17. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı, bu sene 28 Kasım-9 Aralık tarihleri arasında Güney Afrika’nın Durban kentinde toplanacak. Bu konferansta yine her sene olduğu gibi hükümet temsilcileri, uluslararası kuruluşlar ve sivil toplum örgütleri bir araya gelerek İklim Değişikliği Anlaşması ve Kyoto Protokolü’nün geleceğini belirlemek için çaba sarf edecekler. Aynı zamanda, daha önceki konferanslarda ülkelerin, uzun müzakereler sonrasında, üzerinde anlaştığı Bali Eylem Planı ve Cancun Anlaşması’nın uygulanma sürecini görüşecekler. 1992’den bu yana her sene ve bazen senede bir kaç kez uluslararası konferans şeklinde toplanan ve bir türlü kesin sonuca ulaşamayan ve artık bilimselden çok politik ve ekonomik boyutu öne çıkmış olan İklim Değişikliği Pazarlıkları’nın çıkış noktası aslında oldukça eskilere dayanıyor. Dilerseniz, tarihte bir yolculuğa çıkalım ve günümüze kadar iklim değişikliği konusunun nerelerden gelip nerelerden geçtiğine bir göz atalım.
1824 Fourier “Sera Etkisi”ni Buluyor
1820’lerde Fransız fizikçi Joseph Fourier (1768-1830), dünyada ilk defa atmosferde “sera etkisi” kavramını bilimsel olarak tanımladı. Dünyanın, güneşten bulunduğu mesafede, sadece güneş ışınlarıyla ısınıyorsa, olduğundan çok daha soğuk olması gerektiğini hesaplayan Fourier, 1824 ve 1827’de basılan makalelerinde dünyayı ısıtan başka ısı kaynaklarının neler olabileceğini inceledi. Ve sonunda dünyayı saran atmosferin yalıtkan bir katman görevi görerek gezegenin ısı tutmasına ve bu şekilde daha fazla ısınmasına yol açabileceğini ortaya koydu.
1861 Tyndall, “Sera”yı Tanımlıyor
İrlandalı fizikçi John Tyndall (1820- 1893), su buharı ve bazı diğer gazların atmosferde birleşerek “sera etkisi”ni nasıl yarattığını gösterdi ve dünya atmosferinde nemli ve ılıman hava koşullarının oluşmasını sağlayan bu “sera etkisi”nin dünyada yaşayan canlılar için ne kadar büyük önem taşıdığını vurguladı.
1896 Arrhenius: Modern İklim Modellerinin Atası
Üç yaşında, anne babasının haberi olmadan kendi kendine okuma yazma öğrenen ve 1903’de kimya dalında Nobel Ödülü’ne layık bulunan İsveçli dahi kimyager Svante Arrhenius (1859- 1927), endüstriyel devrim ile başlayan kömür ve petrol yakmanın atmosferdeki doğal sera etkisini artıracağını öne sürdü. Ortaya çıkan bu ilave “insan yapısı sera etkisi”nin gelecek nesiller için faydalı olacağını iddia eden Arrhenius’un o tarihlerde “insan yapısı sera etkisi”nin olası boyutlarına ait yaptığı tahminler, günümüzde kullanılan modern iklim modellerinin yaptığı tahminlere şaşılacak derecede benziyordu. Arrhenius’un tahminlerine göre atmosferdeki karbondioksit miktarının yarı yarıya azalması, ortalama dünya sıcaklığının 4-5 °C (Celsius) azalması- na sebep olurken, atmosferdeki CO2 konsantrasyonunun iki katına çıkması ise sıcaklıklarda 5- 6 °C’lik bir artışa sebep olacaktı. Günümüzde iklim değişikliği konusunda yapılan bilimsel araştırmaları temsil eden ve binlerce bilim insanının katıldığı IPCC’nin 2007’de açıkladığı tahminlere göre bu artış 2 ila 4,5 °C arasında değişiyor. Elbette, Arrhenius, atmosferdeki CO2 seviyesinin kendi yaşadığı dönemdeki karbon salımlarına göre artacağını öngörmüştü. Oysa hızla gelişen ve endüstrileşen dünyamızda CO2 seviyeleri, Arrhenius’un öngördüğünden çok daha hızlı bir şekilde artmakta. Arrhenius, atmosferdeki CO2 seviyesinin iki katına ancak 3000 senede çıkacağını hesap etmişken şu andaki tahminlere göre CO2 seviyeleri günümüzde öyle hızlı artmakta ki, her 100 yılda bir ikiye katlanması bekleniyor.
1938 “Callendar Etkisi”
İngiliz mühendis ve mucit Guy Callendar (1898-1964), dünyanın çeşitli bölgelerinde bulunan 147 meteoroloji istasyonundan topladığı verilerin ışığında, bir önceki yüzyıl zarfında dünyada ortalama sıcaklığının sürekli arttığını ve bu artışla aynı dönemde atmosfere salınan ve insanların kömür ve petrolü yakması sonucu oluşan karbondioksit gazının konsantrasyonundaki artış arasında bir bağlantı olduğunu gösterdi. Bu bağlantı “Callendar Etkisi” olarak bilim tarihine geçti. Callendar’a göre dünya sıcaklığındaki bu artış olumlu bir gelişmeydi çünkü gezegende yeni bir buz çağının başlaması belki de bu şekilde önlenebilecekti.
1957 Revelle: “İnsanlık Çok Geniş Çaplı Bir Jeofizik Deneyi Yapıyor”
Amerikalı deniz bilimci Roger Revelle (1909-1991) ve Avusturyalı kimyager/ nükleer fizikçi Hans Suess (1909–1993), 1957’de birlikte yayınladıkları çalışmayla, daha önceki bilimsel varsayımların aksine, okyanusları n insanların atmosfere saldığı ilave karbondioksit gazının hepsini emmesinin mümkün olmadığını gösterdiler. Bu çalışmaya göre insanların ürettiği karbondioksit gazlarının bir kısmı atmosferde uzun sure kalarak ilave bir “sera etkisi” oluşturmakta ve zamanla “küresel ısınma”ya yol açmaktaydı. Küresel ısınmanın sonuçlarının belirsizliği karşısında ise Revelle, “İnsanlık şu anda çok geniş çaplı bir jeofizik deneyi yapmakla meşgul” demişti.
1958 Keeling, Havadaki Karbondioksiti Ölçüyor
Amerikalı kimyager ve deniz bilimci Charles David Keeling (1928–2005) Hawaii’deki Mauna Loa Gözlem Evi’nde kaydettiği karbondioksit ölçümleri ile dünyada ilk defa, insanları n atmosferdeki “sera etkisi”ne ve “küresel ısınma”ya doğrudan katkısının olabileceğini gösterdi. Keeling’in Mauna Loa ve Antarktika’da uzun yıllar boyunca sistematik ve kesintisiz olarak yaptığı ölçümlerin sonucu ortaya çıkan ”Keeling Eğrisi”, bir seragazı olan karbondioksit gazının atmosferdeki konsantrasyonunun endüstriyel büyümeye paralel olarak sürekli arttığının ilk kanıtıdır. Keeling’in araştırmalarına göre 1958’de atmosferdeki 315 ppm (parts per million) olan karbondioksit konsantrasyonu, 2005’de 380 ppm’ye yükselmiştir ve bu artış dünyada sürekli artmakta olan fosil yakıt tüketimi ile bağlantılıdır.
1965 Amerika’ya İlk Uyarı
Amerikan Başkanı Lyndon B. Johnson’ı n Bilimsel Danışma Komitesi, “Çevremizin Kalitesini İyileştirirken” başlıklı raporunda Amerikan hükümetini küresel ısınma ve iklim değişikliğinin olası olumsuz etkileri konusunda uyardı.
1970 Sovyetler: “Stratosfere Yansıtıcı Parçacıklar Fırlatalım”
Amerika Birleşik Devletleri, “küresel ısınma” kavramını hükümet gündemine alırken, demir perdenin öteki tarafındaki Sovyetler Birliği’nde de bu kavram politik tartışmalara konu olmaya başladı. 1970’lerde Sovyet iklim bilimci ve fiziki iklim bilimin kurucularından Mikhail Budyko (1920-2001) küresel ısınmanın gezegeni ve üzerinde yaşayan canlıları tehdit edebileceğini vurguladı ve bunu önlemek için stratosfere güneş ışığını yansıtan küçük zerrelerin fırlatılarak küresel ısınmanın yavaşlatılabileceğini öne surdu. Bu fikir, küresel ısınmanın önüne geçmek için günümüzde de bazı çevrelerce önerilen “geo engineering” yani “jeo mühendislik” yöntemlerinin geliştirilmesine de öncülük etmiş oldu.
1972 Bir Dönüm Noktası: Stockholm Konferansı
5-16 Haziran 1972’de Stockholm’de ilk Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı toplandı. Stockholm Konferansı olarak da bilinen bu konferans, İsveç hükümetinin inisiyatifiyle Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Burmalı U Thant’ın (1909-1974) öncülüğünde organize edildi. Birleşmiş Milletler’in çevre ve kalkınma konusunda düzenlediği ilk önemli uluslararası etkinlik olan bu konferansı Kanadalı girişimci ve doğa dostu Maurice Strong yönetti. Konferans n açılış konuşmasını İsveç Başbakanı Olof Palme (1927-1986) yaptı. Konferansa 113 ülke, 19 uluslararası kuruluş ve 400’den fazla sivil toplum örgütü temsilcileri katildi. Küresel çevre problemlerinin ilk defa uluslararası platformda görüşüldüğü bu konferans sonunda katılımcılar 26 prensip ve bir Eylem Planı üzerinde anlaştılar ve bir deklarasyon yayınladılar. Bu deklarasyondaki iklim açısından en önemli prensipler “dünyadaki doğal kaynakların (hava, su, toprak, bitki ve hayvanlar) ve doğal ekosistemlerin şimdiki ve gelecek nesillerin faydası için korunması” ve “bunun uluslararası düzeyde yapılması gerektiği”ydi. 1974 Ozon Tabakası İnceliyor 1970’lerde Amerikalı kimyager Frank Sherwood Rowland ve Meksikalı kimyager Mario Molina, endüstride refrijeran ve itici gaz olarak kullanılan ve kullanım esnasında da atmosfere salınan insan yapısı kloroflorokarbon’ları n (CFC) dünya atmosferine olası etkilerini araştırmaya başladılar. 1974’de yayınladıkları makalede bu kimyasalların stratosferde güneş ışınlarıyla birleşerek çözüldüğünü ve bu çözülme esnasında klor ve klor monoksit atomları salarak atmosferdeki ozon moleküllerini yok ettiğini ortaya koydular. İki kimyager, bu çalışmaları yla CFC’lerin ozon tabakasının incelmesine yol açtığını ve bu sebeple dünya yüzeyine fazla miktarda tehlikeli UV-B ışınlarının ulaştığını göstermiş oldular. Rowland ve Molina’nın sonuçları na DuPont gibi birçok kimyasal üreticisi firmanın şiddetle karşı çıkmasına rağmen, 1976’da Amerikan Ulusal Bilim Akademisi bu sonuçları onayladı ve Amerika Birleşik Devletleri, 1978’de CFC içeren püskürteçlerin kullanımını yasakladı. 1995’de de, yani makalelerini yayınladıktan yaklaşık 20 yıl sonra, Rowland ve Molina, aynı konularda çalışan Hollandalı kimyager Paul J. Crutzen ile birlikte, kimya dalında verilen Nobel Ödülü’nün sahibi oldular. 1979 Dünya İklim Konferansı Toplanıyor İlk Dünya İklim Konferansı 12-23 Şubat 1979’da Cenevre’de Birleşmiş Milletler’e bağlı dünya Meteoroloji örgütü tarafından organize edildi. Değişik bilim dallarından araştırmacıların katıldığı bu konferansta insan kaynaklı küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliği masaya yatırıldı. Bu konferans, iklimle ilgili bilimsel verilerin ve iklim değişikliğinin boyutu ve etkilerinin araştırılmasını amaçlayan Dünya İklim Programı’nın oluşturulmasıyla sonuçlandı.
1985 Viyana Anlaşması: Ozon Sorunu Çözülecek
İngiliz Antarktika Harita/Ölçüm Bilimcileri Farman, Gardiner ve Shanklin Nature dergisinde 1985’de yayınladıkları bir makalede kutuplar üzerinde daha önce belirlenen ozon tabakasındaki incelmenin tahminlerden çok daha ileri boyutta olduğunu ve Güney Kutbu’nun üzerinde Amerika Birleşik Devletleri’nin yüz ölçümü kadar büyüklükte bir delik açıldığını bildirdiler. Aynı yıl, birçok CFC üreticisi ülkenin de dahil olduğu 20 ülke, ozon tabakasının korunmasını amaçlayan Viyana Anlaşması’nı imzaladı ve ozon tabakasını incelten ve aynı zamanda da küresel ısınmaya da yol açtığı düşünülen CFC’lerin uluslararası platformda denetim ve yönetimi konusunda uluslararası pazarlıklar başladı.
1987 Montreal Protokolü: Ozon Sorunu 2050’de Bitecek
Viyana’da başlayan pazarlıklar 1987’de ozon tabakasını tüketen maddelere dair bir uluslararası anlaşma olan Montreal Protokolü’nün imzalanması ile sonuçlandı. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından “son zamanların en başarılı uluslararası anlaşması” olarak nitelendirilen Montreal Protokolü, 196 ülke tarafından imzalandı ve 1989’da yürürlüğe girdi. Anlaşma ile önce gelişmiş ülkelerin, daha sonra da gelişmekte olan ülkelerin CFC kullanımını 2030’a kadar tamamen durdurması karara bağlanmış oldu. Gelişmekte olan ülkelerin anlaşma yaptırımlarını yerine getirebilmeleri için gerekli finansmanı sağlamak amacıyla bir de Çok Taraflı Fon kuruldu. Anlaşmanın yaptırımları sonucunda ozon tabakasının 2050’ye kadar eski haline dönmesi hedeflendi. 1988 Hükümetlerarası İklim değişikliği Paneli (IPCC) Kuruldu Aralık 1988’de, Hükümetlerarası İklim değişikliği Paneli (IPCC), dünya Meteoroloji örgütü ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) tarafından kuruldu. İklim konusunda uzman İsveçli meteorolog Bert Bolin’in (1925-2007) başkanlığında toplanan bu panelin görevi, küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda dünya genelinde yürütülen en yeni bilimsel, teknik ve sosyo-ekonomik çalışmaları derleyip incelemek ve ortaya çıkan sonucu küresel kamuoyuna ve uluslararası karar mekanizmalarına iletmekti. IPCC, 1990, 1992, 1995, 2001 ve 2007’de iklim değişikliği ve bunun dünya ve insanlık üzerindeki olası etkileri üzerine raporlar yayımladı. Bu raporların hazırlanmasına 130 ülkeden binlerce araştırmacı katıldı. IPCC, bu kolektif çalışmasıyla 2007’de Nobel Barış Ödülü’nü Amerika Birleşik Devletleri Başkan Yardımcısı Al Gore ile paylaştı. Bu arada Amerikalı İklim Bilimci James Hansen, 1988’de Amerikan Senatosu’na verdiği ifadede, dünyada ilk olarak kendisinin hazırladığı “atmosferik genel dolaşım modeli”nden elde ettiği iklim tahminlerine dayanarak, dünyada insan yapısı iklim değişikliğinin kaçınılmaz olduğunu ve küresel ısınmanı n gerçekleşmekte olduğunu bildirdi.