#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

“Günahın Bir de Ekolojik Boyutu Var”

300 milyon Ortodoks Hristiyanı temsil eden İstanbul Ekümenik Patriği Bartholomeos, dünyanın en yeşil dinî liderleri arasında gösteriliyor. Görevi devraldığı 1991’den bu yana ekoloji ve iklim konularına büyük önem veren ve Papa Fransis’in son iklim değişikliği genelgesine de esin kaynağı olan Patrik Bartholomeos ile çevre ve iklim değişikliğine yönelik çalışmalarını; “Doğaya karşı işlenen suçlar günahtır” vizyonunu konuştuk.

20 yılı aşkın süredeki çalışmala­rınızla Yeşil Patrik olarak tanını­yorsunuz. Çevre konularına ilk günden bu yana bu farkındalığa sahip olmanızın ve bu denli vurgu yapmanızın nedenini nasıl tanım­larsınız?
Çevre konusundaki kaygımız her­hangi bir siyasi ya da ekonomik dayanaktan kaynaklanmadığı gibi üstünkörü ya da duygusal bir ro­mantizmin yansıması da değil. Bu, Tanrı’nın yarattıklarını yüceltme ve onurlandırma çabalarımızdan ileri geliyor. Doğanın sınırlarını daha fazla göz ardı edemeyiz. Dolayısıyla bizim naçizane hizmetimiz gelecek nesiller için gezegenimizde daha ha­fif ayak izi bırakmanın önemine dair insanların farkındalığını artırmaya yönelik. Tam da bu sebepten ötürü ekolojik krizin temelde ruhani bir sorun olduğunu ve bunun sadece insanların kalplerindeki ve zihinle­rindeki değişimle çözülebileceğini her zaman vurguladık.
Dolayısıyla “yaratılanı korumayı” (creation care) savunurken esasın­da sadece Hz. İsa’nın Müjdelerinin anlamını vaaz ettiğimizi ve Eski Ahit’in değerlerini vurguladığımı­zı düşünüyoruz. Her ikisinin de Müslümanlığın kutsal metinlerinin temelini oluşturduğunu belirtmek gerekiyor. Zira bunlar, Tanrı’nın her birimize hediye ettiği bir dünya­da birlikte yaşamak için geçerli olan temel doğrular ve prensipler.

“Doğaya karşı işlenen suçlar gü­nahtır” diyorsunuz ve çevre sorun­larıyla mücadeleye dair “ahlaki so­rumluluktan” bahsediyorsunuz. Bu yaklaşımı biraz açabilir misiniz?
Eğer dünya insanlığa verilen kutsal bir hediyeyse, gelecek nesillerinyararı için dünyanın doğal kay­naklarını korumak ve saklamak doğrultusunda, hepimiz aynı ahlaki yükümlülüğü ve sorumluluğu pay­laşmalıyız. Genel olarak “günah” kavramına dair anlayışımızı insanla­rın kendilerine (bireysel) ya da diğer insanlara (sosyal olarak) yaptıklarıy­la sınırlandırdık. Ancak, günahın bir de ekolojik boyutu var. Bu da maddi şeylere yaklaşımımızı, tabiat­taki şeylerin değerini bilmemizi ve özellikle de gezegenimizin kaynak­larını kullanmamızı ya da suistimal etmemizi kapsıyor.
Söz konusu yaklaşım da özellikle dünyamızdaki fakir ve savunma­sız insanları korumak konusunda önemli. Çevre degradasyonu ve yıkımının sonuçlarının özellikle ge­lişmekte olan ülkelerdeki insanları etkileyeceğini biliyoruz. Dolayısıyla Avrupa ve ABD’deki insanların davranışlarının, Afrika ve Asya’da yaşayan insanların üzerinde doğru­dan ve ani sonuçları oluyor. Bunlar artık tartışmalı argümanlar değil, çok iyi bilinen gerçekler. Biz de bu gerçekliğe nasıl yanıt verdiğimizden ve davranışlarımızı nasıl şekillendir­diğimizden sorumluyuz.

Hristiyanlık öğretileri çevre ve ekoloji konularına nasıl yaklaşı­yor? Bu öğretilerden ilham alına­rak çevre sorunlarına nasıl pratik çözümler önerilebilir?
Hristiyanlık öğretileri dünyadan “Tanrı’ya ait” olarak bahseder ve bu bir anlamda kuşkusuz ki dünya­yı kontrol etmeyi ya da ona sahip olmayı iddia edemeyeceğimiz an­lamına geliyor. Hristiyan öğretileri Tanrı’yı sevmekten ve O’nun irade­sine itaat etmekten bahseder. Bu bir anlamda kuşkusuz ki Tanrı’nın yarattıklarını korumak demektir. Hristiyanlık öğretileri, kişinin kom­şularını sevmesinden bahseder. Bu bir anlamda kuşkusuz ki İncil’de Hz. İsa’nın “kardeşleri” olarak nite­lendirilen fakirlerin korunması anla­mına geliyor. Hristiyanlık öğretileri, Tanrı’ya güvenmekten ve servet biriktirmemekten bahseder. Bu bir anlamda kuşkusuz ki daha basit ve tutumlu bir hayat tarzı yaşamamızı öğütler. Ve Hristiyan öğretileri ha­yatımıza yönelik yükümlülükleri­mizden bahseder. Bu bir anlamda hayatımızı sorumluluk içinde yaşa­mamız anlamına geliyor.
Sıralananlar, Hristiyanlık öğre­tilerinden çıkarılan çeşitli pratik çözümler. Bunlar şahsi hayat tar­zımızı, yenilenebilir enerjiye ver­diğimiz önceliği, ekolojik inkâr ile mücadelemizi ve yerel seviyede işbirliği üretmemizi göz önünde bulundurarak; ahlaki, ekonomik ve hatta siyasi tercihleri kapsıyor. Yapacağımız her şey olağanüstü katkıda bulunabilir. Yeşil enerjiyi kullanarak, yerel gıdaları satın ala­rak, ampulleri değiştirerek, ısıtma ve soğutma konularında dikkatli olarak, suyu verimli kullanarak ve özellikle başkalarını da aynı şekilde davranmak için teşvik ederek ya da eğiterek bunu yapabiliriz.

1990’ların başından bu yana, önemli girişimlerde bulunuyor, konuşmalar yapıyorsunuz. Bunla­rın oluşturduğu dönüşümü nasıl değerlendirirsiniz, beklenen etki ortaya çıktı mı?
Yıllar içerisinde çabalarımızın sonu­cunda çok olumlu ve bariz girişim­ler oldu. Karadeniz ülkelerinin hep­sinde bölgesel eğitim seminerleri organize ettik; farklı Avrupa ülkele­rinde benzer ekümenik etkinliklere tanık olduk; ABD ve farklı yerlerde ekolojik farkındalığı artırmaya yönelik bölgesel organizasyonları görmekten memnuniyet duyduk; ayrıca Ortodoks Kilisesi’nin içinde ve dışında dünya çapında pek çok kişi ve kurumla inancımızı paylaş­maktan mutluluk duyduk.
Yine de manevi başarı, maddi başarıgibi ölçülemez. Manevi sonuçlar her zaman görülemeyebilir ya da ölçü­lemeyebilir. Daha ziyade, bunlar insanların kalbine dikilen, açmaları ve çiçek vermeleri için sürekli su­lanmaya ve bakıma ihtiyaç duyan tohumlar gibilerdir. Unutulmama­lıdır ki, iklim değişikliği bir avuç konferans ve konuşmadan çok daha ciddi bir konudur. İklim deği­şikliği ekolojik krize neden olabilen küçük, görülmez, fark edilemez de­ğişikliklerdir. Buna bütün kalbimiz­le inanıyoruz.

Paris İklim Zirvesi’nde çok kritik bir eşik aşılacak. Böylesi siyasi zirveler öncesi dinî liderler neler yapabilir?
Bu yılın sonundaki Paris İklim Değişikliği Zirvesi’ne uzun zaman­dır hazırlanıyoruz. Fransız Hükü­meti (ve şahsen Cumhurbaşkanı François Hollande) ve BM Çevre Programı (ve şahsen Christiana Figueres) ile uzun süredir yakın işbirliğindeyiz. Haiyan tayfununun zararına birinci elden tanık olmak için Cumhurbaşkanı Hollande’ın resmi kafilesi içinde Filipinler’in başkenti Manila’yı ziyaret ettik. 21 Temmuz’da Paris’teki inançlar arası bir zirvede ana konuşmacı olarak yer aldık.
Hem siyasi liderler hem de kamu otoriteleri dinî cemaatlerin katılımı ve etkisini kabul ve teşvik ediyor. Gerçekten de dinler, ekolojik kriz­lerin tehlikesine karşı inananlarının bilinçlerini uyandırabilir; böylece yerel ve küresel seviyede insanların kalplerinde ve dahil oldukları top­lumlarda kalıcı ve büyük değişimle­ri tetikleyebilir.

Papa Fransis tarafından Haziran ayında duyurulan iklim değişikliği­ne dair genelge önemli tartışmalar başlattı. Özellikle ABD’de çeşitli siyasiler, dinî liderlerin dünyevi konularda, bilimsel meselelerde yorum yapmaması gerektiğini be­lirtti ve teolojiye odaklanılmasını önerdi. Siyasilerin bu yorumlarına dair ne düşünüyorsunuz?
Dünyayı nasıl kötü kullandığımız ya da suistimal ettiğimiz hakkında konuşmak siyasi olması gereken bir konu değildir. Gerçekten de ekono­mik, bilimsel ve teknolojik bir konu da değildir. Bu temelde dinî ve ah­laki bir konudur. Yaklaşık 30 yıldır bizim desteklediğimiz görüş budur.
Papa Fransis bu gerçeği kabul edi­yor. Ekümenik Patrik olarak bütün hizmetlerimizi bu tevazu ile bu çerçevede kabul etti. Bu sebepten de “Laudato Si” başlıklı papalık genelgesinde bizim sözlerimizi ve çalışmalarımızı son derece zarif ve cömertçe alıntıladı.
Maalesef ki insanlar kendi davra­nışlarını değiştirmek konusunda mutsuz olduğu ve alışkanlıklarını farklılaştırmak noktasında isteksiz kaldığı için ekolojik kriz sıklık­la politize edildi. Belki de Papa Fransis’in genelgesi, tam da insan­ların bilincine hasar verdiği için eleştiriye neden oluyor! Bu doğrul­tuda, yapılanlar siyaset değil, iyi bir vaazdır!

Haziran ayında Heybeliada’da ikinci Halki Toplantısı yapıldı. Türkiye’den ve diğer ülkelerden sivil toplum kuruluşlarıyla nasıl bir iletişiminiz var, ortak projeler uyguluyor musunuz?
İkinci Halki Toplantısı, Heybeliada’da 10 Haziran günü başarılı bir şekilde sonuçlandı. Dünyanın en seçkin sanatçıları, akademisyenleri, aktivist ve ente­lektüellerinin katılımından son de­rece memnun olduk. İlk toplantıda olduğu gibi geniş çerçevede kişiler ve gruplar arasında uzun süreli ve olumlu iletişim fırsatı oluşturdu. Sadece disiplinler, inançlar, ulusla­rarası kişi ve kurumların vereceği ortak bir cevabın, ekolojik krizle mücadele için gerekli çözümleri oluşturabileceğine her zaman inan­dık.
İlk toplantı gibi, Türkiye’den akade­miden ve akademi dışından kişi ve kurumları davet etmekten ve kar­şılamaktan bir kez daha çok mutlu olduk. Her zaman bunun esas önce­liklerimizden biri olduğunu vurgu­ladık ve yerel STK’lar, kurumlar ve üniversitelerle işbirlikleri yürüttük.

EkoIQ Editör