Vizyon Olmayınca…

İstiklal Caddesi’nde yan yana dizil­miş: Ferforje tramvay durağı, ahşap şarj istasyonu ve alüminyum/cam elektronik kart dolum kulübesi. Üçünü de aynı kuruluş yaptırmış ama ne malzemelerin ne de tasarım­ların birbiriyle ilgisi var. Bu durum Beyoğlu’na hakim olan vizyonsuz­luğun ufak bir göstergesi. Ve viz­yon olmadığı için o güzelim renkli, eğlenceli, İstanbul’a gelen yerli, ya­bancı tüm arkadaşlarımın bayıldığı tarihi İstiklal Caddesi gözümüzün önünde bakımsız, ruhsuz, vasat bir caddeye dönüşüyor.
Beyoğlu Belediyesi’nin web sayfa­sını açarsanız orada Beyoğlu için “vizyon” ve “misyon”un tanımlandı­ğını görürsünüz.

Beyoğlu Misyonu

“Beyoğlu Belediyesi, Beyoğlu’nun mahallelerini şehrin temel yapı taşı olarak kabul eder, kent hizmetleri, sosyal hizmetler, kültürel faaliyet­ler ve hizmet mekanlarını mahal­lelerden başlayarak kurar. Her bir mahallenin ve sakininin fiziki ve sosyal ihtiyaçlarını yerinde karşıla­yarak, mahallelerden teşekkül eden Beyoğlu’nun bütünündeki yaşam kalitesini geliştirir, Beyoğlu’nun ta­rihi ve kültürel mirasını yaşatarak korur”.
Beyoğlu Vizyonu
“Beyoğlu’nun her bir mahallesini şehrin yapı taşı kabul ederek, kent hizmetlerini mahalleden başlayarak ifa etmek; kentsel yenileme, sosyal hizmetler, kültürel faaliyetler ve bunlar için gerekli olan fiziki ve sosyal yatırımları gerçekleştirmek, düzenleme ve organizasyonları yap­mak; Beyoğlu’nun kültür, sanat ve turizm endüstrileri bakımından mer­kezi konumu güçlendirmek için ulu­sal ve uluslararası faaliyetler yapmak; Beyoğlu’nun tarihi ve kültürel mirası­nı yaşatarak korumak; bilgi teknoloji­leri, katılımcı demokrasi ve yenilikçi uygulamalarla kentin ve kentlinin ya­şam kalitesini geliştirmektir.”
Sorun, Beyoğlu’nun gerçek anlamda vizyon tanımının olmaması. Misyon tanımının bazı sözcüklerini değiştir­mişler, vizyon diye koymuşlar. Halbu­ki vizyon geleceğe yöneliktir. 5-10 yıl sonra nasıl bir yer olmayı hedeflediği­ni belirler. Vizyon aynı zamanda ka­rar kriterlerini belirler çünkü bugün yapılanlar gelecek için belirlenen viz­yona varmak içindir. Misyon ise bugü­ne yöneliktir. Bugün hangi konumda olduğunu; kimlerle, kimin için, neleri, nasıl yaptığını gösterir. Beyoğlu’nun misyonu da bugünkü gerçeğini yan­sıtmıyor çünkü bugün Beyoğlu’nda tarihi ve kültürel mirasın korunduğu­na inanmak mümkün değil. Aksine, tiyatrolar, sinemalar ve kitapçılar ka­patıldıkça kültürel mirası yok ediliyor. Ağaçları kesilerek ve sonunda zemini asfaltlanarak vasat bir görünüme dö­nüştürülen caddenin tarihi dokusu da AVM ve kocaman dükkan vitrinlerinin sayısının artmasıyla yok ediliyor. Gü­zelim cadde günden güne değersizleş­ tiriliyor. Dünya yaşanabilir kentler listelerinde en üst sıralarda yer alan kentlere baktığınızda kent vizyonu­nun kent gelişimini yönlendirmede çok önemli bir yeri olduğunu görü­yorsunuz. Ve yerel halk da vizyona sahip çıkıyor, uygulamasını denetli­yor.
Tabii bu Beyoğlu ve İstanbul’a özgü bir durum değil. Kentlerimizin çoğunda bir vizyonsuzluk hakim. Belediyelerin web sitelerine girdi­ğinizde “vizyon”, “misyon” bölüm­lerini bulursunuz ama buralarda gerçek anlamda vizyona rastlamak zor. Bunlar daha ziyade adet yerini bulsun diye yazılmış cümleler olarak havada kalıyor. Türkiye’de vizyon ile yönetilen kent bulmak zor. Nitekim “Yeşil Bursa” güçlü bir vizyonla yönetilmiş olsaydı kent ortasına o iğrenç, beton TOKİ blokları yapıla­mazdı. Rize’ye gittiğinizde kentin sembolü olarak karşınıza çaydanlık çıkıyor. Belediye başkanı da yenile­nen kent meydanına bir çay bardağı yapılmasını önerdi. Rize gibi doğal güzellikleri olan kent için vizyon geliştirilmiş olsaydı kent kimliğini ifade etmek için zücaciyeden daha anlamlı bir şeyler bulunurdu.
Dünya yaşanabilir kentler liste­lerinde en üst sıralarda yer alan kentlere baktığınızda kent vizyonu­nun yönetimde çok önemli bir yeri olduğunu görüyorsunuz. Bizim de kentlerimizde vizyon oluşturulması ve kent gelişiminin yönlendirilmesi üzerinde durmamız gerek çünkü kentlerimiz günden güne değerleri­ni yitiriyor. Bunu anlamak için etra­fınıza bakmanız yeter.

OECD’nin “Yetişkin Becerileri Araştırması”
Yalova-Pendik vapurundayım. Kadın üç kez önümden geçti. Kapıları açıp kapatıyor. Üzerinde “Girilmez” ya­zan kapıyı açıyor, kapatıyor. Bir şey aradığı belli. Erkek­ler tuvaletinin kapısını da açınca yanına gidip yardımcı olmamı ister mi diye sordum. Anladım ki kadının oku­ma sorunu var.
Yine vapurdayım. Yalova-Yenikapı va­purunda 300-400 numaralı koltukların bulunduğu salonda 117 numaralı kol­tuğu arayan adamı izliyorum. Yanlış sa­londa olduğunu anlatıyorlar ama olayı anladığını sanmıyorum. OECD’nin 40 ülkede 18-65 yaş arası yetişkinlerin üç alanda beceri düzeyini belirlemek için yaptığı “Yetişkin Becerileri Araştırma­sı” sonuçları geliyor aklıma. Raporda incelenen üç alan şöyle:
Sözel beceriler: Yazılı metinleri anla­ma ve gereğine uygun bir şekilde ce­vap verme.
Sayısal beceriler: Sayısal ve matema­tiksel kavramları kullanma.
Teknoloji zengin ortamda problem çözme becerileri: Dijital ortamlarda bulunan, dönüştürülmüş ve iletilmiş bilgiye erişim, bilgiyi yorumlama ve analiz etme kapasitesi.
Türkiye sözel beceriler ve sayısal yeterlilikte sondan üçüncü sırada yer almış; Şili ve Endonezya bizden daha kötü durumda. Problem çözme konusundaysa Türkiye sonuncu.
Günlük yaşantınızda etrafınızdakileri izleyin: Otobüs du­rağında gelen otobüsün üs­tündeki hat bilgilerini okuya­mayanlar; iki kilo domatesin fiyatını hesaplayamayanlar vs… Ülkem insanını izledikçe sık sık bu çalışmayı anımsı­yor, üzülüyorum.
“2023’te dünyanın ilk 10’una gireceğiz” diye nutuk atan siyasileri alkışlayan kitleler 2016 yılında okuma yazma sıkıntısı çeken bireylerden oluşuyor.

Çalışmaya ulaşmak iste­yenler için web adresleri: https://www.oecd.org/skills/piaac/ (İngilizce) https://www.oecd.org/skills/piaac/Skills-Matter-Turkey-Turkish-version.pdf (Türkçe)

Önerilen makaleler