Sanatçı Zeliha Sunal, katı atıkların çevre kirliliğine etkisini aza indirmek, atık malzemelerin toplanmasında geridönüşümün sağlanmasının öneminin altını çizmek için kurduğu “Atıksız Yaşam” atölyesinde, geridönüşüm malzemelerinden neler yapılabileceğini anlatarak çalışmalar yapıyor. YouTube’dan yayın yapan Handcraft TV ile de çoğu kişinin eski, çöp olarak gördüğü malzemelerden yeni malzemeler oluşturup onları daha eğlenceli şekilde kullandırmayı amaç edinmiş. Sunal ile sürdürülebilirlik yolculuğunu konuştuk.
YAZI: Nevra YARAÇ
Sürdürülebilirlik konusuna nasıl merak saldınız?
Annemden kaynaklanıyor büyük ölçüde. Bütün anneler gibi ablaların küçüklerini kardeşlere uyduran, giydiren; kendi dikişini diken, evdeki her türlü materyali atmadan değerlendiren son derece ekonomik bir kadındı. Öyle olmasaydı bugün belki de oturduğu evi, bindiği arabayı alamazdı diye düşünüyorum. Daha sonra müzik çalışmaları ağır bastı, oradan oraya savrulduk. Ardından İstanbul’da çalışmaya başlamışken bu çalışmalarıma bir çekidüzen vereyim istedim ve YouTube’da Handcraft TV’yi açtım 2013 yılında. Çok popüler olduk. Şu anda 10 milyon izleyicisi, 50 bin abonesi var. Özellikle öğretmenler dikkatlice izliyorlar. Sonra bunun bir yansıması olarak ÇEVKO’da bir kamu spotunda rol aldım “ambalaj atıkları çöp değildir” mottosuyla. Bana destek vermeye karar verdiler, iki sene çalıştık. Eğitim çalışmaları sayesinde dikkat etmediğim yüzlerce şeyi görür oldum. 2,5 sene zarfında hem güzel çalışmalar yaptık hem de aydınlatıcı bir sürü seminer verdim. İnsanlar bir sanatçı bunlarla ilgilenmez diye düşündü başta…
Aslında tam tersi değil mi? Geridönüşüm, ileridönüşüm yaratıcılık, sanat çok örtüşen şeyler…
Kesinlikle. Zaten bir sanatçının çevresine duyarlı olmaması kabul edilemez bana göre. Sonra bir baktım, birisi çiftlikte yaşıyorsa o mutlaka geridönüşüme, çevreye önem veriyordur diye düşünülüyor. Böyle bir şey yok. Dolayısıyla herkesin bakış açısını değiştirmek adına televizyon programlarımda bunu öne çıkarmaya karar verdim. Çünkü her programda müzik yok, anlatacağımız çok şey var, öyleyse neden konuşma programları da olmasın diye yürüdük basın danışmanlarımızla. Daha sonra plajı da temizleyelim, mutfağı da temizleyelim diye yolumuza devam ettik. 2014 yılında ÇEVKO ile çalışmalarımla eşzamanlı bir proje daha başlattım.
Atıksız Yaşam Platformu değil mi bu proje?
Orijinal adı “Sıfır Atık”tı ve Antalya bölgesinde Serik belediyesi, ÇEVKO ve benim ortaklaşa yürüttüğüm bir projeydi. Bölgedeki otellerde yapılan kongrelerin atıklarının toplanıp insani değerlerinin hesaplanmasını amaçlıyordu. 2000 kişilik bir kongre var mesela, 2 ton atık topladık üç günde. Bu atıklar acaba kaç kişinin elektrik ihtiyacını karşılıyor? Ne kadar su tasarruf ettik? Ne kadar depolama alanı işgal etmedik? Kaç depo dolusu benzin kullanmadık? Karbon ayakizimizi ne kadar yok ettik? Bu sorulardan yola çıkarak hesaplamalar yaptık.
Rakamlar neydi?
2 ton atık için 23 ağaç, üç ailenin altı aylık elektrik ihtiyacı, yedi depo dolusu benzin, bir yüzme havuzu dolusu su ve bir yüzme havuzuna yakın metreküp depolama alanı. Bir kongrede bunları kurtardık. Şu anda halen İstanbul’da İstanbul Kongre Merkezi, İstanbul Aydın Üniversitesi, Haliç Kongre Merkezi topluyor atıkları. Afife Jale Tiyatro Ödülleri ile de başladık. Erkekler de atık üretiyor tabii, Türkiye’nin tek yeşil stadyumu olan Başakşehir Stadyumu’nda da başladık atık toplamaya. Sonra “Sıfır Atık” projesini hükümetimize teslim ettim, onlar yürütüyorlar. Biz şimdi Atıksız Yaşam olarak devam ediyoruz.
Okullara gidiyorsunuz, belediyelerle çalışıyorsunuz. Çalışmalarınızı ve işbirliklerinizi yaygınlaştırmanız etkinizi nasıl artırdı?
Benim arkamda hiçbir kuruluş bana “şuraya git” ya da “şu isimle görüş” demedi. Tamamen kendi araştırmalarımla ilerledi bu süreç. Birlikte organizasyon bazında çalıştığım şirketlerden fayda gördüm. Çünkü organizasyon, kongre eşittir çok büyük atık gibi düşünecek olursak, elime dosyamı alıp gittim toplantılara. Bir sürü insanın arkamda durmaya başlaması beni çok mutlu etti.
Geridönüşüm, sıfır atık, atıkların azaltılması anlamında dünyada çok fazla teşvik edici mekanizma var. Türkiye’deki “israf kültürünü” neye bağlıyorsunuz. Ne yapılmalı?
Aslında iş kadından, anneden, aileden başlıyor. Bu bakımdan kadını eğitmek gerekir diye düşünüyorum. Zaten bütün çalışmalarımın özünde kadını eğitmek yatıyor. Gıda israfını önlemek, daha mutfaktayken geri dönüşenle dönüşmeyen atığı ayrıştırmak gerekli. Çünkü sanayi tipi atıkları zaten bazı kuruluşlar topluyor. Ama evdeki atık çok daha değerli, günde 1,5 kilo atık ürettiğimizi düşünürsek ki bunun yarısından çoğu ambalaj atığı. Hijyen budalası olduk, her şeyi maalesef ambalajlıyoruz. Tek kullanımlık streç film, alüminyum folyo, pişirme kağıdı, kağıt, plastik bardaklar, pipetlerden kurtulmamız gerekiyor. Naylon poşetleri sadece alışverişten gelinceye kadar kullanıyoruz, onlar birkaç kere daha kullanılabilir hiç olmazsa ya da pazar arabası kullanabiliriz.
Bu konularda farkındalık yaratmaya 2013’te aktif olarak başladınız. O günden bugüne nasıl bir değişim gözlemliyorsunuz? Çevre dostu ürünler de çok yaygınlaşıyor, şirketlerde de farkındalık arttı, belediyeler ayrıştırma konusunda bilinçlendirme çalışmaları yürütüyor…
İnsanlarla konuşmalarımdan yola çıkarak birkaç gözlemim var. Mesela 2000’li yıllarda başlayan çevrecilik akımı ile yormuşlar şirketleri. Yanlış ve temeli olmayan politikalarla hem reklamınızı yapacağız hem sizin şirketinizi yeşil şirket yapacağız diye firmaları yormuşlar. Firmalar artık yeşil renk bile görmek istemiyor bazen, o kadar cephe almış durumdalar çevrecilere karşı. Ki bunu yapmayı özünde istiyorlar. Ayrıca şöyle bir güzellik de var. Fabrikadan çıktıktan sonra en azından büyük ambalajları, paletleri vs. takip edecek olan atık tesisleri var. Bireyler konusunda da kolundan tuttuğumuzu eğitiyoruz, bunu yapan bir sürü insan da var. Sıfır Atık projesiyle okul seviyesine inen bilgilendirmeler var ancak ne yazık ki sadece %1 ya da 2’sini toplayabiliyoruz evden çıkanların. Diyor ki “benim belediyem toplamıyor, hepsi aynı yere gidiyor”. Halbuki yoğurt kabını, süt şişesini veya ambalajını çalkalayıp ayrı yere koysa, ağzını da sıkıca bağlasa, diğer çöpe karışmasa, onu çöp toplama merkezinde zaten alacaklar içinden. Kağıt israfı, okunmuş gazete israfı… Halbuki bir senede 1 ton okunmuş gazete toplasa insanlar en az yedi ağaç az kurtulacak. Sadece plastik elyaf ithali için 17 milyon dolar veriyoruz ki bu korkunç bir rakam. Yeniden değerlendirebiliriz, neden sıfırdan yapalım?
Siz neleri yeniden değerlendiriyorsunuz, tavsiyeleriniz neler?
Öncelikle plastiklere farklı bakmalarını öğütleyeceğim. Pet şişelerin geridönüşümüyle çok ciddi maddi kazanç temin edilebiliyor. Artı kullandığımız her şeyin içinde birazcık pet şişe, plastik var; oturduğumuz koltuklardan tutun da çocuklarımızın oyuncaklarına, masa örtüsüne, giydiğimiz yağmurluğa, şemsiyeye kadar… Ben de mutfakta kullanılan plastiklerle yeniden kullanılabilir objeler yapmayı öneriyorum. Mesela en son kapaklardan bardak altları yaptık ısıtarak; pipetlerden düğmeler, bilezikler, tişört süsleri yaptık. Bunun dışında alüminyum içecek kutuları ve tuvalet kağıdı rulolarından zaten her konserimde 200-300 kadar ritim aleti yaparak dağıtıyorum ve bana ritimleriyle eşlik etmelerini istiyorum izleyenlerin. Müzik aletleri yapıyoruz şişe kapaklarından. Çöp poşetlerinden, plastik poşetlerden çantalar, sepetler, fileler yapıyoruz.
Türkiye’de genel olarak birçok alanda hareket başlatmak çok da kolay olmuyor. Siz bu süreçte nelerle karşılaştınız? Özellikle çevre duyarlılığı, geridönüşüm konusunda Türkiye’nin toplumsal yapısının sunduğu fırsatlar ve engeller neler?
Her şeyden önce belediyelere sonsuz teşekkür ederim, çevre müdürleri gerçekten çok çalışıyorlar. Önlerine zaman zaman mevzuatlar, sürekli değişen yönetmelikler çıkabilir ama o kadar güzel ilgilenenler var ki bu konuyla. Sürekli yenilik ve yaratıcılık peşindeler. Onların yaratıcı olduğu noktalarda ben de devreye giriyorum ve proje üreterek bir şeyler sunmaya çalışıyorum. Bu da karşılıklı olarak bizleri besliyor. Tabii ki kadınları yönlendirmek çok zor. Çok önemli bazı isimleri, sadece isim oldukları için takip eden kadınlar var. O kişiler üç tane öğretilmiş laf söylese bile etkili olacaktır. Televizyonda mutlaka kamu spotu yapılması gerekiyor bu konuyla ilgili. Yapılanları yetersiz buluyorum. Kadınların çok ilgisi var, bunu biliyorum, özellikle Eminönü gibi yerler tıklım tıklım. İnsanlar “kendin yap” projelerine çok önem veriyor. Yarın el işçiliği ve benzeri şeyler çok artacak, her şeyi kendileri yapmak zorunda kalacaklar ve o gün geliyor, hazırlıklı olmaları lazım.
Bundan sonraki projelerinize gelelim…
Bana destek verdikleri müddetçe belediyelerin ve her türlü kuruluşun yanındayım. Son zamanlarda gastronomiye de merak sardım, mutfakta sıfır atık yapmanın çok zor olduğunu biliyorum ama hayatı minimalize etmek, sadeleştirmek mümkün diye yola çıktığınız zaman mutfakta neleri yok etmeniz gerektiğini biraz algılıyorsunuz. Vakıflarla çalışmaya devam edeceğim. Bu sene plajlarla ilgili bir çalışma da yaptık Türkiye Çevre Eğitim Vakfı (TÜRÇEV) ile. Alanya’da, Dikili’de, Bademli’de çalıştık. Alanya ve Dikili’de yapılan ölçümlerde kirliliği bir görseniz… Plajlar genellikle gündüzleri değil, geceleri kirleniyormuş. Çünkü gündüz gelenler bilinçli olarak denize girmeye geliyor, etrafını kolaçan ediyor, ayıp olur diye hiçbir şey atmıyor. Ama gece gelenler bütün çöpünü orada bırakıyorlar. Bakteriler ürüyor ve kum çöpten arınsa bile o bakterilerden arınmıyor. ÇEVKO ile çalışmaya devam edeceğiz. Bunun yanı sıra bazı firmaların önerileri üzerine onlara projeler üreteceğiz, özellikle plastik üzerine. Ayrıca bir kamu spotu veya mini bir televizyon projesi üzerine de çalışıyoruz. Ben anlatmaktan yorulmuyorum, talep eden herkes için de anlatmaya devam edeceğim…