Düşük karbonlu ekonomi, sürdürülebilirlik, doğa koruma yurttaşların ekonomik ve sosyal yaşamına dokunduğu zaman siyasileşir. Bu siyasete çekiliş çoğu zaman da siyasi partiler ve ulusal meclis veya yerel yönetimler üzerinden değil de, toplumsal hareketler üzerinden gerçekleşir.
YAZI: Dr. Barış Gençer BAYKAN, Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi
Çevreci sivil toplum kuruluşları (STK), toplumda meşruiyetlerini sağlamak için faaliyet alanlarını siyaset üstü bir tartışma olarak kodlamaya meyillidirler. Bunun pratikteki ifadesi tüm siyasi partilere eşit mesafede olmak, adaylara eşit şekilde yaklaşmak olarak düşünülebilir. Seçimler tüm toplumsal taleplerin dillendirildiği dönemlerdir. Çevre de bu konuda istisna değildir. 24 Haziran 2018’de gerçekleşen erken Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği seçimleri çevre ve enerji konularında 60 günlük dönemde kısa da olsa bir siyasi fırsat penceresi açtı. Gerek geçtiğimiz 10 yıldaki altyapı yatırımlarının, özellikle kentlerde orta sınıfların nezdinde betonlaşmanın çok hoş karşılanmaması, son dönemlerde yapılan güvenilir kamuoyu anketlerinde “çevre” duyarlılığının yüksek seyretmesi, dışa bağımlılık ekseninde yapılan enerji tartışmalarına muhalefetin yenilenebilir enerji önerileri doğrultusunda güneş ve rüzgarın sızabilmesi önemliydi.
Çevre STK’ları ve çevre hareketinin diğer bileşenleri bu dönemde tüm siyasi partilere ve cumhurbaşkanı adaylarına ekosistem odaklı politikalar üretmeleri ve sahip çıkmaları için çağrılar yayınladı. TEMA Vakfı, 2011/2015’te yayınladığı toprak, su, orman gibi doğal varlıkların korunması, iklim değişikliğiyle mücadeleye ve sürdürülebilir tarıma varan önerilerin yer aldığı Eko Siyaset belgesini 2018’de de yineledi. 11 çevreci STK, iklimi koruma ve en kısa zamanda Paris Anlaşması’nı onaylama çağrısı yaptı. 2018 Mart ayında 50’den fazla yerel ekoloji örgütünce kurulan Ekoloji Birliği de çevre adına oy verilmeyecek politikaları öne çıkardı. Elbette bu tür belge ve çağrıların partiler ve siyasetçiler üzerindeki etkilerinin ancak sembolik olabileceğini görmek gerekir. Seçmenlerde çevre duyarlılığı yüksek olsa da oy tercihini değiştirebilecek bir dinamik haline gelmemiştir henüz.
25 Haziran 2018 sabahı itibarıyla muhalefetin ilk etapta Meclis’te elde etmeyi umduğu çoğunluğa ulaşamaması sebebiyle çevre ve enerji konularında olası bir politika değişikliği için fırsat penceresinin kapandığını söyleyebiliriz. Türkiye küresel ekonomik gelişmeler izin verdiği ölçüde fosil yakıtlara dayalı karbon ekonomisini yaşatmaya devam edecektir. Yeşil siyaset, yerel yönetimlerde ve TBMM’de temsil edilmediği sürece çevre STK’ları güçleri yettiği ölçüde siyasiler üzerinde baskı aracı oluşturmaya ve toplumdaki farkındalığı artırmaya devam edeceklerdir.
Yurttaşlar çevre alanında bile olsa makro politikalardan ziyade somut, yerel ve kısa vadede yaşamlarını olumlu veya olumsuz değiştirecek kararlara katılmaya veya tepki vermeye daha yakındır. Düşük karbonlu ekonomi, sürdürülebilirlik, doğa koruma, yurttaşların ekonomik ve sosyal yaşamına dokunduğu zaman siyasileşir. Bu siyasete çekiliş çoğu zaman da siyasi partiler ve ulusal meclis veya yerel yönetimler üzerinden değil de, toplumsal hareketler üzerinden gerçekleşir. Bu yüzden “X bölgede HES yüzünden Y köy ayağa kalkmış ama bunu destekleyen Z partisi %70 almış” haberlerini sıkça duyarız.