Ocak ayından bu yana açık olan İstanbul Modern’in “Yok Olmadan” sergisinin en önemli yanlarından biri, konuyla çok yakından ilgisi olması gereken ama fiiliyatta sürdürülebilirlik ve iklim değişikliği konularına sadece yüzeysel bir ilgi gösteren entelektüellere, aydınlara konuşması. Sürdürülebilirlik kavramsal çerçevesinin bir yan tema değil, insanlığın ve gezegenin bugüne kadar karşılaştığı en büyük meydan okuma, bir yeni uygarlık mücadelesi olduğunu ilk önce onların kavraması gerekiyor çünkü. Onlar gözünü açarsa, toplumun da açma süreci başlayabilir…
Barış DOĞRU
İyi sanat böyledir. Sizi başka başka boyutlarla tanıştırır. Derin boşlukları doldurur; yeni boşluklar yaratır. İşte tam da bu yüzden önemlidir.
İstanbul Modern’de Ocak ayında açılan ve Haziran ayına kadar açık kalacak olan “Yok Olmadan” sergisini geziyoruz, serginin küratörlerinden Çelenk Bafra ile (bir sergiyi küratörü ile gezmenin zevki de bambaşka bu arada). Çok farklı coğrafyalardan, çok farklı sanat akımlarından ve tabii tarihsel dönemlerden yaratıcıların, doğaya ve insanla doğa ilişkisine dair eserleri, derin düşüncelere daldırıyor bizi.
Daha giriş holünde incelikle düşünülmüş bir sanatsal yaratı ile karşılaşacağımızı fark ediyoruz. Sanatçı Camila Rocha’nın, memleketi Brezilya’nın zengin görselliğinden ve doğa felsefesinden esinlenen canlı, yapay ve özel üretim bitkiler, sesler, yansıma yüzeyler ve hatta bir salıncak içeren projesi karşılıyor bizi fuaye alanında: “Sefatoryum”.
Ardından da birbirinden çok farklı anlatımlarla doğa ve insan ilişkisi üzerine düşünmeye, konuşmaya devam ediyoruz. Hiç karbon ayakizi bırakmadan, tahta artıklarını büyüteçle yakıp işleyerek önemli bir iz bırakan Britanyalı Roger Ackling’le başlayıp, Pae White’ın, bir neon yapıt dizisi olan ve mevsimsel duygudurum bozukluğunu telafi edecek bir tür ışık terapisi halinde yeniden uyarladığı projesi ile nihayetlenen “Yok Olmadan” sergisi, kapsamı ve etkisi açısından Türkiye’de sanat ve sürdürülebilirlik ilişkisi üzerine bir milat olarak kabul edilebilir.
Her Şeyi Değiştirmenin Yolu
İstanbul Modern’in sergisinin bence en önemli yanı, konuyla çok yakından ilgisi olması gereken ama fiiliyatta sürdürülebilirlik ve iklim değişikliği konularına sadece yüzeysel bir ilgi duyan, gösteren entelektüellere, aydınlara konuşması. Ne yazık ki, Türkiyeli aydınlar, doğayla ilişkimize, doğanın sosyal, politik ve psikolojik sorunlarımızla ilişkisine dair son derece kısıtlı bir ilgiye sahip. 21. yüzyılın önemli muhalif düşünürlerinden Naomi Klein’ın İşte Bu Her Şeyi Değiştirir kitabını okurken ilk kez fark ettiğim üzere, bu bizim topraklarımıza özgü bir şey de değil. Muhalif aydınlar da dahil olmak üzere, doğa tahribatı, iklim değişikliği ve sürdürülebilirlik konularına genel bir kayıtsızlık, belki de görmezden gelme hali kuvvetle mevcut. Kitabında kendi deneyimleriyle bunun arka planını anlamaya çalışan Klein, iklim değişikliği ve fosil yakıtlara bağlı ekonomik sistemimizin açmazlarını bütün açıklığıyla ortaya koyan yeni bir bakış açısının geliştirilmesinin önemini vurgulamak için her şeyi değiştirecek bir yaklaşımdan bahsediyor. “Yok Olmadan” sergisi de bence her şeyi değiştirecek bu sürece dair yeni bir kapı. Her şeyin yok olmaması için her şeyi değiştirmenin gerekliliğini vurgulayan bu yeni kapıdan geçmenin yolu ise galiba ilk önce kendimizi değiştirmekten geçiyor. Özellikler aydınlar özelinde, bunun için sanattan daha etkili bir yol var mı? İstanbul Modern’in küratörleri bu sergiyle bu konuda ilk yolu açmışlar. Devamının geleceğine inanıyor, umut ediyoruz .çünkü bu konuda konuşulacak, derinlemesine kafa patlatılacak daha çok şey var. Bizim EKOIQ aracılığıyla sık sık söylediğimiz gibi, daha kavramsal çerçevesi tam olarak oluşmamış sürdürülebilirlik gibi meta bir kavrama çok farklı alanlardan yanıtlar, yankılar gerekiyor. Sanat, bu sergiyle o yankıyı kuvvetle vermiş gibi…
SERGIDE YER ALAN ÇALIŞMALARDAN…
- Çalışmalarında temel mecra olarak doğayı seçen Britanyalı Roger Ackling, hiç karbon ayakizi bırakmamış bir sanatçı olarak iz bıraktı. Sanatçı 1960’ların sonlarından ölümüne dek, tek mecrası olan güneş ışığını buluntu tahta artıklarını büyüteçle yakıp işlemek üzere kullanmıştı.
- Sergideki en genç sanatçı Alper Aydın, sergide yeni bir üretimle, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden topladıklarıyla inşa ettiği “Taş Kütüphanesi” ile yer alıyor. Arazi sanatının ve çevreci sanatın takipçisi olan Aydın, sanat yapıtlarını doğada; varoluş, dönüşüm ve yıkım gibi doğal süreçlere odaklanarak meydana getiriyor. Karadeniz kıyısında çekilmiş tamamlayıcı fotoğrafları, sanatçının kayalardan yararlanarak yaptığı müdahaleleri belgeliyor. l Çinli sanatçı ve araştırmacı Bingyi, sergideki heybetli parşömen resminin başlığında da ifade edildiği üzere kıyamet kavramına eğiliyor ve afetler üzerine çalışıyor. Yapıt, sanatçının 2008 tarihli Siçuan deprem ve selinden etkilenmiş alanlarda yaşadığı, incelikle süzülmüş deneyimlerin sanatsal alanda ifadesi.
- Sergide gelecek senaryolarına kafa yormak üzere teknolojik araştırma ve gelişmelere eğilen bir yapıt ise, Jasmin Blasco’nun Los Angeleslı sanatçı ekibi Pico Studio ile birlikte hazırladığı “First Human Born in Space” (Uzayda Doğmuş İlk İnsan). Sekiz kısa bölümden oluşan yapıtta uzayda doğan ilk insanın tahmini yaşamı ve Dünya’ya gelişinden önceki eğitimi, arzuları ve umutları anlatılıyor.l Bas Jan Ader’ın “Broken Fall (Organic)” [Hızı Kesilmiş Düşüş (Organik), 1971] videosu yerçekimi kuvvetini bir mecra olarak kullanıyor. Yapıt, doğanın güçleri karşısında insanın ne kadar kifayetsiz olduğunu, sanatçının gücü tükenene dek bir ağaç dalına asılı duruşuna ve sonunda çamurlu ırmağa düşüşüne dair bir çekimle gözler önüne seriyor.
- Canan Tolon, 1980’lerden bu yana taze çimen ve paslanmış yüzeyler gibi çeşitli organik malzemeler kullanarak “işlenmiş peyzajlar” yaratıyor. Sergide sanatçının on yıllardır “soluk alıp veren” ve değişim geçiren erken tarihli iki yapıtı yer alıyor.
- 20. yüzyıl başlarında, uzay kolonilerinden oluşan parlak bir gelecek tasavvur eden Charles A. A. Dellschau’nun umut dolu suluboyalarında gezegenler arası yolculuk arzusuyla, devre özgü keşiflerden beslenen bir hikaye anlatılıyor. Kendi kendini yetiştirmiş sanatçı Dellschau’nun renkli kompozisyonları yalnızca sanatçının yaşadığı devir için değil, günümüz açısından da şaşırtıcı seviyede bir hayal gücü ve yenilikçilik arz ediyor.
- Elmas Deniz, Güney Kafkasya’nın olağanüstü doğasındaki insansız bir hava aracına ait buluntu görüntülere sanatsal müdahalede bulunuyor. “Güzel” ve “el değmemiş” doğa görüntüleri ve deneyimi talebinin gitgide artışını sorgulayan “İnsansız” ve ona eşlik eden drone-kuş melezi heykel ile teknolojileri durmaksızın ilerleyen tüketim odaklı toplumdaki görsellik politikaları ve doğa temsilleri üzerine alternatif bir yorum öne sürüyor.
- Serginin de ana görseli olan, Maro Michalakakos imzalı, boynu bacağına dolanmış “İsimsiz” flamingo, kendi kendimizi uğrattığımız yıkımın bir metaforu. Michalakakos’un sergide yer alan suluboya resimleri, üslubuyla 19. yüzyıldaki bilimsel kuş tasvirlerini çağrıştırıyor.
- Mark Dion’un bir araya getirdiği 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl başlarına ait yaklaşık 100 adet kutup ayısı baskısı, hayvan türlerinin tükenişine ve küresel ısınmaya, bilhassa da kutuplardaki buz tabakalarında yaşanan şiddetli erimeye gönderme yapıyor.
- Sergide çevreci temalara eğilen güncel videoların bir araya geldiği kapsamlı bir video seçkisi de yer alıyor. 2015 Paris İklim Konferansı (COP21) vesilesiyle ikonoTV tarafından tasarlanan “Art Speaks Out” (Sanat Sözünü Sakınmıyor) 57 uluslararası katılımcının videolarına beş bölümde yer vererek çevresel çözümlere dair farklı seviyede öncelikler ve bunlara karşılık gelen düşünme, ilgi, kaygı, korku ve umut gibi hisler içinde bir gezintiye çıkarıyor izleyiciyi.
- Lars Jan imzalı “Holoscenes”, bir akvaryum içinde kimi günlük faaliyetleri gerçekleştiren çeşitli oyuncuları tepeden gösteren, üç kanallı bir video yerleştirmesi. Akvaryumdaki suların birden akın edip çekilmesi ve yeniden taşması kapalı tank alanlarındaki bir dizi olay koreografisinin de önünü açıyor. 2011’den beri süregiden bu canlı performans serisi, iklim değişikliği ile doğal afet meselelerini ve günlük yaşantılarımız üzerindeki etkilerini ele alıyor.
- Sergideki en eski tarihli yapıt, İtalya’nın Piedmont bölgesinde yetişen tüm meyveleri yerel bir fidanlık için kayıt altına almış, az bilinen Torinolu 19. yüzyıl zanaatkarı Francesco Garnier Valletti’ye ait. Garnier Valletti’nin modellerini çıkardığı meyvelerin çoğu günümüzde yetiştirilmiyor, mevcut olanlarsa artık yalnızca tohum bankalarında bulunabiliyor.
- 1960 ve 1970’lerdeki Arte Povera hareketinin başlıca figürlerinden Mario Merz sergide doğa kavramını, Fibonacci dizisiyle sürekli büyüyen, kuvvetli ve bereketli bir güç olarak keşfe çıkan büyük bir spiral masayla yer alıyor.
- Sergiye adını veren müzik parçası “Big Yellow Taxi”nin de sahibi sanatçı Joni Mitchell, sergide yakın tarihli bir çalışmasıyla, koreograf Jean Grand-Maître ve Alberta Bale Topluluğu’yla ortaklaşa hazırlanan The Fiddle and the Drum (2007) balesiyle yer alıyor.
- Pae White bu sergi için, bir neon yapıt dizisi olan “<L3U~.>C≈K¥◊CHΔRMS‡” projesini mevsimsel duygudurum bozukluğunu telafi edecek bir tür ışık terapisi halinde yeniden uyarlamış. Tünel benzeri bir ortam içinde bulunan, alana özgü bu yerleştirme, galerinin iki ana kapısından birine uzanan bir kanal görevi görüyor. Yapıtta farklı neonların ışığı gündüz etkileri yaratıyor, oyunbaz formlar da izleyicilerin keyfini sürebileceği bir “ışık odası” meydana getiriyor.