İstanbul’daki “beton binalardan ibaret hayatından” ve “hep bir yerlere yetişme telaşından” kurtulup kendini bu kez bir yerlere yetişmek için değil, doğayı keşfetmek için yollara vuran Işıl Kayagül, bu yeni yolculuğundaki keşif sürecini Çevreci Etkinlikler Kurucusu Emrah Kurum’a anlattı.
Emrah KURUM
İlki geçen ay yayınlanan Umudu Yeşertenler röportajımızın ikincisini, dostumuz Işıl Kayagül, nam-ı diğer “Gezgin Işıl” ile gerçekleştirdik. EKOIQ okuyucularının yazılarından hatırlayacağı Işıl’ın hikayesini hep merak edip, farklı ortamlarda birkaç defa da dinlemiştim. Şimdi ise “Hayatı bir sırt çantasına sığdırmak zor ama bir o kadar da keyifli” diyen Işıl’ın hikayesinden birlikte feyz alma zamanı!
Kendisini “Gezgin Işıl” olarak nitelendiren Işıl Kayagül kimdir? Neler yapar?
İstanbul’da Şehremini’de doğup büyüdüm. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü mezunuyum. Eğitimciyim, son iki yıldır da gezginim. Türkiye’deki ekolojik çiftlikleri dolaşıyorum, oralarda çalışıyorum, üretim süreçlerini gözlemliyorum. İki yıl içinde yirmiyi aşkın çiftlikte bulundum. Gül hasadından inek sağmaya, zeytin toplamaktan kovan bakımına, bina için sıva hazırlamaktan kümes temizliğine kadar pek çok deneyimim oldu.
Gezgin Işıl neden gezmeyi seçti? Bu süreç nasıl gelişti?
İstanbul’un temposuna kendimi fazla kaptırmıştım, Cumartesi-Pazar günleri de dahil olmak üzere haftanın altı günü çalıştığım bir işim vardı, iş çıkışlarında da devlet memurluğu kurslarına gidiyordum. Beton binalardan ibaret bir hayat yani… Güneşin ne doğduğunu bilirdim ne battığını. Hep bir yerlere yetişme telaşındaydım. Devlet memurluğu sınavlarına daha iyi çalışabilmek için işi bırakmıştım. Bizim sektörde iki seçenek vardır, ya devlet memuru olursunuz ya da özel sektörde “iyi” bir iş bulursunuz. Ruhum bu ikisini de yapmak istemedi. Tesadüfi bir şekilde gezginlerle tanıştım -tesadüf yoktur değil mi- ve bana bir cesaret geldi. Yolculuğum başladı ama bu farklı bir yolculuktu. Avrupa’da gittiğim seminerlere, Türkiye’deki tatillerime benzemiyordu. Toprağa gidecektim. Buğday Derneği’nin TaTuTa (tatuta.org) sistemine üye oldum ve Türkiye’deki çiftlikleri araştırmaya başladım.
Klasik bir geziden öte gittiğin yerlerin ekoloji temelli ve kadim bilgiye sahip insanların bulunduğu yerler olduğunu biliyorum. Gideceğin yerleri belirleyen kriterlerin neler?
Rotamı oluştururken arkadaşlarımın tavsiyelerinden yararlanmıştım ama açıkçası çok fazla yer bilmiyordum. Yol devam ettikçe birçok kişi ile tanıştım. Artık hem çok sevdiğim ev sahipleri hem de benim gibi yolda olan arkadaşlarım var. Birbirimizle haberleşiyoruz ve bilgim arttıkça ben de gideceğim yerleri seçme konusunda nokta atışları yapabiliyorum. Arıları öğrenmek için şuraya, toprak yapıları öğrenmek için buraya, meraları öğrenmek için şuraya gitmeliyim gibi… Gittiğim yerlerde kadim bilgiye sahip köylü bilgelerle de tanıştım, şehirden göçüp kırsalda topluluk yaşamına geçenlerle de. Gelecekte kurmak istediğim hayat için iki grubun deneyimlerine de çok ihtiyacım var.
Peki tüm bunları yaparken parayı nerden buluyorsun?
Bu bana en çok sorulan sorulardan biri. Çiftliklerde gönüllü olarak çalıştığım için kişisel ihtiyaçlarım dışında masrafım olmuyor. Çiftliğin ekim-dikim, hayvan bakımı gibi günlük işlerine karşılık benim de konaklama ve yemek gibi temel ihtiyaçlarım karşılanıyor. Bir keresinde bunu bir arkadaşıma söylediğimde bana “karın tokluğuna çalışıyorsun o zaman” demişti. Bundan rahatsız olmuyorum çünkü öğreniyorum. Akrabalarımın çiftliği olmadığı için toprak işlerini öğrenebileceğim başka bir sistem yoktu ve ben TaTuTa sistemini seçtim. Bu sayede pek çok şey öğrendim. Yurt dışında bazı çiftlikler çalışmaya giden “şehirli” gönüllülere bir miktar ücret de veriyormuş. Dilerim Türkiye’de de böyle bir sistem gelişir. Hem gönüllülere teşvik olur hem de ürünlerin işgücü yokluğu sebebiyle hasat edilemeyip zayi olması engellenir. Aslında arkadaşım Nurdan Kan’ın böyle bir projesi var: “Hasat Zamanı” (https://bit.ly/hasat-zamani) işgücüne ihtiyacı olan üreticilerle tarlada çalışmak isteyenleri buluşturmaya yönelik.
Sadece gezip görmek dışında bir de gidip gördüğün yerleri hem EKOIQ gibi basılı ve sosyal mecralarda yazıyorsun hem de deneyimlerini paylaşmak üzere etkinlikler yapıyorsun. İlgilenenler bu paylaşımlarını yakından nasıl takip edebilir?
Okundukça mutlu olduğum “Hayat güneşin altında bir oyun” adlı bir blogum var (isilkayagul.wordpress.com/) Ayrıca, Instagram’da “gezginisil” olarak beni bulabilirler.
Gezip gördüğün yerleri paylaşımların sonrasında nasıl geri dönüşler aldın?
Seyyah İbni Battuta, “Yolculuk seni sözsüz bırakır, sonraysa bir hikaye anlatıcısına dönüştürür” demiş. Bir sürü hikayem oldu benim. Yolda, şehirde kalsaydım tanışmamın mümkün olamayacağı muhteşem insanlarla tanıştım. Sadece insanlarla değil, muhteşem hayvanlarla, muhteşem ağaçlarla da tanıştım. Hikayelerimi anlatmayı seviyorum. Arkadaşlarıma anlatıyorum, blog’umda yazıyorum. Geçen Şubat ayında bir atölye düzenledim gittiğim yerlerle ilgili, şimdi İstanbul’da bir tane daha yapmayı planlıyorum. Paylaşımlarımdan güzel tepkiler alıyorum, yola çıkmak isteyenlere ilham olsun diye niyet ettim, bence oluyor.
Bazen az da olsa “İstanbul’dan kaçmak için erken değil mi, çabuk pes ettin, emekliliği bekleseydin” gibi tepkiler alıyorum. Bu bir kaçış değil, kendim için nasıl bir hayatın uygun olduğunu keşfetme süreci ve bundan çok mutluyum.
Şehirde yaşayan bireyler olarak bizlere gezip gördüklerinden sonra neler söylemek istersin? Bir daha olsa bir daha yapar mısın, çıkar mısın yola?
Elbette… Yolculuğum kendime verdiğim en güzel armağan. Bulunduğunuz yerde içinize şöyle bir bunalma, bıkkınlık hissi geliyorsa, hiç durmayın, yola çıkın. Hatta sloganımız belli: “Yola çık, yol açık”. Geçen gün, parkta yürüyordum, yanımdan geçen güvenlik görevlisi, arkadaşına “Akşam olsa da eve gitsek” dedi. İçim buruldu, soramadım, sormak isterdim: “Peki seni şu anda ne mutlu eder” diye… Sıkıldığımız işleri, sıkıldığımız alışkanlıkları ve hayat tarzını bırakmalıyız bir an önce. Bırakmalıyız ki yeni olan gelsin, yeni kapılar açılsın.
Son olarak eklemek istediklerin?
Hayatı bir sırt çantasına sığdırmak zor ama bir o kadar da keyifli. Tüketim alışkanlıklarım değişti. Eskiden bir sürü kıyafetim vardı, şimdi çantama sığdığı kadar. Takma tırnaklarım vardı, 15 günde bir kuaföre gidip saçlarımı boyatırdım, şimdi kendim kına yakıyorum. Kremimi, diş macunumu kendim yapıyorum. Evimde camları silmezdim, şimdi toprak evlere sıva hazırlayıp uygulayabiliyorum. Ekolojik gezginlik hayatımı çok değiştirdi ve bu çok keyifli. Toprağa yakın olmayı herkese şiddetle tavsiye ederim.