Anlaşmanın Birinci Yılında Paris Etkisi

30 Kasım-12 Aralık 2015 tarihlerinde Paris’te düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 21. Taraflar Konferansı (COP21), Kyoto Protokolü’nden bu yana iklim değişikliğiyle mücadelede önemli adımların atılmasına olanak verecek küresel ölçekte bir anlaşmanın zemini oldu. Paris Anlaşması Nisan ayında imzaya açıldı ve izleyen onay sürecinin ardından 4 Kasım’da yürürlüğe giriyor. Düşük karbonlu bir dünyaya giden bu süreçte, hükümetler kadar iş dünyasına da büyük roller düşüyor kuşkusuz. Karbon Saydamlık Projesi (CDP) de Eylül ve Ekim aylarında bu meseleyi ele alan iki rapor yayınladı ve şirketlerin anlaşma henüz yürürlüğe girmeden iş planlarını bu doğrultuda değiştirmeye başladığını ortaya koydu. Bu sayımızın muhtelif sayfalarında, sürdürülebilirlik uygulamalarını hayata geçirmiş, pozitif etkilerini ölçümlemiş şirketlerin attıkları adımları okuyacaksınız. İlerleyen sayfalarda da sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri, üniversiteler gibi konunun önemli paydaşlarının, Paris Anlaşması’nın kurumlarına etkileri, planlanan strateji değişiklikleri, hedeflere ulaşmada engeller ve fırsatlara dair yorumlarını bulacaksınız. Yapılması gerekenler belli, sıra acil harekete geçmekte!
Nevra YARAÇ

Bundan yaklaşık bir yıl önce, 30 Kasım 2015’te dünya devletleri Paris’te bir ara­ya gelerek üzerinde yaşadıkları dünyanın bugünü ve yarınına dair önemli kararlar almak için masaya oturdular. 1997 Kyoto Protokolü’nden bu yana aranan, iklim değişikliğiyle mücadelede önemli adımların atılmasına olanak verecek küresel ölçekte bir anlaş­manın zemini nihayet oluşmuştu ve 12 Aralık gecesi tüm tarafların kabul ettiği “Paris Anlaşması” ile masadan kalkıldı. 195 ülke fosil yakıtların kademeli olarak azal­tımını, yerine yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılmasını; ener­ji verimliliğinin bir üretim ilkesi haline gelmesini; tüm tüketim alış­kanlıklarının değişmesini ve israfın bertaraf edilmesi ile ormanlaştır­manın hızlandırılmasını kapsayan topyekûn bir değişime “evet” de­mişti. Bütün bu dönüşümün hedefi küresel sıcaklık artışını 2oC, hatta 1,5oC derecede tutmaktı…
Anlaşma, dört ay sonra, 22 Nisan’da imzaya açıldı, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 177 ülke imzaya ta­mam dedi. Yürürlüğe girmesi için iki kriter vardı: Küresel seragazı sa­lımlarının en az %55’ini temsil eden en az 55 devlet tarafından onaylan­ması. 25 Ekim itibarıyla aralarında Türkiye’nin bulunmadığı, küresel karbon salımlarının %60,98’ini tem­sil eden 85 devlet anlaşmayı imzala­mış bulunuyor.
Bu süreçte gözler yoğunlukla, dün­yanın en fazla salım yapan ülkeleri ABD, Çin ve Hindistan’daydı, onlar da onayladı. Anlaşma, muhtemelen siz bu yazıyı okuduğunuz sıralarda, 4 Kasım’da yürürlüğe girecek. 7-14 Kasım’da Marakeş’te düzenlenecek COP22 ise anlaşmanın ilk resmi gö­rüşmesine sahne olacak.

Düşük Karbon Devrimine Giden Yol
Anlaşmada öngörülen hedeflerin gerçekleşmesinin her alanda bir dönüşüm gerektirdiği açık. Dü­şük Karbon Devrimi için sadece hükümetlerin değil, herkesin elini taşın altına koyması şart. Birleşmiş Milletler’in 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri ile birlikte düşündüğümüzde ulaşılması gere­ken birbiriyle iç içe geçmiş o kadar çok hedef var ki, yani taş epey ağır. İşte bu taşın altında kalmamak için iklim değişikliğiyle mücadelede ka­munun, özel sektörün, yerel yöne­timlerin, üniversitelerin, STK’ların, kısacası ekonomik, sosyal ve çevre­sel alanda faaliyet gösteren her ku­rumun acilen kolları sıvaması şart. Peki bu paydaşlardan, azımsanma­yacak önemde role sahip şirketler mücadeleye ne kadar hazır?
Karbon Saydamlık Projesi (CDP) bu meseleyi ele almak için son iki ayda iki rapor yayımladı. Eylül ayın­da yayımlanan ilk rapor, The Paris Effect’in (Paris Etkisi) verilerine göre, toplam değeri 12 trilyon do­lar olan 613 büyük ölçekli şirket, iş planlarını -henüz resmi olarak yü­rürlüğe girmemesine rağmen- Paris Anlaşması doğrultusunda düzenle­meye başladı. Bu şirketlerden 341’i anlaşmayı “fırsat” olarak değerlen­dirirken, 272’si ise operasyonları için potansiyel bir risk olarak görü­yor. Çalışmaya göre, yüksek emis­yonlu kamu hizmetleri sektöründe çalışan şirketlerin önemli bir kısmı (%47), iklim değişikliğinin işlerini etkilediğini ifade ediyor. Enerji gibi diğer yüksek emisyonlu sektör­ler de küresel iklim anlaşmasının sonuçlarını risk ve zorluk olarak belirtiyor. CDP’nin CEO’su Paul Simpson “Anlaşmanın resmi olarak yürürlüğe girmesi, küresel şirketler için bir dönüm noktası olacak; an­laşma iş dünyasının artık eski çalış­ma yolları ile devam edemeyeceğini ve düşük karbonlu geleceğin kaçı­nılmaz olduğunu ortaya koyuyor. Topladığımız veriler, birçok şirke­tin, bu yeni gerçekliğin halihazırda farkına vardığını, anlaşmanın ticari faaliyetlerini etkileyeceğinin kabul edildiğini ortaya koyuyor” diyor.
Ekim’de yayımlanan “Out of the starting blocks- Tracking prog­ress on corporate climate action” (Başlangıç noktası geçildi- Kurum­sal iklim eyleminde ilerlemenin ta­kibi) raporu ise küresel salımların %12’sinden sorumlu 1809 şirketi kapsıyor. Bu şirketlerin %85’i ise halihazırda azaltım hedefleri belir­ planlarını -henüz resmi olarak yü­rürlüğe girmemesine rağmen- Paris Anlaşması doğrultusunda düzenle­meye başladı. Bu şirketlerden 341’i anlaşmayı “fırsat” olarak değerlen­dirirken, 272’si ise operasyonları için potansiyel bir risk olarak görü­yor. Çalışmaya göre, yüksek emis­yonlu kamu hizmetleri sektöründe çalışan şirketlerin önemli bir kısmı (%47), iklim değişikliğinin işlerini etkilediğini ifade ediyor. Enerji gibi diğer yüksek emisyonlu sektör­ler de küresel iklim anlaşmasının sonuçlarını risk ve zorluk olarak belirtiyor. CDP’nin CEO’su Paul Simpson “Anlaşmanın resmi olarak yürürlüğe girmesi, küresel şirketler için bir dönüm noktası olacak; an­laşma iş dünyasının artık eski çalış­ma yolları ile devam edemeyeceğini ve düşük karbonlu geleceğin kaçı­nılmaz olduğunu ortaya koyuyor. Topladığımız veriler, birçok şirke­tin, bu yeni gerçekliğin halihazırda farkına vardığını, anlaşmanın ticari faaliyetlerini etkileyeceğinin kabul edildiğini ortaya koyuyor” diyor.
Ekim’de yayımlanan “Out of the starting blocks- Tracking prog­ress on corporate climate action” (Başlangıç noktası geçildi- Kurum­sal iklim eyleminde ilerlemenin ta­kibi) raporu ise küresel salımların %12’sinden sorumlu 1809 şirketi kapsıyor. Bu şirketlerin %85’i ise halihazırda azaltım hedefleri belir­lemiş. Şirketler bu hedeflerine ulaş­tıkları takdirde 1Gt salım azaltımı yapmış olacaklar ki bu 2oC hedefini tutturmak için gerekli olanın sade­ce dörtte biri. Şirketlerin %55’inin 2020 ve sonrası için azaltım hedef­leri varken, sadece %14’ü 2030 ve ötesine kadar gidebiliyor. Kuşkusuz bu hedeflere gerçekçi planların eş­lik etmesi gerekiyor. Şirketlerin %29’u dahili karbon fiyatlandırması yapıyor, %19’u da yakın gelecekte bunu yapmayı planlıyor. Sadece %5’i yenilenebilir enerji üretimlerini artırma hedefi koyarken %11’inin yenilenebilir enerji tüketimine dair hedefleri var. %90’ı elektrik enerji­si şirketi olan kamu hizmeti veren şirketlerden ise sadece üçte birinin yenilenebilir enerji üretme hedefi bulunuyor. Raporda, şirketlerin ve hükümetlerin düşük karbon eko­nomisine geçişin faydalarını kav­ramaya başladığı ancak şirketlerin değişim başlatabilmesi için ancak bu geçişin bir kısıtlamadan ziyade fırsat olduğunu görmeleri amacıyla öncelikle zihinsel dönüşüm geçir­meleri gerektiği vurgulanıyor.
Raporda, iklim değişikliğinin etkile­rini hafifletmek için eyleme geçen şirketlerin yer aldığı 2016 Clima­te A List de yer alıyor. 193 şirket arasında Türkiye’den iki şirket var: Arçelik ve Garanti Bankası.
Paris Anlaşması salımların azaltıl­masını; politika değişiklikleri ve düzenlemeleri gerçekleştirecek hükümetler seviyesinde ele alsa da kuşkusuz hükümetlerden çok daha hızlı hareket edebilen şirket­ler, liderlik becerileri, çeviklikleri ve yaratıcılıklarıyla kendi salımlarını azaltmada büyük adımlar atabilir. CDP’nin raporları da bu niyeti ve hamleleri ortaya koyuyor. Zira şir­ketlerin ve yatırımcıların önünde iki seçenek var: Ya düşük karbonlu dünyanın sunduğu fırsatları yakala­yıp sürdürülebilir ekonomi dönüşü­müne katılacak ya da işlerini mev­cut yöntemlerle yürüterek risklerle boğuşacaklar.

Türkiye için Doğru Yol?
Dünya 2016 yılında düşük karbon devrimi için gerekli dönüşüm­ler yolunda önemli adımlar attı, Türkiye ise başka türlü dönüşüm girişimlerine sahne oldu. Siyasi, sosyal ve ekonomik alandaki geliş­meler, “iklim değişikliği” tehdidini “rejim değişikliği” tehdidinin çok daha arkalarına itti. Tanık olduğu­muz üzere, çevre hareketlerinin üzerindeki baskılar; Madde 80 gibi şirketlere denetime tabii olmadan arazi kullanımının yolunu açan dü­zenlemelerin kabul edilmesi; yapıl­ması planlanan, çevreye, tarıma ve sağlığa geri döndürülemez olum­suz etkileri su götürmez, karbon salımlarına ise zirve yaptıracak 80 civarında kömürlü termik santral ile dünyanın dönüşümüne ayak uydurabilmemiz mümkün görün­müyor.
Bu sayımızın muhtelif sayfalarında, sürdürülebilirlik uygulamalarını hayata geçirmiş, pozitif etkileri­ni ölçümlemiş şirketlerin attıkları adımları okuyacaksınız. İlerleyen sayfalarda da sivil toplum kuruluş­ları, meslek örgütleri, üniversiteler gibi konunun önemli paydaşlarının, Paris Anlaşması’nın kurumlarına etkileri, planlanan strateji değişik­likleri, hedeflere ulaşmada engeller ve fırsatlara dair yorumlarını bula­caksınız.
Değerlendirmelerde, hedeflere tüm tarafların eşgüdümüyle ulaşılabile­ceğine; şirketlerin iklim değişikliği karşısında daha fazla sorumluluk alacağına; siyaset alanının bu ko­nuda daha fazla çözüm üretmesi, ekonomiyi bu konu üzerinden şe­killendirmesi gerektiğine; sürdü­rülebilir kalkınmayı “gerçekten” hedefleyen politikalara duyulan ihtiyaca; strateji ve eylem planla­rının rafta kalmamasına; çevresel sorunlarının insani gelişmişlik düzeyi ile bağdaştırılması gerekti­ğine; Türkiye’nin enerji politikaları açısından bulunduğu yol ayrımına; karbonu yönetmenin erken yaşta öğrenilmesinin önemine; büyük engellerin yanı sıra büyük fırsatlar da barındırdığımıza vurgu yapılı­yor. İçinde bulunduğumuz günler­de, Paris’ten Marakeş’e geçerken, Ekoloji Kolektifi Derneği’nden Arif Cem Gündoğan’ın sözleriyle “adil, eşit, paylaşımcı, katılımcı, özgür bir yeni dünya mücadelesi bitmek bir yana dursun, yeni başlıyor”. Bu mücadelenin hakkıyla verilebilmesi için “acil demokrasi”nin hiç bu ka­dar acil olmadığı da bir gerçek…

Önerilen makaleler