İklim

Mevzubahis “İklim Değişikliği” ise Gerisi Teferruattır…

Hemen baştan not etmek isterim ki, bu yazı, okumak istemeyeceğiniz, can sıkıcı konulara odaklanmaktadır. İsterseniz derginin çok daha eğlenceli sayfalarına geçiş yapabilirsiniz diyeceğim ama dergi özelliği itibariyle yüzleşmek istemediğimiz (!) gerçeklere odaklandığı için sizi mutlu edecek çok farklı bir yazı ya da haberle karşılaşma ihtimaliniz yok. Ve altını çizmek gerekir ki, bu durum EKOIQ’nun, yeşil ve yenilikçi bir geleceğe dair çok daha inançlı, dirençli ve umutvâr olmamızı sağladığı gerçeğini geçersiz kılmaz. En iyisi mi gelin okuyun, üzülelim, sıkılalım, kahrolalım ama en azından küçük adımlarla da olsa artık harekete geçelim…

YAZI: Murad TİRYAKİOĞLU

Tarih/ Saat/ Süre: 17 Ağustos 1999/ 03:02 / 45 Saniye

Yer: Gölcük merkezli olmak üzere tüm Marmara Bölgesi’nin büyük bir kısmı.

On binlerce insanı kaybettiğimiz o büyük felaket!

Resmi rakamlar 14 ila 17 bin arasında bir rakama işaret ediyorsa da gerçek rakamlar 35 bine yakın… Her yıl bu tarihte, sosyal medya hesaplarımızda, tabii yaşı 35 ve üzeri olanlar ağırlıklı olmak üzere “Unutmadık, Unutturmayacağız…” sloganları ile sorumluluğumuzu yerine getirip vicdanımızı rahatlatıyoruz ve sonra da kim, kiminle nerede “check-in” yapmış diye sosyalleşmeye (!), “Aman ne güzel de mekânlar açılmış”, “biz de en kısa zamanda oradayız” diye diye yaşantımızı sürdürmeye devam ediyoruz.

Yalan tabii ki!

Lütfen artık kandırmayalım ne kendimizi ne de etrafımızdakileri… Çoktan unuttuk 17 Ağustos 1999’u da, 12 Kasım 1999’u da, 20 Mayıs 2011’i de ve 23 Ekim 2011’i de… Bunlar çok eski tarihler be hocam, zaman değişti, artık WhatsApp Çağı’ndayız, sen bize güncel gelişme- lerden bahset dediğinizi duyar gibiyim. Tamam o zaman gelelim daha yakın zamana!

18 Temmuz 2017’ye ne dersiniz? Evet, İstanbul’da olanların ve en çok da zarar görenlerin hatırlamasının kuvvetle muhtemel olduğu bir tarih 18 Temmuz. İstanbul’da, 17 Temmuz gecesi yağmaya başlayan yağmur için, “Oh ne güzel de yaz yağmuru, iyi oldu serinletti…” diye düşünen insanlar sabaha bir felaket ile uyandılar. Zira metrekareye düşen yağmur bazı bölgelerde 100 kilogramı aşmıştı. Pendik 30, Ümraniye 60, Eminönü 90 kg/ 1 m2 yağış alırken, Sarıyer ve Beykoz 100, Üsküdar 110 ve Silivri 130 kg/ 1 m2 yağış aldı. Bu yağışlar hem toplumsal yaşamı hem de ekonomik faaliyetleri doğrudan ve derinden etkiledi. Sigorta şirketlerinden gelen zarar toplamı yaklaşık 350 milyon lira civarında idi.

Afetler gündemden, geldikleri hızla olmasa da çok kısa süre içinde düşerler.

Aradan sadece dokuz gün geçmiş, hayat en azından doğrudan zarara uğramayanlar için çoktan normale dönmüş, sahillerden denize karşı uzatılmış ayak ve çok satan kitaplardan birinin kapak fotoğrafları yeniden ve çokça paylaşılır olmuştu ki 27 Temmuz 2017 günü haber ajansları İstanbul’dan bir felaket haberi (daha) geçmeye başladı.

Akşam saatlerinde yaklaşık 20 dakika kadar süren ve büyüklüğü nerdeyse bir cevize eşit olan dolu yağışı toplumsal bir paniğe sebep olmakla kalmadı, ortaya çok büyük bir fatura daha koydu. Basında yer alan haberlere göre, 20 dakikalık dolu yağışı 1,2 milyon liralık zarara sebep olmuştu. Yaklaşık 20 bin araç hasar gördü, binlerce firma faaliyetlerine ara vermek durumunda kaldı. Henüz dokuz gün önceki sel felaketinin yaraları, bırakın sarılmayı, tam olarak tespit bile edilememişken… Bir örnek daha…

Üzerinden çok uzun zaman (!) geçmiş bir tecrübe: 31 Mart 2015 Elektrik Kesintisi

Türkiye genelinde sekiz saatlik bir elektrik kesintisi yaşandı ve ortaya 1 milyar dolarlık bir fatura çıktı. Dünyadaki en büyük elektrik kesin- tileri sıralamasına sekizinci sıradan girmeyi başardık. Bu da bir afet, teknoloji (insan) kaynaklı afet… Eğer bizler toprağın üzerini betonlarla örtmeye ve hatta örtmekle kalmayıp üzerine çok katlı binalar dikmeye devam edersek, bu diktiğimiz binaları geri dönüştürülebilir sistemlerle donatmaz, yenilenebilir enerji sistemlerini bu fetişizme entegre etmez isek her yağan yağmur (ve dahi dolu, kar her ne ise…) bizim bereketimiz, rahmetimiz olmaktan çıkıp zahmetimiz, felaketimiz olmaya devam edecek.

Yeşil alanları çoğaltmak, yapılaşmayı sınırlamak ve düzenlemek, karbon salımını azaltacak üretim ve tüketim politikalarını hayata geçirmek gibi pek çok genel geçer tavsiye ve önerinin ötesinde ne yapabiliriz, biz onu not edelim…

Afet Planları

Biz, işe ancak ve ancak kendimizden başlayabiliriz. Biraz zahmete girerek kiralayacağımız veya satın alacağımız konutun, işyerinin depreme dayanıklı olup olmadığını öğrenmekle başlayabiliriz. Yaşam alanlarımıza maliyeti çok yüksek olmayan ama işlevselliği paha biçilemez duman dedektörlerini, yangın söndürme cihazlarını dahil edebiliriz. Ailemizle baş başa verip herhangi bir afet sonrasında nerede buluşacağımızı ve (elimizden düşüremediğimiz binlerce liralık akıllı cihazlarımızın da muhtemel bir afet anında şuurunu yitireceği gerçeğinden hareketle) nasıl haberleşeceğimizi kararlaştırabiliriz. Değerli evraklarımızın birer kopyasını alıp yedekleyebiliriz. İşyerimiz ve evimiz için illa ki sigorta imkanlarını kullanmalı ve sahip olduğumuz varlıkları güvence altına almalıyız.

Aile afet planı hazırlamak, afet çantası hazırlamak ve zaman zaman kontrol ederek güncellemek, mümkünse AFAD ve yetkin sivil toplum kuruluşları tarafından bu konularda ücretsiz olarak verilen eğitimlere katılmak, evdeki risk teşkil edebilecek eşyaları sabitlemek, elektrik ve sigorta aksamını kontrol ettirmek gibi küçük adımlarla büyük zararlardan korunmak mümkün.

Yazının başında vurguladığım karamsarlıktan vazgeçiyor ve diyorum ki hatalarıyla, kusurlarıyla bu cennet vatanın varlığı, birliği, geleceği ve yeşilliği için her anlamda küçük ya da büyük adımlar atmak zorundayız. En azından geçmişe olan borcumuzu, geleceğimiz için güzel şartlar sağlayarak ödeyebiliriz. Zira, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (SAV), ağaçları kesip yerine lüks binalar dikmenin, kaldırıma araba park etmenin, sokakta sigara içmenin en büyük kul hakkı olduğunu kavrayabilen nesiller için çok daha anlamlı hale gelen, “Yarın kıyamet kopacağını bilseniz bile, bugün elinizdeki fidanı dikin” öğüdü uyarınca umutsuzluğa kapılmaya hakkımız yok…

About Post Author