#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

Sağlık Dönüştü Ama Neye?

2003 yılında yürürlüğe giren Sağlıkta Dönüşüm Programı ile Türkiye’de gerçekten de büyük bir dönüşüm yaşandı. Program sağlık hizmetlerine erişim sırasında önemli sorunlara yol açtı. Bir yandan sağlık hizmetine başvuru körüklenirken diğer yandan da rutin sağlık hizmetine ulaşamayan hastalar acil servislere akın etti. Sonuç mu? Türkiye, tüm dünyada nüfusundan fazla acil servis başvurusu yapılan tek ülke konumuna ulaştı.
Bu, verilerle de destekleniyor: 2012 verilerine göre Türkiye’nin toplam sağlık harcamalarının GSYİH’ye oranı %5,4. Bu rakam Türkiye’yi OECD ülkeleri arasında 34., yani sonuncu yapıyor. Bu dönüşümün sonuçlarını, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala’ya sorduk.

Türkiye’de 2003 yılında Sağlıkta Dönüşüm Prog­ramı (SDP) adıyla neoli­beral sağlık reformları yürürlüğe konuldu. Bu reformlar temel ola­rak, sağlık hizmetlerinin finans­manının genel sağlık sigortası ile sağlanması, kamusal birinci basamağın tasfiye edilerek sağlık ocaklarının kapatılması ve bu­nun yerine birinci basamağın özelleş­tirilmesi yaklaşımına uygun bir aile hekim­liği modeline geçilmesi ve kamu hastanelerinin işletme haline dönüştü­rülerek piyasalaştırılması uygulamalarını içeriyordu.
Aslında SDP’nin etkisini veriye da­yalı olarak değerlendirmekle ilgili kısıtlılıklar söz konusu. Ülkemizde sağlık istatistikleri uzun yıllardır sorunludur ve veri kaynakları ara­sında çelişkiler vardır. Örneğin Tür­kiye İstatistik Kurumu tarafından toplanan veriler ülkemizde bebek ölüm hızının Sağlık Bakanlığı ta­rafından açıklanan değere göre en azından %57 daha yüksek olduğu­nu gösteriyor. Sağlık Bakanlığı yurt çapındaki tifo olgu sayısını 2008 yılı için toplam 183 olarak yayınlamıştı. Oysa aynı yıl içerisinde yalnızca Van Ercek salgınında tanı konulan tifo olgu sayısı 867’dir.SDP; genel sağlık sigortasının prim, katkı payı ve temel teminat paketi sınırlaması gibi özellikleri nedeniyle sağlık hizmetlerine erişim sırasın­da önemli sorunlara yol açtı. Bir yandan sağlık hizmetine başvuru körüklenirken, diğer yandan da rutin sağlık hizmetine ulaşamayan hastalar acil servislere akın etti ve 2014’te acil servis başvuruları 100 milyona ulaştı. Bugün Türkiye, tüm dünyada nüfusundan fazla acil ser­vis başvurusu yapılan tek ülke ko­numunda.
SDP ile Sağlık Bakanlığı hekime başvuran hasta sayısını hızla artırdı ancak sağlık hizmetlerinin kalitesin­de herhangi bir artış ortaya çıkmadı. Örneğin kalp krizi (akut miyokart enfarktüsü) nedeniyle hastane baş­vurularından sonraki 30 gün içeri­sinde hayatını kaybedenlerin oranı Türkiye’de %10,7 iken bu ölümlerin OECD ortalaması %7,9’dur. Türkiye verisi OECD ortalamasından %35 daha yüksektir. Benzer biçimde ani inme (felç) sonrasındaki 30 gün içe­risindeki ölüm oranı %11,8’dir ve bu oran ile Türkiye bütün OECD ülkele­ri içerisinde Meksika ve Slovenya’dan sonra en kötü üçüncü orana sahiptir. Kontrol altına alınamayan diyabet olgularının oranı OECD ortalama­sından yaklaşık on kat daha yüksek, astım nedeniyle hastaneye yapılan başvuru hızı OECD ortalamasından dört kattan fazla yüksektir (OECD Reviews of Health Care Quality: Tur­key 2014: Raising Standards, OECD Publishing).
Türkiye’de sağlık hizmeti kalitesi ile ilgili içler acısı durum, Sağlıkta Dönüşüm Programı adıyla yürü­tülen neoliberal sağlık reformları­nın iflasını tescilliyor. Bu nedenle, Türkiye’de sağlığı, içinde bulundu­ğu kötü durumdan çıkarmanın yolu, temel amacı kâr maksimizasyonu olan neoliberal sağlık politikaları­nın terk edilmesinden geçmektedir.
Sağlık hizmetleri koruyucu, teda­vi edici ve esenlendirici (rehabilite edici) hizmetler olarak üçe ayrılır ve Türkiye’nin sağlık alanındaki gereksinimi; bu üç hizmetin bütün­leşik olarak örgütlendiği, finansma­nı ağırlıklı olarak kamu tarafından karşılanan, sağlık hizmetleri ağırlık­lı olarak kamu tarafından sunulan, basamaklandırılmış ve sevk sistemi­nin geçerli olduğu ulusal bir sağlık sistemidir.

EkoIQ Editör