. ABD’de tescillenmiş Türkiye kökenli patent sayısı sadece 203. Buna karşılık İsrailliler ABD’de 7237, İngilizler 12.807, Kanadalılar 13.675, Çinliler 15.093, Almanlar 30.551, Güney Koreliler 33.499, Japonlar ise 84.967 patent almışlar. ABD’lilerin ise kendi ülkelerinde aldıkları patent sayısı 287.831. Bu rakamlarla kıyaslandığında ABD’de Türkler tarafından alınmış 203 pa­tent pek yüksek görünmüyor.
3) Türkiye’nin patent sayısındaki büyük artışın iki nedeni var:
– Birincisi çok bariz: geçmişte çok az patent alıyorduk. Bir yıl bin patent alıp bir sonraki yıl iki bin patent alırsanız yıllık patent sayınız %100 artmış olur. Ama başkalarının yüz bin patent aldığı bir dünyada bu %100’lük artışın pek bir önemi olmaz.
– İkinci neden ise, TÜBİTAK’ın yeni ödüllendirme sistemi. TÜ­BİTAK oluşturduğu girişimci ve yenilikçi üniversite endeksinde yüksek puan alan üniversitelere teknoloji transfer ofislerini (TTO) kurabilmeleri için yılda 1 milyon TL seviyesinde bir destek veriyor. Patent sayısı ise bu endeksin kri­terlerinden birisi. Üniversiteler TTO desteği alabilmek için öğre­tim üyelerini patent almaya teşvik ediyor. Patent masrafları zaten TÜBİTAK tarafından ödendiğinden, bu aktivitenin öğretim üyelerine veya üniversiteye bir maliyeti de olmuyor.
4) Patent, inovasyon girdisi ola­rak değerlendirilir. Fakat patentin ekonomiye katkısı olabilmesi için fikrin ticarileştirilmesi gereklidir. Türkiye’de girişimciliğin ne kadar geri olduğunu düşünürsek, patent sayısındaki artışa büyük bir önem atfetmemiz zorlaşır. Ülkede girişim­ciliğin önünde birçok engel vardır. Bu engelleri ortadan kaldırıp ekosis­temi güçlendirmeden patentleri tica­ri olarak değerlendirmek mümkün değildir. Ayrıca patentin işe yaraya­cağı donanım merkezli girişimcilik Türkiye’de henüz hemen hiç varlık gösteremedi. Türk girişimciliği er­ken döneminde sadece e-ticaret ve mobil uygulamalar üzerinde gelişti. Şu ana kadar Türkiye’de görülen en büyük iki çıkış olan Gittigidiyor ve Yemeksepeti girişimlerinin patent ile kurulmadığını hatırlamakta ya­rar var. Özetle, önemli olan patent değil, patentin girişime dönüşmesi­dir ve şu anki konjonktürde patent sayısının artması fazla bir önem ifade etmez.

OECD Ortalamasının Yarısı
İnovasyon konusunda bir başka gösterge ise ülkelerin GSYİH’den inovasyona ayırdığı pay. Bu oran­lar Avrupa Birliği’nde %2, OECD’de %2.4, ABD’de %2.8, Türkiye’de ise %0.95.
Türkiye’de bu oran 2000’den bu yana ikiye katlanmış durumda ama hâlâ OECD ortalamasının yarısı bile değil. İşgücü içindeki araştırmacı sayılarında da durum pek iç açıcı değil. 1000 kişiye dü­şen araştırmacı sayısı Türkiye’de 3 iken OECD ve AB ortalamasında 7, ABD’de ise 8.
Ar-Ge’nin motoru lisansüstü öğren­cileridir. YÖK’e göre 2011-12 akade­mik yılında Türk üniversitelerinden mezun öğrencilerin sadece %4,2’si yüksek lisans, %0,7’si doktora ve %0,7’si tıpta ihtisas programlarını bitirmiş. Ülkemizdeki lisansüstü öğrenci sayısı dünyadaki araştır­ma üniversiteleri ile kıyaslandı­ğında çok düşük kalıyor. Bunun nedenleri açık. Araştırma geleneği ve kültürü zayıf olan birçok üni­versite araştırmaya yatkın lisans mezunu üretemiyor; lisansüstü öğrencilerine üniversitelerin öde­yebildiği ücretler en kalifiye araş­tırmacıları çekebilmekte yetersiz kalıyor. Üniversitelerinden yük­sek lisans ve doktora dereceleri ile mezun olanların iş olanakları kısıtlı ve gelir beklentileri düşük oluyor ve en iyi lisans mezunları en iyi lisansüstü eğitimini alabilmek için yurt dışına gidiyor. Daha fazla inovasyon için lisansüstü öğrenci sayısını artırmanın yollarını bulma­mız gerekiyor.
Genelde eğitim sistemimiz yaratıcı­lığı, yenilikçiliği ve inisiyatif almayı desteklemiyor, tam tersine törpülü­yor. Eğitim sistemimizde köklü bir değişiklik yapılmadan Türkiye’den inovasyon çıkmasını beklemek ha­yalperestlik olur. Mutlaka tek tük başarı hikayeleri çıkacaktır – en çorak toprakta bile çiçek yetişir. Fakat ülke çapında bir inovasyon hamlesi istiyorsak, işe mutlaka ilköğretimden (hatta okul öncesin­den) başlamamız gereklidir.

EkoIQ Editör