#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

Hayat Yerelde Çözüm Yerelde

Önümüzdeki yıllarda kentten kırsala kitlesel bir göç beklemiyorsanız, şu fikre alışsanız iyi olur: Dünyanın geleceği şehirlerde şekillenecek. Nüfus, küresel ekonomi, tüketim, üretim şehirlerde yoğunlaşıyor. Ve bütün araştırmalar, bu yoğunluğun dur durak bilmeden artacağını gösteriyor. Tam da bu sebepten belediyelerin, yerel yönetimlerin her aşamasında yer alanların vereceği kararlar artık geçmişte olduğundan çok daha önemli. Katılımcı, çevre dostu, “yaşanabilir” alanlar için sürdürülebilir şehirlerin kendilerini hem bugüne hem de geleceğe şimdiden hazırlamasından başka çare görünmüyor.
Berkan ÖZYER

1,4 milyon insan. Bu rakam dün­ya genelinde her hafta kentlere göç eden insanların sayısı. Bu kadar büyük bir nüfusun akın edercesine yerleştiği, yenilerini kurduğu şehir­ler ortak geleceğimizin hem en bü­yük sorunu hem de en büyük fırsatı konumunda. İklim değişikliğinden karbon emisyonuna, güvenlikten sağlığa, eğitimden yenilikçi üreti­me ve teknolojik gelişimlere kadar hayatın her alanındaki değişimler, artık sürdürülebilir gelecek için mü­cadelenin en önemli cephesi olarak nitelendirilebilecek şehirlerde çözü­lecek.
Dünya kara parçasının sadece %2’sini kaplayan şehirlerin gele­ceğinin ne denli önemli olduğuna dair birkaç veri: Bugün dünya nüfu­sunun %54’ü yani 3,5 milyar insan şehirlerde yaşıyor. Dahası küresel ekonomik üretimin %80’inden şe­hirler sorumluyken küresel enerji kullanımının ve enerji kaynaklı se­ragazı emisyonlarının %70’i şehir­lerden kaynaklanıyor.
Ve artık genel ekonomik sistemin bir dönüşümden geçtiği, ya da en azından geçeceği umut edilen gü­nümüzde şehirlere atfedilen rol de değişiyor. Zira kentsel nüfus artışı hızlanarak artacak. Yüzyıl sonunda bu oranın %85’e çıkacağı öngörülü­yor. BM’nin 2100 nüfus tahmininin 10 milyar olduğunu düşünürsek bu oran 8,5 milyar insana karşı­lık geliyor. Ve bu artış çoğunlukla gelişmiş ülkelerde yaşanmayacak. Tahminlere göre 2050 yılında kent­sel nüfusun beşte dördü azgelişmiş ülkelerde yaşayacak. BM Ekonomik ve Sosyal İşler Dairesi’nin tahmin­lerine göre en büyük kentsel nüfus artışı, 2014-2050 arası bu artışın %37’sinden sorumlu olacağı öngö­rülen Hindistan, Çin ve Nijerya’da gerçekleşecek. 2050’de Hindistan’ın 404 milyon, Çin’in 292 milyon ve Nijerya’nın 212 milyon yeni kentli­ye sahip olacağı tahmin ediliyor.
Türkiye de bu trendden kendi payı­nı alıyor tabii. 2012 itibarıyla Türki­ye nüfusunun %77’si kentlerde yaşı­yor. Bu oran 2000’de %65, 1980’de %44, 1950’de ise sadece %25’ti. Rakamlar durumun çarpıcılığını çok açık bir şekilde ortaya koyuyor aslında…

İdeal Şehir Nedir?
Bu yığına üretilecek çözümün başlı­ğı olarak sürdürülebilirlik kelimesi öne sürülünce akla gelen ilk şey ge­ridönüşüm, yeşil alanlar veya trafik sorunu gibi başlıklar olabilir. Ancak bu kavram aslında çok daha temel bir role sahip. Sürdürülebilir şehir­ler ülke ve küresel ekonomilerin, toplumların ve siyasetin temelinde bir rol oynuyor; gelecek nesillerin nasıl yaşayacağını şekillendiriyor. Eşitsizlik, istikrarsızlık, ekonomik sorunlar bu geleceğin inşasında, şehirlerin sürdürülebilir olmasının önünde önemli bir engel olarak di­kiliyor.
Bu kelimenin kavramsal çerçevesi 1987 Brundtland Komisyonu, 1992 Rio Yeryüzü Zirvesi, 1994 Aalborg Şartı gibi çeşitli uluslararası zirve­lerle çizilmişti. Özellikle 1996’da İstanbul’da gerçekleşen HABITAT Zirvesi bu kavramı Türkiye’nin de gündemine sokmuştu. Bu zirve doğ­rudan katılımcılığın altını çizmiş, Türkiye de üzerine düşeni zengin bir çerçevede çok aktörlü bir şekil­de yerine getirmeye çalışmıştı.
Bu zirveler farklı kelimelerle, farklı imzacılarla, farklı kriterlerle ide­al şehrin tanımını yapmak içindi. Madde madde kriterlerin ötesinde somut olarak nasıl tanımlanır bu ideal şehir? Sürdürülebilirlik danış­manı Hannah Greinetz, cityminded.org sitesindeki yazısında bu soruyu şöyle cevaplandırıyor: “İdeal şehir daha temiz, daha sessiz, daha gü­venli, daha rahat erişilebilir ve daha sağlıklı olmalı. Daha temiz şehirler, mevcut sistemlerin imkan verdiğin­den daha az atığa ve daha az kirliliğe sahip olacak. Daha sessiz şehirler, daha az araba gürültüsü ve şehir­lilerin sevdiği kent kaosunun daha düzenli halini barındıracak. Daha güvenli şehirler, iyi aydınlatılmış ve korunmuş ve güçlü bir birliktelik duygusuna sahip olacak. Erişilebilir ve sürdürülebilir şehirler, toplu taşı­mayı en ucuz ve kolay ulaşım aracı yapacak, özel araç ihtiyacını ve on­ların neden olacağı egzoz ve kirliliği gereksiz kılacak. Bisiklet ulaşımı ve önceliği de sürdürülebilir bir şehir için vazgeçilmezdir. Son olarak ide­al şehir sağlık işlerine öncelik vere­cek ve böylece sağlık bakımını ra­hatça erişilebilir kılacak; ayrıca taze gıda, rekreasyon alanlarına erişim, kanalizasyon ve atık servislerini en iyi kaliteye getirecek.”

Neden Belediye Başkanları Dünyayı Yönetmeli?
Böylesine önemli bir role sahip şehirler, onları yönetenlerin de ağırlığını artırıyor. Bunun önemini siyaset teorisyeni Benjamin Barber Dünyayı Belediye Başkanları Yö­netseydi adlı kitabıyla vurguluyor. Özellikle Mc World’e Karşı Cihad kitabıyla dünyada tanınan Barber, şehirler konusunda yaptığı TED ko­nuşmasında şöyle diyor:
“İkilemimiz, iklim değişikliği gibi küresel zorluklar karşısında dünya­yı yönetemeyecek kadar eski moda, politik ulus devletlerimizin olması ise, belki de belediye başkanlarının dünyayı yönetme zamanıdır. On­ların ve temsil ettikleri insanların, yurttaşların küresel yönetimde yer alma zamanıdır. Belediye başkanla­rı dünyayı yönetseydi dediğimde, bu söz ilk defa aklıma geldiğinde, fark ettim ki, aslında bunu yapıyorlar. Uluslararası, şehirlerarası, sınır öte­si kuruluşlar ve şehir gruplarının beraber çalışarak, iklim değişikliği, güvenlik, göçmenlik gibi karşılıklı bağımlı olduğumuz problemlerle ilgilendikleri durumlar var. Tuhaf isimleri var: UCLG (United Cities and Local Governments), Birleş­miş Şehirler ve Yerel Hükümet­ler, ICLEI (Local Governments for Sustainability), Yerel Çevre Sorunları için Uluslararası Kon­sey… Ve liste böyle uzayıp gidiyor. Asya’da Citynet var. City Protocol, ülkeler arasında en iyi uygulamaları paylaşmak için interneti kullanan Barselona’dan yeni bir organizas­yon. Sonra daha iyi bildiğimiz Bir­leşik Devletler Belediye Başkanla­rı Konferansı, Meksikalı Belediye Başkanları Konferansı, Avrupalı Belediye Başkanları Konferansı ör­nekleri var. Bunların olduğu yerler belediyeler.”

“Şehirler Bir Numara Olmayı Umursamaz”
Barber’ın sıraladığı bu oluşumları oluşturan gerekçenin, belediye baş­kanları da farkında. Zira belediyeler bir bakıma çözümden çok çıkmaz­lar üreten ulusal politikacılar kar­şısında güçlenmek için bu alanlara giriyorlar. Halihazırda dünyada merkezi yönetimlerin çalışma alan­larını daraltması sonucunda beledi­yelerin çevre meselesini üstlenerek yerel özerklik konusuna odaklan­ması gibi bir eğilim yaygınlaşıyor. Tam bu sebepten de OECD, şehir­leri “geleceğin ülkeleri” olarak tanımlıyor. Basit bir örnek bunu açıklayabilir. ABD ve Çin’in devlet başkanlarının oturup örneğin çevre meselesini görüşmesi nasıl uzun yıl­lar, ciddi protokoller, ön hazırlıklar gerektirdiyse New York ve Pekin belediye başkanlarının aralarında en iyi uygulamaları, know-how pay­laşması bir o kadar kolay ve hızlı olabiliyor. Ya da bugün Türkiye ile Kolombiya arasında bir işbirliğinin gerektireceği süreci düşünün, bir de İstanbul’un metrobüs uygulama­sı için Bogota’dan ilham almasını… Çünkü Barber’in dediği gibi, “Ülke­ler arasında kimin bir numara olaca­ğı ile ilgili çok şey duyduk. Şehirler bir numara olmayı umursamazlar. Beraber çalışmak zorundadırlar ve çalışırlar.”

Yerel Yönetimler Paris’teydi
Belediye başkanlarının çevre konu­suna verdiği önem, yakın zamanın en önemli uluslararası zirvesinde kendini gösterdi. Kasım ayının so­nunda başlayan ve iki hafta süren Paris İklim Zirvesi’nde yerel yö­netimler hayli aktifti. Önceki yıl COP20’nin Peru başkanlığı tarafın­dan “İklim Eylemi için Hükümetdı­şı Aktörler Alanı” (Non-State Actor Zone for Climate Action-NAZCA) adıyla şehirlerin, bölgelerin, şirket­lerin, yatırımcıların ve sivil toplum kuruluşlarının iklim değişikliği için ortaya koydukları taahhütleri kaydetmek üzere bir platform ku­rulmuştu. Paris COP21 için bu plat­formda dünya nüfusunun %17 sini oluşturan 2255 şehir ve 150 bölge iklim değişikliği için taahhütlerini kaydetmişti. Ayrıca Paris öncesi, 2014 İklim Zirvesi sonrası kurulan Compact of Mayors (Belediye Baş­kanları Birliği) da hayli aktif bir sene geçirmişti. BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon ve New York Beledi­ye Başkanı Michael R. Bloomberg tarafından 2014 İklim Zirvesi son­rasında C40, ICLEI ve UCLG gibi küresel şehir ağlarının liderliğinde kurulan Compact of Mayors, geçen bir yıl içinde 360 şehrin emisyon ve diğer iklim risklerinin ölçümlerinin standart hale getirilmesi ve kamuo­yuna raporlanmasını gerçekleştirdi (www.compactofmayors.org).
COP21 sürerken ise Paris Belediye Binası’nda Türkiye’den temsilcilerin de katılımıyla tüm dünyadan 1000 civarında belediye başkanı toplanıp ortak bir deklarasyon yayımladı. Bu metinde şehirlerinde 2050 yılına kadar %100 yenilenebilir enerjiye geçiş ve seragazı salımlarını %80 azaltma hedeflerini destekleyecekle­rini ve bu sene yapılacak HABITAT III’e hazırlanmak için işbirliği yapa­caklarını bildirdiler.

İklim Krizinin Doğrudan Etkileri
Belediyelerin bu aktif tavrı hedef belirlerken de kendini göstermişti. Hükümetler iddialı adımlardan ka­çınırken Stockholm, Göteborg ve Kopenhag gibi kuzey Avrupa şehir­leri 2025’te sıfır karbon hedeflerini çoktan açıkladılar. Milano ve Sevil­la gibi güney şehirlerinin belediye başkanları yeşil ekonomiyle birlikte oluşan yeni istihdam imkanlarını, ilkokuldan üniversiteye kadar her seviyede sürdürülebilirlik eğitimleri verdiklerini aktardılar.
Bu oluşumların altında temel bir sebep yatıyor: İklim değişikliği şe­hirler üzerinde çok önemli etkilere neden olacak. TEMA Vakfı Genel Müdürü ve IPCC yazarlarından Ba­rış Karapınar, REC Türkiye tarafın­dan Mart ayında düzenlenen Sürdü­rülebilir Şehirler Konferansı’nda yaptığı konuşmada bu konunun altını özenle çizdi. Yaptığı konuş­mada nüfusu 1 milyonun üzerinde olan şehirler sayısının Asya’nın gü­neyinde ve güneydoğusunda yoğun­laştığını, Türkiye’nin bulunduğu bölgede de giderek arttığını belirtti. Bir yandan şehirlerin büyüdüğünü bir yandan da iklimin etkilerinin arttığını kaydeden Karapınar, farklı şehirlere göre farklı risklerin ortaya çıktığını ısrarla vurguluyor. Buna göre deniz seviyesinin yükselmesi, gıda güvenliği, kuraklığın, ani ve şiddetli yağışların dramatik etkileri şehirlerin yapısına ve coğrafyaya göre artabiliyor. Bazı şehirlerinse tüm bu etkileri hissedeceğini, kı­rılganlığı yüksek bu şehirler ara­sında İstanbul’un da bulunduğunu vurgulayan Karapınar, bu etkilerin kendini sel, kuraklık gibi aşırı doğa olayları, gıda güvenliği sorunları, iş gücü kayıpları şeklinde göstereceği­ni belirtiyor.

Avrupa Kriterleri ve Aalborg Şartı
Bu gerçekliğin uzun zamandır far­kında olan belediyeler Paris’te de oldukça etkindi. Evet, Paris İklim Zirvesi’yle birlikte 2015 yılı iklim mücadelesi için önemli bir seneydi. Ancak orada paylaşılan vaatlerin uygulanması için belki devletler çok da umut vermeyebilir ama artık mücadelede yerel yönetimlerin rolü­nün artacağı kesin gibi. Dünyada bu konuda ilham veren pek çok örnek var. Karbonsuzlaşma hedefini ilan edenden kent genelinde yayalaştır­ma yoluna gidenlere, yenilenebilir enerjiyi yönelenlerden yeni kentsel dönüşüm projelerine kadar çok farklı alanlarda adımlar birer birer atılıyor. Ancak genel olarak sür­dürülebilirlik bayrağını kuşkusuz Avrupa şehirleri taşıyor. Bunların önemli bir kısmının üye olduğu Aalborg Şartı’nda bu konu hayli ta­nımlı durumda. Zaten bu üyelikten ötürü pek çok madde, çeşitli bağla­yıcılıklar taşıyor. Türkiye Yenilene­bilir Enerji Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Sabite Müftügil Cesur Lond­ra, Paris gibi şehirler dışında orta ve küçük ölçekli şehirlerin çok iddi­alı hedeflerle ortaya çıktığını ve bu yaklaşımın artık bir gelenek halini aldığını, kıtanın kuzeyinde de, gü­neyinde de benzer hedeflerin belir­lendiğini kaydediyor.
Bildiğiniz gibi, sürdürülebilirliğin gelenekselleşmesi sürecinin en ba­şarılı örneği olarak 2010 yılından bu yana başvuran adaylar arasından Avrupa’nın Yeşil Başkentleri seçili­yor. Başkentin belirlenmesinde dik­kat edilen 12 kriter şöyle sıralanıyor: İklim değişikliği için emisyon azal­tım ve uyum, kent içi ulaşım, kent­sel yeşil alanlar, sürdürülebilir arazi kullanımı, hava kalitesi, doğa ve biyoçeşitlilik, akustik ortam kalitesi, atık yönetimi, su yönetimi, atık-su arıtma, eko-yaratıcılık ve sürdürüle­bilir istihdam, enerji performansı ve bütünleştirilmiş çevre yönetimi. Bu ödülü ilk kazanan İsveç’in başken­ti Stockholm’dü. Şehrin ödülüne dair hazırlanan tanıtım videosunda kent belediyesinden temsilciler “Se­ragazlarını 1990’dan itibaren %25 azalttıklarını, bisiklet kullananları iki katına yükselttiklerini” öne çı­karıyordu. Ayrıca 2006’da trafik tıkanıklığı ücretlendirme sistemi oluşturulduğu, bununla şehir mer­kezine giren ve çıkan trafiğin %20 oranında azaltıldığı kaydediliyor. Ayrıca 2050 yılında fosil yakıtlar­dan arınma hedefleri çerçevesinde belediye araçlarını temiz enerjiyle çalışanlarla değiştirmeye başladıkla­rının altı çiziliyordu.

Kopenhag = Bisiklet
2014 Avrupa’nın Yeşil Başkenti seçilen Kopenhag her anlamda bir ilham kaynağı olma özelliğine sa­hip. Yine Sürdürülebilir Şehirler Konferansı katılımcıları arasında bulunan Kopenhag Belediyesi Ulus­lararası İlişkiler Koordinatörü Kris­tine Munkgaard Pedersen, şehrin bu ödül için yaptığı hazırlıkları ay­rıntılarıyla aktardı. Bu hazırlıklar ve arkasındaki yaklaşım gerçek bir örnek teşkil ediyor. Ödülün geçmiş­te yapılan uzun vadeli bir planın neticesinde geldiğini belirten Pe­dersen, bu ödülle bir yandan ulus­lararası konumlarını güçlendirmeyi hedeflediklerini, bir yandan da yeşil işlere yatırımı artırmayı sağlaya­caklarını düşündüklerini belirtiyor. Kopenhag’ın küresel imajında özel­likle bisiklet temel bir yer tutuyor. Bu konuyu vurgulayan Pedersen, “Bisiklet bizim alametifarikamız. Kentte yaşayanların %56’sı her gün bisiklet kullanıyor” diyor. Kentin adaylık sürecinde öne çıkardığı ikinci konu ise kentin limanıydı. Eskiden sanayi merkezi olan liman uzun vadeli bir çalışmayla temiz­lenmiş, bugün artık suyun tertemiz olduğu, su sporlarının yapılabildiği bir bölgeye dönüşmüş. Pedersen, üçüncü olarak da kentin iklim pla­nını vurguluyordu. 2025’te karbon nötr olmayı hedefleyen şehir, enerji kaynaklarını hızla kömürden yeni­lenebilir enerji kaynaklarına çeviri­yor. Ayrıca iklim değişikliğine karşı önümüzdeki 20 yılın adaptasyon planı da yapılmış durumda.

Türkiye’ye “Medeni Cesaret” Ödülü
Avrupa’nın Yeşil Başkenti adayları arasında elbette Türkiye’den şehir­ler de yer aldı. Ancak bu adaylıklar daha ziyade “Medeni cesaretiniz için teşekkür ederiz” seviyesinde karşılık buldu. Zira boş geçen ilk dört senenin ardından Türkiye’den ilk adaylıklar 2014 için Trabzon ve Bursa’dan gelmiş, bu iki şehir 18 aday arasında sırasıyla son iki sırayı paylaşmıştı. 2015’te sekiz aday ara­sında Kütahya sonuncu olmuştu. Yine boş geçen 2016’nın ardından 2017 için İstanbul ve Bursa aday olarak başvurmuş ve evet, yine son iki sırayı paylaşmıştı.
Ancak yine de çok kötümser olma­mak lazım; Türkiye’den de pek çok şehirde umut veren girişimler var. Şehirler karşılıklı olarak incelenip araştırıldığında ortaya şöyle bir tab­lo çıkıyor: Türkiye’de yerel yönetim­lerde karar alma ve politika belirle­me süreçlerinde şu an bir dönüşüm süreci yaşanıyor. Pek çok belediye­de ulaşım, atık, geridönüşüm vb. konularda adımlar atılıyor. Ancak bunların belirli bir kavramsal ve bütünsel bağlama oturtulup uzun vadeli “sürdürülebilir” bir plan kap­samına alınması konusunda halen atılacak adımlar var.
Yapılanlar konusunda örnek mi? Başta Eskişehir ve Kocaeli büyük­şehir belediyeleri olmak üzere pek çok örnek sayılabilir. Bu iki bele­diye dünyadaki sürdürülebilirlik gündemini yakından takip etmele­riyle özellikle öne çıkıyor. Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Daire Başkanlığı Ulaşım Planlama Şube Müdürü Aytaç Ünverdi “Kent halkı iyi yaşasın diye adımlar attık, böyle davranınca belediye de sürdürüle­bilir oldu” diyor ve devam ediyor: “2007’de 2,5 metrekare olan kişi başına düşen yeşil alan oranı 13,5 metrekareye kadar çıkartıldı, atık deposu olarak kullanılan 300 dö­nümlük alan parka dönüştürüldü, kente yapay plaj yapıldı, biletleri öğrenci 1 lira tam 2 lira olan yedi belediye tiyatrosu, senfoni orkestra­sı kuruldu. Şehrin en büyük iki cad­desinden birinde kurulan tramvay yolu ile yol yayalaştırıldı. AB proje­ler birimi ile dünyadaki gelişmelerin takip edilmesi sağlandı”. Bir nefeste bunları sıralayan Ünverdi, bu yo­lun arkasındaki kahraman olarak 1999’dan bu yana belediye başkanı olan Yılmaz Büyükerşen’i ve onun vizyonunu gösteriyor.

Kocaeli’nin Başarılı Bisiklet Projesi
Kocaeli Belediyesi’nde ise Yuvacık Barajı’ndan arıtma tesisine gelen suyun elektrik enerjisine dönüş­türülmesi, bisiklet taşıma aparatı, içinde kütüphane bulunan çevreci otobüsler öne çıkıyor. Kocaeli’ni benzersiz kılan bir proje de, dün­yada sürdürülebilir şehirlerin vaz­geçilmezi olarak gösterilen bisiklet konusunda gerçekleşti. Uluslararası proje kapsamında Kocaeli, bisiklet paylaşımında Avrupa’nın en iyile­rinden Budapeşte şehriyle eşleşmiş ve bir bilgi aktarımı ortamı oluş­turulmuştu. Nihayetinde belediye bünyesinde oluşturulan KOBİS ile 30 kilometrelik bisiklet hattında 18 istasyon ve 236 bisiklete sahip çok iyi çalışan bir paylaşım programı ku­rulmuştu.
Projenin arkasındaysa WRI Türki­ye Sürdürülebilir Şehirler Progra­mı bulunuyor. Washington merkez­li EMBARQ, sürdürülebilir ulaşım projelerine destek vermek üzere Türkiye’de de faaliyete başlamış, yakın zamanda WRI adını almıştı. İstanbul, Sakarya, Adana, Kocaeli, Kayseri, Eskişehir, Konya gibi şe­hirlerde başta bisiklet olmak üzere ulaşım konularına odaklanan olu­şum, isim değişikliğiyle sürdürüle­bilirlik başlığındaki diğer konuları da gündeme almaya başladı. WRI’ın Türkiye’de yaptıkları, uluslararası sivil toplum katılımcılığının sağla­dığı faydaya dair önemli bir örnek. Zira WRI elindeki sağlam uzman­lık birikimiyle belediyelerin ula­şım projelerine danışmanlık yapıp raporlar hazırlayabiliyor. Örneğin Şanlıurfa’daki metrobüs uygulama­sına yönelik danışmanlık veriyorlar. İstanbul’da ise Tarihi Yarımada için şehrin en başarılı uygulamala­rından olan yayalaştırma projesini geliştirdiler, İstanbul için kılavuz hazırlayarak üç yeni bisiklet yolu önerdiler.

Rantın Çekiciliğine Ne Kadar Direnecekler?
Peki, daha sürdürülebilir bir gele­cek için Türkiye’de şehirlerin önün­deki sorunlar neler? Türkiye’de son dönemde 6360 sayılı kanun ile büyükşehir belediyelerinin kapsamı­nın genişlemesi ve köylerin mahal­lelere dönüşmesi, gözden kaçsa da, bir anda büyük bir değişim getirdi. Toplam 30 ilçe belediyesinin sınırı, il sınırlarına kadar genişledi. Bu durumda şehirlerin kırsalı tamamen o şehrin belediyesinin kontrolüne girmiş oldu. Bu değişimi değerlen­diren Kadir Has Üniversitesi’nden kent sosyolojisi uzmanı Murat Gü­venç, “Kır-kent ayrımının ortadan kalkması ve bütün alanların şehir­lerin denetimi altına girmesi sürdü­rülebilirlik açısından hem imkanlar hem tehditler yaratıyor. İmkanların ne derece kullanılacağı, belediyeleri yöneten insanların rantın çekiciliği­ne ne kadar direnecekleriyle ilgili” diyor. Bu kanunun somut yansıma­sına dairse Sürdürülebilir Şehir­ler Konferansı’nda bir büyükşehir belediyesi yetkilisi, “Birdenbire il sınırları büyüyünce atık yönetimi konusunda sıkıntıyla karşılaştık” şeklinde ifade etmişti.

Veri Kullanımı ve Finansman
Bu kanuni değişiklik gibi Türkiye’de belediyelerin önüne çıkan sorunla­rın başında veri kullanımı ve finans­man geliyor. Türkiye Bilişim Vakfı, İTÜ, Mastercard, İntel ve Novusens İnovasyon ve Girişimcilik Enstitüsü işbirliğiyle hazırlanan Türkiye Akıl­lı Şehirler Değerlendirme Raporu da bunu destekliyor. Raporda bele­diye başkanları finansman konusu­nu engellerin en üstüne koyuyor. Çeşitli ülkelerde bu soruna üretilen çözüm yerel ve merkezi hükümetin işbirliğinden geçiyor. Sabite Müftü­gil şöyle diyor: “Şehirler sürdürü­lebilirlik projelerine yönelik finans­man modelleri geliştiriyor. Tahvil çıkarmak, yerel bankaların devre­ye sokulması, emeklilik fonlarının buna ayrılması gibi araçlar kulla­nılmaya başlandı. Bunların hayata geçmesi için çeşitli düzenlemelerin merkezi hükümetler tarafından ya­pılması gerekiyor. Bu tür finansman araçlarının yasallaşması, teşvik poli­tikalarının onaylanması için ulusal hükümetler önemli.”

Hibeler Önemli Bir Çözüm Seçeneği
Maddi kaynak sorununa önemli bir çözüm de ulusal ve uluslararası fon­lardan geçiyor. Eskişehir Büyükşe­hir Belediyesi bu konuda aktif olan­lardan. Ünverdi, hibelerin önemine dair “Bütçesi en düşük belediyeler­den birisiyiz. Hayallerimizi gerçek­leştirebilecek kadar paramız yok. Onun için de bütün birimlerimizle hibe projelerini takip ediyoruz. Ye­rel ya da uluslararası ajanslardan hibe ilanı varsa, hepsine başvurma­ya çalışıyoruz” diyor. Ünverdi, AB hibesiyle babası hapiste olan 40-50 öğrenciye okul öncesi eğitim veril­mesine yönelik bir kurum oluştur­duklarını, merkezi yönetimin hibe­siyle şehrin tarihine emek vermiş isimlerle yapılan sözlü tarih projele­rinin yer aldığı bir Kent Belleği Mü­zesi açıldığını, Bursa Eskişehir Bi­lecik Kalkınma Ajansı’nın hibesiyle de trafikte akıllı kavşak uygulama­sına başladıklarını belirtiyor. Son proje ile kentteki 135 kavşaktan 17’sinde tam adapte akıllı kavşak ve trafik kontrol sistemi kurulmuş du­rumda. Bununla gerekli ve gereksiz bekleme sebepleri incelenip, yapıla­cak düzeltmelerle trafikten kaynaklı egzoz emisyonu azaltılıyor.
Hibe konusunda girişim yapmaya hazırlananların bir gözlerini Kü­resel Çevre Fonu’nda (Global En­vironment Facility -GEF) tutma­sını tavsiye ederiz. Zira daha Mart ayında 23 şehrin sürdürülebilir şehir projelerine yönelik 1,5 milyar dolarlık büyük bir platform hayata geçirdi.

İnovasyon Merkezi Tel Aviv
Bir diğer sorunlu konuysa veri paylaşımı. Bunun önemli iki etkisi var. Verilerin paylaşılmaması sivil toplumun, araştırma kuruluşlarının, yazılımcıların yapacağı incelemele­rin veya yeniliklerin önünü kesiyor çünkü ellerinde odaklanacakları veriler olmuyor. Bir diğer sorunsa, -ki ilk sorunun nedeni de bir yan­dan- düzgün veri toplanmaması veya toplanan verinin niteliği. WRI Türkiye Sürdürülebilir Şehirler Operasyon Müdürü Güneş Yerli basit bir örnekle bu durumu anla­tıyor: “Yakın zamana kadar ölümlü çarpışma istatistiği sadece çarpışma anında araçta hayatını kaybedenler­den hareketle derleniyordu. Oysa, AB üyesi ülkelerde ve ABD’de çar­pışmadan belli bir süre sonra, hasta­nede hayatını kaybedenler de dahil edilir. Bizde bu yaklaşım henüz tam olarak uygulanmıyor. Verinin evren­sel niteliklerde toplanması mevcut durumun doğru bir şekilde ortaya konması açısından çok önemli.”
Bu konuda alınabilecek bir örnekse Tel Aviv. Dünyada kişi başına en fazla startup düşen kentin 1998’den bu yana belediye başkanlığını yü­rüten ve burayı bir inovasyon ve startup merkezine dönüştüren Ron Huldai bu başarının arkasın­daki isim. Huldai bir röportajında, “şehirdeki insanların yaratıcılığını fark ettikten sonra meydanlarda üc­retsiz kablosuz internet bağlantısı sunarak, startuplara şehrin bütün verilerini açarak ve benzersiz bir ekosistem sağlayarak bu yaratıcılığı desteklediğini” belirtiyor.

İletişim Her Daim Sorunlu
Finansman ve veri sorunlarının ya­nında, merkezi hükümetle aynı ve farklı parti yönetimi söz konusu ol­sun olmasın, Türkiye’de belediyeler arasında ciddi bir iletişim problemi de yaşanıyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde dahi böyle sıkıntılar olabiliyor. Sürdürülebilir Şehirler Konferansı’nda İBB İETT İşletme­leri Genel Müdürlüğü’nde İşletme Planlama Müdürü olarak görev yapan İsa Sağlam ulaşım hatları arasında entegrasyona dair bir soru üzerine, böylesi bir belediyede dahi farklı birimler arasındaki iletişimsiz­liği ve koordinasyonsuzluğu önemli bir sorun olarak gösteriyor. Ancak burada da ümit veren gelişmeler yaşanıyor. WRI’dan Yerli, artık be­lediyelerin de STK desteğine daha açık davrandığını, birbirlerinden öğrenmeye daha istekli olduklarını, İstanbul için hazırladıkları bisiklet kılavuzu üzerine Trakya Kalkınma Ajansı’ndan kendilerine gelen da­nışmanlık talebiyle örneklendiriyor.

İlk Üç Adım
Artıları ve eksileri bir araya getiril­diğinde Türkiye’de bazı belediyeler dışında konunun bütünsel olarak ele alınmadığı ortaya çıkıyor. Sabite Müftügil “1992 Rio Zirvesi’nden bu yana çevre meselesini belediyelerin bütün işlerine entegre etme vurgu­su yapılır. Yani çevre departmanı­nı, tek işi park bahçe yapmak olan bağımsız bir birim olarak almamak gerekiyor. Sürdürülebilirliğin, yani çevrenin, atık süreçlerinin, enerji politikalarının bütün belediye stra­tejilerine entegre olması gerekiyor” diyor. Müftügil, başlangıç olarak olmazsa olmaz üç temel maddenin altını da çiziyor.
Öncelikle kriterlerin tanımlanması ve iyi anlaşılması gerekiyor. Yöne­ticilerin böyle bir adım atması için bu çok gerekli. Zira Aalborg Şartı, Avrupa’nın Yeşil Başkenti gibi olu­şumlarda ortaya çıkan kriterler bu konuda net direktifler sunuyor.
İkinci olarak bu kriterlerin uygulan­ması için bir yasal altyapı gerekiyor. Belediyeleri etkin kılacak, örneğin yenilenebilir enerjiye geçişe imkan veren yasal yapıların güçlendirilme­si gerekiyor. Özellikle bu konuda bürokrasinin kolaylaştırılması, ener­ji dağıtım firmalarıyla görüşüp bir ortak nokta bulunması şart.
Üçüncü olarak da finansman konu­sunda bir şema gerekiyor. Haliha­zırda Türkiye’deki yerel yönetimle­rin önemli bir kısmı borç batağında. Maliye Bakanlığı Kamu Borç Yö­netimi 2014 Raporu ve Sayıştay’ın raporlarına göre yerel yönetimlerin vergi borçları, yurtiçi ve yurtdışın­daki bankalara olan kredi borçları toplandığında, faizlerle birlikte 66 milyar liraya ulaştı. Çalışma ve Sos­yal Güvenlik Bakanlığı’nın geçen sene yayımladığı değerlendirme no­tuna göreyse Nisan 2015 itibarıyla ülke genelindeki 1396 belediyeden 1059’unun prim borcu bulunuyor. Listenin tepesindeyse, çelişkili bir şekilde sürdürülebilirlik adımlarıyla dikkat çeken Kocaeli Belediyesi yer alıyor. Bunları çözmek için yukarıda belirtildiği gibi fonlardan, sürdürü­lebilir planlamadan ve yurtdışında örnekleri görülebilecek yeşil bono­lardan örnek alınması gerekiyor.
Bütün bunlar bir araya getirildi­ğinde ortaya net bir manzara çıkı­yor. Sürdürülebilirlik konusunda adımlar atılması artık kaçınılmaz bir mecburiyet. Çünkü şu açık ki, şehirleri koruyamazsak kendi gele­ceğimizi de koruyamayacağız…

EkoIQ Editör