Gıda

Hazımsızlıklar Rehberi

Fransa’nın en saygın basın kuruluşlarından Le Monde Diplomatique’in yayınladığı Manière de Voir dergisi son sayısını, hayvancılık ve gıda konularına ayırdı. İntansif tarım ve hayvan fabrikalarına alışmalı mıyız, böcek ilaçlarının kullanılması ve gıda standartları kaçınılmaz mı, besinlerin demokratikleşmesini ele alırken sadece işimize gelen detayları mı görüyor, ezbere mi eleştiriyoruz? gibi sorulara yanıtlar arayan dosyayı inceleyen Zeynep Heyzen Ateş’e göre hedef teknolojiden vazgeçmek değil, teknolojiyi doğru kullanmak, doğru teknolojileri kullanmak. Et yemekten vazgeçmek değil, abartmadan yemek, alırken bilinçli olmak. Yani kısacası: Akılcı üretimi teşvik edecek akıllı tüketim…
Zeynep Heyzen ATEŞ

EKOIQ adına, dünya basınında yayınlanan ekoloji dosyalarını elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum. Ne yazık ki taraf ve karşıt lobilerin pompaladığı bilgilerin ötesine geçen detaylı bilimsel raporlara ulaşmak her geçen gün biraz daha güçleşiyor. İklim değişiminin kısa ve uzun vadeli etkilerinden kuraklığa ya da tarımsal ve hayvansal üretim modellerinin yarar ve zararlarına kadar çoğu tartışma bugün de beş yıl önce olduğundan daha sağlıklı değil. Ama arada bir konuları belli bir bakış açısıyla değil, her yönüyle inceleyen ve bilimsel verilerden kaynak göstererek yararlanan nefes kesici araştırmacı gazetecilik örneklerine de rastlıyoruz. Bu sayıda değineceğimiz de böyle bir çalışma: Fransa’nın en saygın yayın organlarından Le Monde Diplomatique’in yayınladığı Manière de Voir dergisinin Ağustos-Eylül 2015 sayısındaki tarım ve hayvancılık dosyası. 142. sayısını “Yemek Ne Demek” dosyasına ayıran Manière de Voir, “intansif tarım” ve “hayvan fabrikalarına” alışmalı mıyız, böcek ilaçlarının kullanılması ve gıda standartları kaçınılmaz mı, besinlerin demokratikleşmesini ele alırken sadece işimize gelen detayları mı görüyor, ezbere mi eleştiriyoruz gibi alt başlıklarla masaya yatırırken, tüm ülkelerin kendi özellerinde tartışması gereken soruları dürüstçe yanıtlamaya çalışıyor. İsterseniz, öncelikle tanımlara bir göz gezdirelim:

Beslenme Hakkı (Le droit a l’alimentation, Birleşmiş Milletler Raporu’ndaki tanımıyla) Yeterli miktarda, besin değeri olan ve içinde yaşadığı toplumun kültürüne uygun gıdalara her zaman erişebilmek, sadece belli bir sosyo-ekonomik grubun değil tüm insanların eşit hakkıdır. Gelecek nesillerin de aynı haklara sahip olabilmesi için bu besinlerin üretim ve tüketiminde sürdürülebilir yöntemler izlenmelidir. Kişinin besinlere erişim hakkı üç yöntemden biriyle garanti altına alınmalıdır: 1) Bireysel gelir 2) Hükümet desteği 3) Bireysel üretim.

İntansif Tarım (Agriculture Intensive) Tarım teknolojileri nadastan, traktörlerin ve genetiğiyle oynanmış tohumların resme girmesine kadar pek çok seviyede ele alınabilir. Ama endüstriyel tarım da denen intansif tarım genelde mucize tohumlar, tarım ilaçları, sulama teknolojileri ve sentetik gübre kullanılarak yapılan ekim modeline işaret eder.

Humus Çiftçiliği / Organik Tarım Doğal gübreler ve humus (organik artıkların toprağa karıştırılmasıyla oluşan madde) kullanılarak toprağın karbon seviyelerinin ve verimliliğinin korunmasıyla yapılan, GDO’ların kullanılmadığı tarım modeli.

Natural – Doğal Tarım En geniş tanımıyla kontrolsüz tarımcılık. Her şey olabilir. Doğal tarımcılık ürünleri, organik tarımcılık ürünleriyle aynı kriterlere tabi değildir. Bir ürüne “organik” damgası vurulması sıkı denetime tabi iken doğal ürünler arasında GDO’lu tohumlardan kimyasallar da kullanılarak elde edilen sebze ve meyvelere rastlanabilir. Genel kanı ticari markalar tarafından bilinçsiz tüketiciyi kandırmak amacıyla yaratılmış bir etiket olduğu yönündedir.

CAFO (Confined Animal Feeding Operations – Sanayi Hayvancılığı) Antibiyotik ve aşılarla hayvanların hastalanma riskinin azaltıldığı, etin uzun mesafelere dağıtımını sağlayan dondurma yöntemleriyle paketlendiği, hayvanların açık arazilerden çok hayvan fabrikası da denen kapalı alanlarda yetiştirilmesini içeren seri üretim modeli. Yumurta üretimi bu model sayesinde tavuk başına yılda 83 yumurtadan 300 yumurtaya kadar çıkarıldı.

Pahalıya Patlayan Ucuz Sebzeler Aklıma Charles Duchemin’in L’aile ou La cuisse (But mu, Kanat mı) filminde, yemek eleştirmenini oynayan Louis de Funès’in oğluyla “et fabrikasını” keşfettiği sahne geliyor. Makineden düşen tavuk iskeleti, o iskeletin üzerine sıkılan akışkan yapay et, işlemler tamamlandığında amorf kütlenin gerçek bir tavuk gibi görünmesini sağlayan pres ve boya makinaları… 1970’lerin gözüyle -hele Fransa gibi bir gastronomi cenneti için- kimyasallarla dolu bir distopya. Oysa bugün gerçeğin kurgu ile yarıştığı yerdeyiz. Süpermarketler doğal -naturel- neredeyse hiçbir şey barındırmayan ürünlerle dolu. Tadı tuzu olmayan domates ve çilekler, seralarda yetiştirilip kış-yaz ayrımı olmadan sofralarımıza ulaşan sebze ve meyveler, ilik, deri ne varsa öğütülmesiyle elde edilen “et tozu” denen maddeyle hazırlanmış sucuklar, sosisler, (%100 dana eti dedikten sonra etin içinde et olmadığı ortaya çıkınca ama içindeki azıcık etin tamamı dana eti diye yaptıkları reklamın yasal savunusunu ortaya koyan şirketler), “analog peynir” denilen, görünüşü peynire benzeyen ama bir damla süt içermeyen peynirler, ilk akla gelen örneğin “nugget” olduğu, tavuk patatesiyle hazırlanan dondurulmuş gıdalar… Tüm bu ürünler sofralarımıza ciddi dirençlerle karşılaşılmadan konuldu. Tüketiciler kimyasallara karşı olmadığı için değil, ekonomik açıdan rakipsiz olduklarından.

Kalite Düşerken Alım Gücü Azalıyor Çokuluslu gıda tröstleri, bilimsel araştırmalarca defalarca çürütülen aynı iddiayı ısrarla pompalıyordu: “Tüm dünyayı taze ürünlerle beslemek mümkün değil.” (www.srfood.org adresinden bir kopyası edinilebilecek ve “tüm insanların sağlıklı beslenmeye ve taze ürünlere ulaşma hakkı vardır ve korunmalıdır” diyen Birleşmiş Milletler’in Ocak 2014 tarihli Gıda Raporu bu iddianın yalan olduğunun verilerle ortaya konulmuş son ispatı.) Tröstlerin dayattığı verilere göre modern tarım ve hayvancılık yöntemlerinin yaygınlaşması sadece kaçınılmaz değil, zorunluluktu. Oysa Fransa Ulusal İstatistik Enstitüsü’nün yayınladığı 2014 dosyası yeni üretim modellerinin halkın alım gücünü artırmaya en ufak faydası olmadığını ortaya koyacaktı. Aksine hem ürünlerin kalitesi düşüyor hem de alım gücü azalıyordu. Manière de Voir’ın Benoit Breville editörlüğünde çıkan sayısı konuya sadece ucuz-pahalı kriterleriyle değil, patron-işçi ilişkisi, toplumun yanlış bilgilendirilmesi, gıda dağılımının kontrolü eksenlerinde de bakmak gerektiğini hatırlatıyor. “Ucuz gıdayı” ucuz yapan yalnızca gelişmiş teknolojilerin kullanımı değil sezonluk/sigortasız işçi çalıştırılması, düşük maaşlar, tekelleşme (küçük ve yerel üreticilerin rekabet edemeyip ortadan kalkışı), halkı değil şirketleri koruyan yasal düzenlemeler, tüketiciyi yanlış yönlendiren kampanyalar ve seçeneksizlik gibi birçok etken var.

Akıllı Tüketim, Akılcı Üretim Dosyadaki her şeye burada yer vermemiz mümkün değil elbette ama bireysel görüşümle tamamen örtüşen bir bakış açısının altını çizmek istiyorum: “Ya öyle ya böyle” yaklaşımı doğru bir yaklaşım değil. “Hayvanlara antibiyotik veriyorlar, o antibiyotikler vücudumuza giriyor, direncimiz yükseliyor” gibi paranoyalarla yola çıkıp “Saldım çayıra mevlam kayıra” metodolojisiyle hayvan yetiştirmeyi desteklemek 21. yüzyılda makul bir talep değil, sağlıklı hiç değil. Teknolojiyi kullanmayarak ancak nostaljik hayaller görülür. “Ah eski tavuklar böyle miydi” demeden önce 1920-1990 yılları arasında modern dünyayı kasıp kavuran kıtlıkları, milyonlarca insanın besin bulamadığı için öldüğünü unutmamak gerekiyor. Öyleyse hedef teknolojiden vazgeçmek değil, teknolojiyi doğru kullanmak; doğru teknolojileri kullanmak. Et yemekten vazgeçmek değil, adabıyla, abartmadan yemek; alırken bilinçli olmak. Yoksa sizin yememenizle dünya koyunları, inekleri ecelleriyle ölmeyecek, kimse yemese atların kaderini izleyip evcil hayvan maması olacaklar. Öyleyse hedef: Akılcı üretimi teşvik edecek akıllı tüketim…

About Post Author