“Sürdürülebilirlik sanatsız olmaz.” Birinci yılını dolduran Evergreen Architects’in arkasında bu fikir yatıyor. Mimari hizmetlere yönelik ortak çalışma alanı olarak kurulan Evergreen, ayrıca sürdürülebilirliği ve doğal üretimi odağına koyan bir tasarımcı ağına da ev sahipliği yapıyor. Kurucusu Feyza Kalaycıoğlu ile girişimin hikayesini ve geçen bir yılı konuştuk.
Berkan ÖZYER
Evergreen’i kurma fikri nasıl oluştu?
Son yıllarda yeşil başlıklı, çevreci pek çok etkinliğe katılıyorum ve gördüğüm her şeyin teknolojiyle robotikleşmesinden çok rahatsız oluyorum. Mesela yeşil binalarla ilgili bir zirvede içinde otomasyon olan bir kutu “harika bir şey” olarak değerlendirilebiliyor. Oysa bir şeyleri yaşatmak, çevreci olmak için işin içinde insani bir şeyler olmalı, sadece teknoloji değil. Mimarlar bunun bilincinde ama sektör buna pek vakit ayırmıyor. Çünkü yatırımcı bilinçlenmedikçe, mimarın bir şeyler yapabiliyor olması tek başına bir şey ifade etmiyor. Katıldığım bu etkinliklerde pek çok profesyonelle görüştüm. Elektrik mühendisi, mimar arkadaşlarım, yeşil bina danışmanlığı için görüştüğüm birkaç firma ve oradaki insanlarla aynı noktada buluşunca sürdürülebilirlik, mimari ve sanat konularını bir araya getiren mekan fikri oluştu. Biraz gençliğime ve zamanın ruhuna güvenerek atölyecilerle yeşil binalar konusunu aynı potada yürütmeyi düşündüm. Bu riskli bir aralık ama yine de bu doğrultuda bir iş modeli oluşturdum. İşletme bilgim olmadığı için KOSGEB kursuna gittim. Ortaya “İnşaat sektöründe yeşil binaların tasarımı ve uygulaması konusunda uzman mimarlık ve mühendislik hizmetleri, geridönüşüm ve zanaatı destekleyen nitelikli ürünlerin temini” şeklinde bir iş modeli çıktı.
Bu atölyede neler var?
Buradaki bütün malzemeler doğal, öncelikle onu söylemeliyim. Oluşturduğumuz network’te iyi işçilik üreten cam, seramik sanatçıları, illüstratörler var ve burada da onların hazırladığı şeyleri sergiliyoruz. Ve bu insanlara talep toplamak için de web sitemizde online satış bölümü açtık. Çok nitelikli işleri olan atölyelerin işlerini ekliyoruz. Zaman zaman sergi planlarımız var. Bütün bunlar olurken açık mutfak kültürünü korumak için toplantılar, te malı görüşmeler yapıyoruz. Onların ses kayıtlarını alıp raporlarını çıkarıyoruz. Bir amaç belirleyip sonraki adıma beraber karar veriyoruz. Ya da amatör veya profesyonel herkese açık torna, cam, seramik gibi konularda atölyeler yapıyoruz.
Bu çatı altına kimler girebilir?
Ekiptekiler çok yönlü ve çözüm odaklı olmalarının yanı sıra mutlaka paylaşıma açık ve sürdürülebilirliğe meraklı olmalı. Ve kullanılan malzemeler “mış gibi”den uzak, gerçekten göründüğü şey olmalı; taşsa taş, ahşapsa ahşap. Bu yönde çalışan, üreten herkese açığız.
Sizin ilginiz nasıl şekillendi?
Çukurova Üniversitesi Mimarlık bölümünü kazanınca 2005’te Adana’ya yerleştim. 2010’da da resmen mezun oldum ama 2008’den beri bu alanda çalışıyorum. 2011’de İstanbul’a geldim. Birkaç mimarlık firmasında çalıştım, ardından dil eğitimi için gittiğim Londra’da altı ay kaldım. Buraya döndüğümde, gitmeden önce çalıştığım ofis ile çalışmaya devam ettim, ardından girişim planlarıyla Evergreen Architects’i açtım. Bu test sürüşü bitmedikçe sektördeki araştırmam da sanal olacaktı, öyle devam etsin istemedim, çünkü kişisel merakımdan ötürü ister istemez takip ediyorum. Dolayısıyla bu ilgimi sanal bir şekilde yürütmektense henüz daha erken bir aşamada ilk adımı atmak daha işime geldi.
Sadece iç mimarlık konusuna mı odaklanıyorsunuz?
Aslında öyle değil. Mekan ona elveriyor. Autocad Revit programı kullandığım için, sektörde hep çok büyük ölçekli projelerde yer aldım. Ve o işlerde bir fabrikasyon mantığına gidiyorsunuz. Yani 2000 konutlu bir proje çizecekseniz, tip daireleri bloklayıp, onlardan çoğaltıyorsunuz. Yine bir seri üretim yapıyorsunuz. Biz bu çizimlere inovatif işleri yerleştirdiğimiz zaman sürdürülebilirlik mimariye dahil oluyor. Bir de bu konuda önemli bir faktör var. Bazı yeşil bina sertifikasyon kriterlerinde sanat eserleri ve geridönüşüm de puanlamaya dahil ediliyor. Dolayısıyla bunun altı çizildiği zaman, sektördeki bu tarz nitelikli eserlere de talep artacak.
Ayrıca yapı sektöründe üretim alanı kısıtlandıkça mimarlar iç mimariye yöneliyor. Dolayısıyla da yenilikler uzun vadede deneylenebiliyor diye öncelik iç mekana kayıyor. İç olunca çarklar daha hızlı dönüyor. Özellikle İstanbul’da bina yapmak isteseniz, parsel bulmanız ciddi sorun ama mevcut bir yapıya yerleştiğinizde önce içini değiştirerek yapının yaşam kalitesini artırmaya başlayabilirsiniz. Tabii bizim hedefimiz iç-dış demeksizin mekanların kalitesini olabildiğince artırmak.
2014’te Londra’da Seed of Evergreen/Herdem Yeşil’in Tohumu temalı bir fotoğraf serginiz oldu. Bunu detaylandırabilir misiniz?
“Herdem yeşil kalabilecek şeylerin tohumunu ekmeliyiz”i vurgulamanın yollarını anlatan dört bölümlü bir fotoğraf sergisinden oluşuyordu. Genetik Miras, Doğa ve Geridönüşüm konularını barındıran her oluşumun mutlaka Mutlu Son’u oluşturan hikayesi fotoğraflarla ele alındı. (Bu arada serginin, ilk yazısını Usta Nevzat Sayın’ın yazdığı bir günlüğü var, hâlâ yoruma açık; www.evergreenarchitects.com/etkinlik/fotograf-sergisi-londra/)
Gündemimizde olan konuları doğal olarak herkes anlamayabiliyor. İnsanlar “Neden bahsediyor bunlar” diyebiliyor. Ben de sürdürülebilirlik, mimari ve yaşam alanları konusunu vurgulamak için fotoğrafı araç edindim. Bunu bir ekoloji merkezinde sergiledik. Mekan da temayı destekledi. Sergi beş gün kadar sürdü. İnsanlar farklı kelimelerle de olsa benzer kaygıları taşıyor mu diye düşünme fırsatımız oldu. Ve evet, taşıyorlar. Yeşil bina, permakültür, ekolojik yapılar gibi konularda çalışan insanlarla bir araya geldik. Orada gördüm ki, dünya gerçekten her yerde aynı seviyede; yani profesyoneller ya da kullanıcılar bu ihtiyaçları araştırarak çözümler deniyor. Ne kadar iyi niyetli ve çalışkan insan bir araya geliyorsa o kadar hızlı yol alınıyor. Ofisimizde de, bildiğimiz kadarıyla yetinmeyip daha fazla seçeneğiniz var demek istiyoruz.
Bundan sonrası için neler öngörüyorsunuz?
Geçen yıl için burada bahsettiğim etkinlikleri yaptım ve proje bazlı işlerde çalıştım. Mesela 3. Havalimanı’nın revizyon sürecinde yer aldım. Herkes “Sen çevreci bir mimarsın, orada ne işin var” dedi. Ama asıl onların mutfağında bu işin dilimi, payı ne kadar, onu merak ediyordum. Ve orada da sadece revizyon sürecinde çalıştım, Herdem olduğu için o yoğun tempoyu üç-dört ay götürebildim. Ve şunu gördüm; gerçekten iyi niyetli şeyler oluyor ama takvimde kaybolup gidiyor. Ana terminal binası için yeşil bina danışmanlığı alıyorlardı ama tüm tesis için zaten alamayız diyorlardı. Ben oradayken bile proje 1 milyon metrekareden 1,3 milyon metrekareye yükseldi. Çok ilginç bir deneyimdi. Dolayısıyla o duruma da tanıklık etmiş oldum.
Şu an proje bazlı, BIM sistemini kullanmaya yakın, enerjisini nitelikli sonuçlar çıkarmaya kullanan ekiplerle çalışmaya açığım, çünkü buranın altyapısı artık oturdu. Onun dışında da yılda dört tane karma sergi açma hedefimiz var. Onlar için de doğru yerleri kolluyoruz. Mekan araştırmasına devam ediyoruz. Şu an bizim için mimarlık yapmak ve burada toplanan eserleri zaman zaman paylaşabileceğimiz sergiler oluşturmak ve meslektaşlarımızın da bu hizmeti kullanmasını sağlamak önemli.