KONDA’nın 2010-2017 verilerine dayalı olarak yaptığı seçmen kümeleri araştırması kapsamında AK Parti seçmenleri üzerine bir rapor hazırlayan Dr. Baran Alp Uncu’dan, İklim Haber ve KONDA’nın “Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı ve Enerji Tercihleri” araştırması ile çapraz bir okuma yapmasını istedik. Uncu’ya göre, “seçmenlerin öncelik sıralamasının değiştiğine dair bulgular olsa da, Türkiye’de siyasal ilişkiler hâlâ ekonomik kalkınma-güvenlik-kimlik üçgenine sıkışmış durumda. Ancak toplumun genelindeki iklim değişikliği hakkındaki farkındalık, var olan yeni seçmen eğilimleri ile birleştiğinde acil ve köklü çözümler üretebilecek yeni bir siyasetin imkanını ortaya koyuyor. Bu da aşağıdan yukarıya doğru bir baskı ile mümkün”.
YAZI: Dr. Baran Alp UNCU
İklim Haber ve KONDA tarafından yayınlanan “Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı ve Enerji Tercihleri” isimli rapor ümit vaat eden sonuçlar sergiliyor. Araştırma sonuçlarına göre, Türkiye toplumunun ezici çoğunluğunun iklim değişikliğinden haberdar olduğu ortaya çıktı. Bu oran, ekolojik sorunlarla ilgili toplumsal hassasiyetin yüksek olduğu birçok Avrupa ülkesindeki oranlarla başa baş. 2016 yılının verilerine göre, iklim değişikliğinin varlığını kabul edenlerin oranı Fransa’da %92, Almanya’da %83, Norveç’te %93 ve Birleşik Krallık’ta %86. Türkiye’de ise toplumun %86’sı iklim değişikliğinin gerçek olduğunu kabul ediyor. Dahası, Türkiye’de toplum, iklim değişikliğinden sadece haberdar olmakla kalmıyor. Nüfusun dörtte üçü umursamaz bir tavır sergilemekten uzak bir şekilde iklim değişikliğini büyük ve ciddi bir tehlike olarak nitelendiriyor. Bunun belki de en dikkat çekici tarafı, var olan tüm siyasi yarılmalar, kutuplaşmalar ve gerginliklere rağmen, farklı siyasi parti seçmenlerinin iklim değişikliği hakkında benzer bir görüşü savunması. Diğer yandan, toplumun çoğunluğu tercihini yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımından yana yapıyor. Araştırma sonuçlarına göre, Türkiye’de toplumun %70’i güneş enerjisini, %53’ü de rüzgar enerjisini kullanılması gereken enerji türü olarak tercih ediyor. Bunların tümü, önemli ve iyimserlik aşılayan sonuçlar. Zira iklim değişikliğinin engellenebilmesi için geçilmesi gereken eşiklerin başında iklim değişikliği hakkında toplumsal farkındalığın sağlanabilmesi geliyor.
Bardağın Boş Tarafı
Ancak, buraya kadar özetlenen sonuçlar bardağın dolu tarafını gösteriyor. Boş tarafa bakıldığında ise, Türkiye’de toplumun büyük çoğunluğu hükümetin iklim değişikliği konusunda herhangi bir adım atmayacağını düşünüyor. Diğer bir deyişle, iklim değişikliği sorununun varlığı ve çözümleri konusunda farkındalık yüksek ancak var olan siyasi koşul, aktör ve ilişkilerin çözüm için yetersiz olduğu görüşü hakim. Toplumun genelinde iklim değişikline karşı mücadele edilmesi yönünde talebin olduğunu ancak siyasi anlamda arzın bu talebi karşılamadığı sonucuna varılabilir. Bu durum, iklim değişikliği mücadelesinde farkındalığın siyasi eylemliliğe ve etkin politikalara dönüşebilmesinin imkanlarının şu an için kısıtlı olduğunu gösteriyor. Ancak, iklim değişikliğinin siyasetin gündeminde bulunmaması sadece politika yapıcıların ve siyasi partilerin duyarsız kalmasından kaynaklanmıyor. Seçmenlerin diğer meselelere yaklaşımları ve öncelikleri kadar siyasi partiler ile karşılıklı olarak kurdukları ilişkilerin bütünü de iklim değişikliğine dair gerekli politikaların üretilme olasılığını belirliyor. Yüksek olduğu görülen toplumsal farkındalığın iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik bir siyasi baskıya dönüşebilmesinin imkanlarını anlayabilmek için Türkiye’de seçmenler ve siyasi partiler arasında kurulan ilişkilere ve bunların içinde bulunduğu siyasal bağlama daha detaylı bir şekilde bakmak yardımcı olabilir.
Türkiye’de seçmen davranışları incelendiğinde, iklim değişikliğini de kapsayan ekoloji temelli kaygıların diğer meselelere göre daha arkalarda geldiği görülebiliyor. Bu durum Türkiye’de seçmenlerin davranışlarına açık bir şekilde yansıyor. Türkiye’de siyaset uzun zamandır kimlik temelli iki ana eksen etrafında şekillendi. Bunlardan birincisi hayat tarzlarını da içeren laiklik-dindarlık ekseni. Diğeri ise etnik kimlik temelli eksen. Siyasi partiler ağırlıklı olarak bu iki ana eksen etrafında dönen güvenlik, endişe ve hassasiyetler üzerinden söylemlerini ve politikalarını oluşturuyor. Arka planda ise tüm seçmenlerin ortak olarak sergilediği ekonomik kalkınma ve refah özlemi bulunuyor. Buna bağlı olarak da, ekonomik kalkınma ideali ile birleşen “kimlikçi” politikalar, Türkiye’de sıkışmış bir siyasi iklimin oluşumuna neden oluyor. Her ne kadar iklim değişikliği hakkındaki farkındalık ve endişeler yüksek seviyelerde olsa da, siyasetin tarif edilen sıkışmış hali iklim değişikliği gibi meselelerin öncelikler sıralamasında arkalara doğru itilmesine sebebiyet veriyor. KONDA’nın 2010-2017 verilerine dayalı olarak yaptığı siyasi partilerin seçmen profili analizlerinin sonuçları da bunları doğrular nitelikte. Şimdi kısaca bu profillere bakalım.
AK Parti Seçmenleri: “Kültürel ve Ekonomik Kazanımları Kaybetme Korkusu”
AK Parti seçmenleri söz konusu olduğunda Türkiye’deki toplam seçmenlerin yaklaşık yarısından bahsediyoruz. AK Parti seçmenlerinin çeşitli derecelerde olsa da ağırlıklı olarak dini hassasiyetleri yüksek ve hepsi geleneklerine sahip çıktığını söylüyor. Oranlarla ifade edildiğinde, 2017 yılı verilerine göre AK Parti seçmenlerinin %46’sı geleneksel muhafazakâr, %43’ü dindar muhafazakâr ve %11’i de modern hayat tarzına sahip olduğunu belirtiyor. Türkiye’deki genel seçmen oranları ise %27 modern, %45 geleneksel muhafazakâr ve %27 dindar muhafazakâr olarak sıralanıyor. Yıllar içerisindeki değişime bakıldığında, AK Parti seçmenleri gittikçe daha fazla dindarlaşma eğiliminde. Buna rağmen, AK Parti seçmenlerinin ağırlıklı çoğunluğu laiklik ilkesini de benimsiyor. Ancak daha önceki dönemlerdeki laiklik ile ilgili uygulamaları “katı” buluyor ve bunlara karşı çıkıyor. Ekonomik olarak bakıldığında, AK Parti seçmenleri ağırlıklı olarak alt ve üst-orta sınıfta kümeleniyor. 2010-2017 yılları arasında, alt-orta sınıf konumlarından üst-orta sınıfa doğru bir kayma bulunuyor. Bu da AK Parti seçmenlerinin genelinde kişisel refah seviyelerinde bir artış olduğunu gösteriyor. Bu veriler ışığında, AK Parti seçmenlerinin dini ve geleneksel değerler üzerine inşa ettikleri muhafazakâr hayat tarzlarını AK Parti iktidarları döneminde rahatça yaşayabildiklerini düşünmekte oldukları görülüyor. Ekonomik açıdan da, hem kişisel gelir seviyelerinin yükselmekte olduğunu, hem de özellikle sağlık ve ulaşım altyapısı yatırımlarıyla beraber genel refah seviyesi ve kalkınmışlık düzeyinin arttığını düşünmekteler. Bunlara bağlı olarak, muhafazakâr hayat tarzına sahip toplumsal grupların elde ettiklerini düşündükleri kültürel ve ekonomik kazanımları korumak -diğer bir ifadeyle bunları kaybetme korkusu- AK Parti seçmenin önceliğini oluşturuyor. Tüm bunlar, AK Parti seçmenlerinin partileriyle ve özellikle de lideriyle arasında sarsılması güç bir güven ilişkisinin kurulmuş olmasını sağlıyor.
MHP Seçmenleri: “Bölünme Korkusu ve Güvenlik Endişesi”
MHP seçmenleri de hayat tarzları bakımından AK Parti’ninkine benzer bir görüntü sergiliyor. 2010-2017 yılları arasındaki verilere göre, MHP’lilerin büyük çoğunluğu kendilerini muhafazakâr olarak tanımlıyor. AK Parti seçmenlerinden farklı olarak MHP seçmenleri arasında %26 olan dindar muhafazakârların oranı daha düşük. Öte yandan, AK Parti seçmenleri ile karşılaştırıldığında geleneksel muhafazakârlar %57’lik ve modernler de %17’lik oranlarla daha yüksek seviyelerde temsil ediliyor. MHP seçmenlerinin dindarlık seviyesi Türkiye oranlarının üzerinde ve AK Parti seçmenlerinkine de yakın durumda. Ancak, MHP seçmenlerinin muhafazakârlığını şekillendiren ana tema milliyetçilik. Eskisine oranla ideolojik katılığı örselenmiş ve göreceli olarak daha esnetilmiş olsa da milliyetçiliğin MHP seçmenlerinin önceliklerini büyük oranda belirlediği görülüyor. Buna bağlı olarak, MHP seçmenlerinin siyasi davranışlarını şekillendiren ana unsurlar devletin ve ülkenin bölünmemesi, düzenin korunması ve etnik eksen etrafında şekillenen bir güvenlik endişesi olduğu görülmekte. AK Parti seçmenlerine benzer şekilde orta gelir seviyesine kümelenmiş ve yıllar içerisinde gelirinde artış yaşayan MHP seçmenleri, aynı zamanda ekonomik refahı öncelikler listesinin başına yerleştirmiş durumda.
CHP Seçmenleri: “Modern Hayat Tarzına Müdahale Endişesi”
CHP seçmenleri ise, ağırlıklı olarak Türkiye’nin modern hayat tarzına sahip kesimlerinden oluşuyor. 2010-2017 verilerinin ortalamasına göre, %59 oranında CHP seçmeni modern hayat tarzına sahip olduğunu söylerken, geleneksel muhafazakâr ve dindar muhafazakâr olduğunu belirten CHP seçmenlerinin oranları sırasıyla %36 ve %6. Bu oranlar, hayat tarzlarını da barındıran laiklik-dindarlık ekseni üzerinde CHP seçmenlerinin AK Parti seçmenlerinin tersi bir pozisyonda konumlandığını gösteriyor. Buna göre, CHP seçmenleri için modern hayat tarzına müdahale edilmeme si öncelikli meselelerden biri. Öte yandan, CHP seçmenlerinin bir diğer öncelikli meselesi etnik temelli eksen üzerinden şekillenen “güvenlik” ve “bölünme” kaygıları. Ekonomik pozisyonları gözden geçirildiğinde, CHP seçmenlerinin diğer parti seçmenlerine göre daha fazla oranlarda üst ve üst-orta gelir gruplarında yoğunlaştığı görülebilir. Buna rağmen, son zamanlarda kıt kanaat geçinebildiğini söyleyenlerin oranlarında 2016 ve 2017 yıllarında artış gözükmekte. Bu veriler, CHP seçmenlerinin daha çok üst ekonomik sınıflara ait olsalar da, geçinme durumlarında geriye doğru bir gidiş gördüklerini ve buna bağlı olarak da ekonomik gelecekleri konusunda kaygılı olduklarını anlatmakta.
HDP Seçmenleri: “Kimlik ve Ekonomik Geçim Endişesi”
HDP seçmenleri ise önceliklerini özellikle etnik eksen üzerine oturtmakta. Ağırlıklı olarak Kürt etnik kimliğine üzerinden “barış”, “özgürlük” ve “insan hakları” konularına önem vermekte. Bunların yanı sıra, dışlanma ve ezilme nedeni olarak gördükleri toplumsal cinsiyete ve emeğe bağlı diğer meselelere olan hassasiyetleri de yüksek. Tüm bunlara hayat tarzlarına dair endişeleri de eklemek gerekiyor. Zira HDP seçmenleri arasında modern hayat tarzına sahip olduğunu söyleyen kişilerin oranı %31. Bu oran CHP seçmenlerinkinden az olsa da AK Parti ve MHP’ye göre daha yüksek. Buna bağlı olarak, HDP seçmenlerinin bir kesiminin öncelikleri arasında modern hayat tarzının korunması olduğu söylenebilir. Ekonomik durumları değerlendirildiğinde, HDP’nin oransal olarak en kırılgan ve dezavantajlı seçmen kitlesine sahip olan siyasi parti olduğu söylenebilir. HDP seçmenleri ağırlıklı olarak alt-orta ve düşük gelir seviyelerine sahip. HDP seçmenlerinin yarısı kıt kanaat geçinebildiğini söylerken beşte ikisi de geçinemediğini ifade etmektedir. Bu sonuçlar, HDP seçmenlerinin ekonomik geçim ve refah konularında da endişe güttüğünü göstermekte.
Gruplar Arası İletişimsizlik Yeni Soruların Gündeme Gelmesini Engelliyor
KONDA’nın 2010-2017 yılları arasındaki verilere dayanarak yaptığı seçmen profili analizlerinin ortaya koyduğu bir başka sonuç da, siyasal alandaki ayrımların bir benzerinin toplumsal düzeyde de yaşanıyor olması. Toplumsal düzeyde yaşanan ayrımlar, modern, geleneksel muhafazakâr ve dindar muhafazakâr hayat tarzlarının arasındaki kültürel çelişkilerin ekonomik ve eğitim seviyesi farklılıkları ile birleşmesi sonucunda ortaya çıkıyor. Bu ayrışmalar, birbirine bağlı bir şekilde mekanda ve sosyal ilişkilerde kendini gösteriyor. Türkiye genelinde ve metropollerin iç bölgelerinde ağırlıklı olarak muhafazakâr yaşarken, kıyılarda yoğunlukla modern kesimler yaşıyor. Yaşam alanlarındaki bu farklılaşma, sosyalleşme pratiklerine de yansıyor. Mekandaki kopukluk muhafazakâr ve modern kesimlerin birbiriyle temasını kısıtlı kılıyor. Bu da, her bir grubun kendi içine kapanmasını ve kendileri gibi olanlarla daha sık ve yakın ilişkiler kurmalarına neden oluyor. Bunun sonucunda da, diğer hayat tarzları çoğunlukla ezber ve önyargılara dayalı olumsuz özelliklerle tanımlanıyor. Özetle, farklı hayat tarzlarından kişilerin birbirlerini dinleme, anlama ve farklı meselelerde ortaklaşma imkanlarının düşük olduğu göze çarpıyor. Toplumsal alanda yaşanan ayrışmalar siyasal alandaki kutuplaşmalar ile birleştiğinde, etnik ve hayat tarzı temelli eksenlerin üzerine oturan siyaset yapma pratiklerinin tekrardan üretilmesine yol açıyor. Böylelikle, iklim değişikliği gibi yeni ve acil sorunların siyasetin ana meselelerinden biri olmasının önünü tıkanıyor.
İklim Değişikliği Gibi Meseleleri Konuşulabilme İmkanı Hâlâ Var
Diğer yandan, yine KONDA’nın seçmen profili analizlerinden yola çıkarak tüm bu siyasal ve toplumsal kutuplaşmaların mutlak ve geri döndürülemez olmadığını söylemek de mümkün. Aksine, siyasal ve sosyal kutuplaşmaların üstesinden gelinebileceğine dair bazı işaretler de bulunuyor. İlk olarak, Türkiye’de seçmenlerin büyük oranda siyasi kutuplaşmadan rahatsız olduğunu ve bunu toplumsal ilişkilere yansıtmamak istediği söylenebilir. “İsteyenin istediği gibi yaşaması gerektiği” fikri sıklıkla telaffuz edilmekte. “Çeşitliliğin” ve “farklılıkların” korunması fikri de yaygın olarak vurgulanmakta. Bunun yanı sıra, toplumsal gerilimi azaltmak için belirli bazı davranış biçimlerine başvurulduğu görülüyor. Örneğin, farklı kesimlerden gelen AK Parti seçmenleri, siyasal gerilimlerin sosyal ilişkilerini olumsuz yönde etkilememesi için kendilerinden farklı düşünenlerle “hassas” konuları konuşmamayı tercih ettiklerini söylüyor. Kendini geri çekme olarak adlandırılabilecek bu davranış toplumsal hayatın içerisinde siyasi nedenli çatışmaların açığa çıkmasını engelliyor. Bunu apolitik bir davranış biçimi olarak yorumlamak da mümkün. Ancak, kişilerin genellikle “seçici” davrandığı ve gerilime yol açacağı düşünülen siyasetin kemikleşmiş konularından uzak durmaya çalıştıkları da söylenebilir. Bu da, toplumsal ve siyasal gerilime yol açmayacağı düşünülen iklim değişikliği gibi meselelerin konuşulabilme imkanlarının ortadan kalkmadığına işaret etmekte.
Çevre Duyarlılığı ve Sosyal Adalet Arayışı Artıyor
Toplumsal ayrışmanın mutlak olmadığını gösteren bir başka durum da, hiçbir hayat tarzı kategorisinin tek tip olmaması. Örneğin, geleneksel muhafazakarların arasında kendisini “aşırı dindarlardan” uzaklaştırıp, modern hayat tarzının bazı özelliklerine sahip olduğunu söyleyenler bulunuyor. Öte yandan, geleneksel muhafazakar hayat tarzının merkezine koyarak kendilerini dindar muhafazakarlara doğru yaklaştıranlar da mevcut. Kısacası, hayat tarzları söz konusu olduğunda ana kategorilerin ötesinde farklı alt-grupların kendini var ettiği oldukça çoklu bir yapıdan bahsedebiliriz. Hayat tarzı alt-gruplarının varlığı, genel kategorilerin arasındaki gerilim ve ayrımların göreceli olarak seyrelmesine neden oluyor.
Son olarak, toplumsal değişim ile beraber yeni meseleler, sorunlar ve hassasiyetlerin de seçmenlerin genelinin zihin dünyasında yer etmeye başladığı görülüyor. 2017 yılı verilerine göre, Türkiye’de nüfusun yarısı metropollerde, üçte birinden biraz fazlası da kentlerde yaşamakta. Hızlı kentleşmenin yanı sıra, özellikle metropollerde yaşanan büyük dönüşümler ve tüketim toplumu pratiklerinin yaygınlaşması toplumun genelinde var olan ekonomik refah ve kalkınma özlemlerini karşılıyor gibi gözükse de, beraberinde gelen sorunlar yeni hassasiyetlere ve kaygılara da yol açmakta. Örneğin, kentsel dönüşüm, altyapı yatırımları ve genel olarak ekonomik büyümeye büyük oranda destek veren AK Parti seçmenleri arasında yeşil alanların eksikliği, temiz hava ve suya erişim gibi çevre ile ilgili talepleri dillendirenler kadar sosyal adalet arayışında olanların sayısı da gittikçe artmakta. “Yeni” talep ve hassasiyetlerin özellikle eğitim seviyesi yüksek, genç ve orta yaş grubundan, orta sınıf ve kentli seçmenler tarafından savunulduğu görülüyor.
Yeni Bir Siyasetin İmkanı Var mı?
Özetle, seçmenlerin öncelik sıralamasının değiştiğine dair bulgular olsa da, Türkiye’de siyasal ilişkiler hâlâ ekonomik kalkınma-güvenlik-kimlik üçgenine sıkışmış durumda. Ancak toplumun genelinde iklim değişikliği hakkındaki farkındalık, var olan yeni seçmen eğilimleri ile birleştiğinde acil ve köklü çözümler üretebilecek yeni bir siyasetin imkanını ortaya koyuyor. Bu da aşağıdan yukarıya doğru bir baskı ile mümkün. Bu anlamda seçmen davranışları ve siyasi parti politikalarının karşılıklı olarak birbirini beslediği kısırdöngünün dışına çıkılmasında sivil topluma büyük görev düşüyor. İklim değişikliği sorununun sadece bir çevre meselesi olmadığının altının çizilmesi, kültürel ve ekonomik haklarla doğrudan ilgisinin kurulması, refah anlayışının ekolojik dengeyi içerecek şekilde yeniden yorumlanması ve istihdam gibi ihtiyaçlara cevap verecek sürdürülebilir kalkınma model ve uygulamalarının ortaya konması yapılması gerekenlerin bazıları. Böylelikle, farklı önceliklerini ortak bir iklim değişikliği meselesine bağlayan seçmenler, karar alıcıları ve siyasi partilerini iklim değişikliğinin engellenmesi için harekete geçmeye zorlayabilir.