Başka Bir Okul Mümkün (BBOM), çocuk haklarını hayata geçiren, çocukların kendilerini gerçekleştirmelerini sağlayan, katılımcı demokrasiyle yönetilen, ekolojik dengeye saygılı ve ticari kâr amacı gütmeyen okul öncesi ve ilkokulların kurulması için 2010 yılından beri faaliyet gösteren bir dernek. Farklılıkları çoğaltan bu sistemin yaygınlaşması için de kuşkusuz “başka” öğretmenlere ihtiyaç var. Derneğin kurucularından Burak Ülman ile BBOM eğitim felsefesini, ekolojik yaklaşımlarını, Öğretmen Destek Programlarını ve Öğretmen Köyü’nü konuştuk.
YAZI: Nevra YARAÇ
Başka Bir Okul Mümkün (BBOM) hareketi ne zaman, nasıl ortaya çıktı? Bugün hangi noktada?
BBOM hareketi 2009’da, bir grup insanın bir araya gelerek kendi çocukları için bir okul açma fikriyle başladı. Ama bu fikir, üzerine düşündükçe ve çalıştıkça Türkiye’deki eğitim problemlerini aşabilecek bir eğitim hareketine dönüştü. 2010 yılında dernekleşti, 2012’de İstanbul’da ilk okulunu açmaya çalıştı ama başarısız oldu. 2013’te Bodrum’da Mutlu Keçi ilkokulunu açtı. 2014’te Ankara’da Meraklı Kedi, 2015’te İzmir’de Renkli Orman, 2016’da da İstanbul’da Koşan Kaplumbağa açıldı. Dört okulumuz, dokuz kooperatifimiz bulunuyor. Seneye en az beş-altı kooperatif, üç-dört okul daha eklenecek bu tabloya. Okulların Çanakkale, Eskişehir, Ayvalık, İzmir-Urla’da olma ihtimali var. Dolayısıyla bu hareket ciddi anlamda karşılık buluyor. Toplumsal bir ihtiyaç için iyi bir çözüm ürettik. Sadece Türkiye’de değil, dünyadaki bütün eğitim problemleri aynı aslında.
Neydi tespit edilen sorunlar, nasıl çözümler getirildi?
Dört başlıkta toparladık bu sorunları. Biri finansman ayağı. Devlet kaynaklarını eğitime yeterince aktarmıyorsanız, eğitimde niteliği artıramıyorsunuz. O boşluğu dolduran özel okullar da bunu tamamen ticari aktivite olarak görüp eğitimi metalaştırıyorlar. Yani şu anki mevcut durumda devlet ve özel sektör bu işin hakkını vermiyor. Dünyada da böyle. Bizim önerimiz ise, en azından devlet eğitim konusunda nitelikli ve eşit eğitim görevini yerine getirene kadar, üçüncü bir alternatif yaratmak. Kendi finansman modeli olan; ebeveynlerin, gönüllülerin bir araya gelerek kendi fizibilitelerini yaptığı ve sadece maliyetini ödedikleri, kâr amacı gütmeyen ama yine de bir ticari işletme olan okullar kurmaları. Bunun için de kooperatif yapısını öneriyoruz. Eğitimde dünyada ve Türkiye’de diğer bir sorun eğitim felsefesiyle ilgili. Şu anda dünyada Sanayi Devrimi’ni mimikleyen bir eğitim felsefesi hakim. Sanayi Devrimi, insanları belli bir alanda uzmanlaşmaya iten parçalanmış bir eğitim anlayışını savunuyor. Aynı fabrikalardaki üretim bandı mantığıyla, yukarı doğru ilerleyip mezun oluyorsunuz. Eğitim sürecindeki herkes aynı ihtiyaçlara sahipmiş, aynı şeyleri öğrenmek istiyormuş, öğrenmesi gerekiyormuş ve bunları aynı şekilde öğrenmesi gerekiyormuş gibi kabul ediliyor. Bu varsayımların hepsi yaşadığımız dünyada geçersiz artık. Çünkü biliyoruz ki ekonomi de, insan da değişiyor. Her insan farklı, farklı şekilde ve hızda öğreniyor. Farklı şeylere ilgi duyuyor. Bu farklılıkları ne kadar koruyabiliyorsanız o insan hayata ve kendine daha çok katkı yapıyor. Yaratıcı oluyor, var olmayan sektörleri yaratabiliyor. Bugün internet dünyasındaki genç insanların üretimi bir rastlantı değil aslında. Çoğu çok eğitim almamış üniversiteyi hatta liseyi terk eden insanlar. Çünkü kendi ilgi alanlarının, isteklerinin peşinde koşarak kendi öğrenme süreçlerini şekillendirmişler. Biz yeni bir eğitim felsefesiyle çocuğun farklılığını, ihtiyaçlarını, isteklerini, meraklarını merkez alarak alan açmaya çalışıyoruz. Bu sistem de, her şeyi bilen, herkese aynı zamanda ödev verip aynı cevapları bekleyen öğretmen modelinden ziyade çocuklara alan açıp farklılıklara izin veren bir öğretmen modelini gerektiriyor. Üçüncü mesele ekoloji. Dünya şüphesiz bir ekolojik krizin içinde. Ve bundan en çok mustarip olacaklar da bugünün çocukları, geleceğin kuşakları. Aslında çözüm bulacak olanlar da onlar. Dolayısıyla okul dediğimiz alanların gerçek anlamda bir ekolojik yaşam ve bilinçlenme alanı olarak da düşünülmesi gerekiyor. Aslında çocuklara bu konuda düşünmek için alan açmak yeterli çünkü doğanın kendi içindeki işbirliği anlamında neyin doğru neyin yanlış olduğunu bizden çok daha iyi biliyorlar. Sırf bunu korumak bile aslında ekolojik bir adım.
Ekoloji ayağında ne gibi uygulamalar var okullarınızda?
Okullarımızda beslenme programları çok temeldir. Birkaç değişmez ilkemiz var. Mevsimsellik bunlardan biri. Yenen her şeyin kendi mevsiminde yetişmesi lazım. Çocuklar bu sayede mevsimsel döngüleri öğreniyorlar. Kışın domates varsa yemekte öğrenciler buna itiraz edebiliyor örneğin. Tedarik konusunda da okullarımızda gıda ormanları yapmaya çalışıyoruz. Mutlu Keçi’de ve Renkli Orman’da var. Bütün o üretimin sorumlusu yetişkinler değil, çocuklar oluyor. Okulların enerji, su, atık politikaları da mümkün olduğu kadar ekolojik hassasiyetle yürütülüyor. Ankara’daki okulumuzda güneş panelleriyle elektrik üretiliyor. Bodrum’daki okulumuzda bahçemiz müsait olduğu için bütün organik atıklar kompost yapılıyor bahçede kullanılmak üzere. Her okul kendi kapasitesi dahilinde ekolojik uygulamalar yapıyor.
Müfredat anlamında ekolojiyi ayrı bir ders gibi işlemiyoruz, bunu doğru da bulmuyoruz. Aslında ekolojiyi bütün dersleri yatay kesen bir anlayış olarak kurgulamaya çalışıyoruz. Kullandığınız materyalden tutun seçtiğiniz örneğe, anlattığınız hikayeye kadar… Eski usul antiekolojik eğitim yaklaşımının bir numunesi olarak havuz problemleri vardır. O havuza hep su doldurulup boşaltılır. Aynı matematik problemini yağmur suyunun, atıksuyun toplanması şeklinde sormak mümkün. Bir diğer numune de iki şehir arasındaki bir arabanın diğeriyle ne- rede kesişeceği sorusu. Aynı soruyu toplu taşımacı iki tren ya da daha iyisi bisiklet veya yelken üzerinden sorsanız aslında bir şeyin normalleştirilmesini kırmış oluyorsunuz. Bu tür tekniklerle, yöntemlerle biz okullarda ekolojik duyarlılığı, bilinci korumaya ve yükseltmeye çabalıyoruz.
Dördüncü sorun ve getirdiğiniz çözüm ile devam edelim…
Dördüncü farklılığımız yine dünyada ve Türkiye’deki sorunlardan biri olan demokrasi eksikliği. Yani kendi yaşamımıza dair kararların çoğu zaman başkaları tarafından alınması problemi. Çocuklar anaokulundan lise sona kadar 13 bin saati okulda geçiriyor. Ama o okulların sınıfları nasıl düzenlensin, sınıfta yerde halı mı, parke mi olsun ya da masalar, sandalyeler hangi renge boyansın, saat kaçta çıkılsın, ne yenilsin, nasıl spor yapılsın, yapılsın mı yapılmasın mı gibi süreçlere dair söz hakları yok. Ben kendi evimde 13 bin saat geçirsem ve bana televizyonu nereye koyacağım, izleyip izlemeyeceğim, hangi programı izleyeceğim birisi tarafından söylense isyan eder kaçardım. Çocuklar da zihnen kaçacak duruma geliyorlar. Dolayısıyla biz demokratik eksen bağlamında, onların yaşam alanlarına dair karar mekanizmalarına katılmalarının önünü açıyoruz. Okullarımızda her hafta toplanan okul meclisleri var. Okul çalışanları, öğretmenler ve öğrencilerden oluşuyor. Hepsinin birer oyu var. Öğrenciler çoğunlukta olduğu için genelde onların istekleri çerçevesinde kararlar çıkmasının altyapısı var. Müzakereci bir demokratik ortam olduğu için topluluk erdemine ulaşılıyor. Sadece sağlık ve güvenlik ile ilgili kararları yetişkinler alıyor ama yine çocuklara danışıyoruz.
Öğretmen Destek Programı ne zaman başladı ve neyi amaçlıyor?
Bütün bu anlattığım sistemi, farklılıkları yaratmak ancak iyi bir öğretmen formasyonuyla mümkün. Çünkü en iyi sistem bile içindeki insandan bir gram fazla değil, içindeki insanlar sisteme rengini veriyor, bizde de öğretmenler. 2015 yılında Sabancı Vakfı Fark Yaratanlar Programı’ndan hibe aldık ve Öğretmen Destek Programı’nı hayata geçirdik o yıl. Çok verimli geçti. Okullara etkisini de görmeye başlayınca bu programları daha düzenli ve yaygın yapmaya karar verdik. Açık Toplum Vakfı’nın desteğiyle 2016’da birkaç program yaptık.
Öğretmen Köyü nasıl ortaya çıktı?
Bu süreçte sadece bir eğitim verip bırakmaktan ziyade yeni bir öğretmenlik ve eğitim felsefesine haiz bir topluluğun oluşmasının önemi fark edildi. İnsanların bir araya gelip deneyimlerini aktarabildiği, destek programlarını, eğitimleri sürdürebildikleri bir mekanın olması önemliydi. Buradan da bir yerleşke kuralım fikri çıktı. 2015’in Kasım ayında Bodrum’un Dağbelen Köyü’nde ilk kazmayı vurduk. Eksikleri olmakla birlikte zamanla tamamladık. Süreç boyunca topluluk olmaya dair çalışmalar, kamplar da yapıldı orada. Amacımız düzenli olarak farklı destek programları vermek, farklı üretimler yapmak ama bununla beraber o köyü merkez alan mekansal bir merkez olarak genişleyen bir topluluk ve topluluk ruhu oluşturmak. Bunu yaparken de sadece kendi okullarımızla bağ kurmadık. Programlarımıza katılanların %80-90’ı başka okullardan, devlet okullarından geliyor. BBOM olarak da okul okul yayılmadan ziyade fikirsel yaygınlaşmaya gitme yönünde bir strateji belirlemiştik, bunun en iyi aracı da öğretmen olduğundan öğretmenlerle çalışmaya devam ediyoruz.
Bu köy de ekolojik hassasiyetler gözetilerek oluşturuldu değil mi?
Bence tam bir eko-köy. Yerleşke yapılırken araziye minimum müdahale edildi, hiçbir ağaç kesilmedi. Tamamen doğal malzeme kullanmaya çalıştık. Harç malzemesi olarak kireç, ak toprak ve kum karışımı olan Horasan harcı kullandık. Zeminleri oturturken yörenin taşını kullandık. Bodrum Torba koyundan çıkardığımız topraktan 3000 kerpiç tuğla kestik. Toplantı salonumuzu belediye tarafından yıkılacak bir ahşap binanın çıkma ahşaplarından yaptık. Bungalovlarda ekonomik değeri düşük kereste kullandık. Uzak diyarlardan gelen tik, ireko gibi ağaçlar yerine bunun kullanılabileceğini göstermek istedik. Enerjimizi tamamen güneş panellerinden elde ediyoruz. 12 tane 250 W güneş panelimiz var. Sekiz adet 100 amper akümüz var, bize her şey için yetiyor. Akü sayısını artırmayı düşünüyoruz. Yağmur suyunu mümkün olduğu kadar arazide tutmak için su hendekleri açacağız. Amacımız bütün çatılardan yağmur suyunu toplamak ama orada da problemimiz depolama. Yine de kullanılmış depolar bularak bunu yapmayı istiyoruz. Gri sular sürekli olarak bahçe sulamada kullanılıyor. Kara su için de doğal sızdırmalı fosseptik yaptık. Kışın ısınmak için toplantı salonunda hem bir soba hem de kazanımız var. İkisinde de odun yakıyoruz. Kazanda yaktığımız odunla sirkülasyon pompası sayesinde petek döşediğimiz bütün bungalovları ısıtıyoruz. Çoğu atığımız organik.
Tarım da yapacak mısınız burada?
Tarım yapacağız ama ne kadar bir alan olur, köyün nüfusuna yeter mi bilmiyorum. Altı ahşap bungalov var, toplam 18 kişi konaklayabiliyor. Üç kerpiç bungalovda da 12 kişi kalabiliyor. Çadır alanı da var. Ama doğanın sana söylediği bir sayı var ve o sayının üzerine çıkmamak lazım. 30 ideal bir sayı.
Buradaki programlar ne kadar sürüyor?
Öğretmen Destek Programları 10-12 gün sürüyor. Ayrı buluşmalarla, 12 günde üç kez bir araya geliniyor. Bir haftalık kamp gibi programlar da oluyor. Programlara gelen öğretmenler işlerini kendileri görüyor. Yemek konusunda destek veriyoruz ama temizlik, düzenleme, odun taşımak, odun kırmak gibi işleri katılımcılar yapıyorlar. Bize benzer, ekolojik hassasiyeti olan, doğayla uyumlu, barışçıl bir şekilde çalışmalarını yapmak isteyen STK’lara ve gruplara kapımız açık. Çok düşük maliyetlerle bu köyde konaklayabilirler. Bu tür işbirliklerini önemsiyoruz. Çünkü her grup bir zenginlik ve birikim getiriyor beraberinde.