“Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” diye, ömrüm boyunca hep doğrulandığını gördüğüm eski bir söz vardır. Neye, kime merak duyduğumuz, bir parça bizim kim olduğumuzu da söylemez mi? Geçtiğimiz günlerde, Tesla, PayPal, SolarCity ve SpaceX’in kurucusu, Iron Man karakterinin esin kaynağı, Güney Afrika doğumlu girişimci Elon Musk’la ilgili son derece ilginç bir yazıya rastladım. Tim Urban isimli bir blog yazarının Wait But Why isimli internet sitesinde yayınlanan yazısından (Türkçe çevirisini medium.com’da yayınlayan Emre Ergin’e teşekkürler) öğrendiğim kadarıyla Musk oldukça mutsuz geçen çocukluk döneminden sonraki üniversite yıllarında, hayatta ne yapmak isteğini sorgularken beş maddelik bir liste hazırlamış. Bunlar aynı zamanda onun için, “İnsanlığın geleceğini en çok ne etkileyecek?” sorunusun yanıtıymış: İnternet, sürdürülebilir enerji, uzay keşfi (özellikle dünya dışında kalıcı yaşam alanları), yapay zekâ ve insan geninin yeniden programlanması (daha sonra bu ilgi alanından teknik ve ahlaki nedenlerle çekildiğini duymam beni sevindirdi doğrusu) yazıyormuş o notta. Peki, merak ettiği hemen tüm alanlar üzerine baş döndürücü ve oyun değiştirici gelişmeler sağlayan girişimlere imza atan bu adamdan ne öğrenebiliriz?
***
Herkes için geçerli mi bilmiyorum ama ben belirli bir yaştan sonra sezgi ve ilgi alanlarının güvenilmesi ve üzerine düşünülmesi gereken noktalar olduğuna inanmaya başladım. Ve ilgi alanlarımın, meraklarımın dibini karıştırmayı ve peşine düşmeyi ihmal etmemeye, hatta iş edinmeye başladım. Yok, hayır, dünyanın ve ülkenin en büyük girişimcilerinden ya da mucitlerinden biri olmak gibi bir niyetim yok. Ancak o sezgi alanları, geçirdiğimiz yıllarda edindiğimiz bilgi ve deneyimlerden beynimizin damıttıkları olmaları dolayısıyla gerçekten önemli noktalar içerebilir. İşte o sezgileri, belirli bir mantıksal ve analitik bakış ve bilinçle tekrar ele alabildiğimizde gerçekten önemli bazı sonuçlar, ondan da değiştirme güç ve becerileri açığa çıkarabilmeniz mümkün olabilir (tabii bu hâlâ sadece bir olasılıktır).
***
Ekoloji ve sürdürülebilirlik alanlarında pek de az olmayan bir süredir kafa patlatan bir yayıncı, part time iletişimci ve sosyolog olarak sezgilerimin, -tabii çalışma arkadaşlarımızla birlikte sezgilerimizin- yansımalarını, aslında EKOIQ’nun her sayısında görüyorsunuz. Belirli konuları seçmemizin, öne çıkarmamızın arkasında duran bu kolektif bilinçten-bilinçaltından damıttıklarımız her ay önünüze geliyor. Ama sezgilerimiz bize uzunca bir süredir ve giderek daha kuvvetli bir biçimde, Türkiye’de sürdürülebilirlik ve ekoloji konularının daha fazla aklın, farklı görüş ve bakışın birbirine değebildiği, karşılıklı etkileşimlerin yaratılabildiği ve ortak hareket etme zeminlerinin inşa edilebileceği platformlara ihtiyaç duyduğunu söyleyip duruyor. Herkesin kendi sandalyesini kapıp gelebileceği bu ortak masa ya da masalar, Paris İklim Zirvesi sonrası, bizim İklim Rejimi 1,5 olarak tarif etmeye çalıştığımız yeni dönemin ele alınması, ele almaktan öte, ortak hareket edilebilmesi için olmazsa olmaz gibi…
Masalar içinde masalar, ya da yan yana masalar şeklinde, farklı farklı birlikteliklerin, bir araya gelişlerin, güvenli kişisel duruşlarımızın ötesinde, ufak ufak hareket edebileceğimiz, uzun vadeli dip dalgalarının oluşumuna katkı sunabileceğimiz zeminler yaratabilmesi mümkün görünüyor.
Duruşların zamanı sanırım geçti; zaman, bu duruşları biraz bozmak ve konforsuz birliktelikler yaratma zamanıdır… Açık çağrımızdır!