Dünyada her dokuz kişiden biri açlık çekiyor. Bu yeterince çarpıcı bir oranken, yeterli gıdaya ulaşabilsek bile içerisinde sağlığımızı ciddi anlamda tehdit eden kimyasalların bulunduğu ürünler, yine çarpıcı soruları akıllara getiriyor: Ne yiyoruz? Yarın ne yiyeceğiz? Yıllardır kendisini tarım ülkesi olarak niteleyen Türkiye’de her geçen gün yeni bir gıda ürününü daha ithal edeceğimizi öğreniyoruz. Kısa bir süre önce yaşadığımız şarbon vakasında gördüğümüz üzere, denetim konusunda da gereken noktada değiliz. Bütün bu tablo, iklim değişikliğinin etkisiyle daha da karamsar hale geliyor haliyle. Ve neticede, bu karamsar tabloyu ortadan kaldırmak için birlikte hareket etmekten başka bir çaremiz yok gibi…
YAZI: Bulut BAGATIR, Nevra YARAÇ
En temel insani ihtiyaçların eşitçe karşılanamadığı bir dünyada hayatımızı sürdürüyoruz. O ihtiyaçların en başında gelenler arasında ise gıda bulunuyor. BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu (IFAD), BM Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), Dünya Gıda Programı (WFP) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından hazırlanan ve Eylül ayında yayımlanan “Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenme Durumu 2018” raporuna göre 821 milyon insan açlık problemi ile karşı karşıya. Buna göre dünyadaki her dokuz insandan biri açlık sorunu yaşıyor. Yeterli miktarda gıdaya erişebilen insanların bir kısmı ise üretimin ve verimin artırılması adına içerisinde halk sağlığını ciddi anlamda tehdit eden kimyasalların bulunduğu ürünleri tüketmek zorunda kalıyorlar.
Yukarıda kısaca bahsettiğimiz sorunların yanı sıra Türkiye’de ise gittikçe derinleşen bir gıda krizi mevcut. Ekonomik krizle birlikte daha da şiddetlenen gıda krizi hem gıda güvencesini hem de gıda güvenliğini tehlikeye atıyor. Uzun yıllardır kendisini tarım ülkesi olarak niteleyen ve tarımın dünyada ilk geliştirildiği coğrafyaların üzerine kurulu Türkiye’de her geçen gün bakanlıktan yapılan bir açıklama ile bir ürünü daha ithal edeceğimizi öğreniyoruz. 1980’lerde tarımın dışa açılmasıyla birlikte ithal ürünlerle ülkenin gıda güvencesini sağlamaya çalışan devlet politikası, üretmek yerine dışarıdan satın almayı seçerek gıda krizinin daha da derinleşmesine neden oluyor. İthal edilen hayvanlarda şarbona rastlanması da, belki de ülkenin gıda güvenliği bakımından hangi noktada durduğunun en taze örneklerinden birini oluşturuyor. Üretmiyoruz, ithal ediyoruz, denetlemiyoruz ve tüketiyoruz!
Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyanın, yaşadığımız çağın en başat sorunlarından biri olan iklim değişikliğine karşı en hassas ve riskli bölgeler arasında bulunduğu gerçeğini ne kadar göz önüne alıyoruz? İklim değişikliği çiftçilerin üretim alışkanlıklarını yerle bir etmeye hazırlanıyor ne yazık ki. Üretilen ürünlerde rekolte kaybı yaşanması akla gelen ilk sonuçlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Dahası iklim değişikliği nedeniyle ürettiğimiz ürünlerin içerisindeki besleyici öğelerde de ciddi bir kayıp ile karşı karşıya kalabiliriz. Gıda mühendisi Dr. Bülent Şık yaşanabilecek bu gelişmeyi “gizli açlık” olarak tanımlıyor ve nedenini şu cümlelerle açıklıyor: “Aynı miktarda gıda üretimi yapsak dahi, gıdanın içerisindeki besleyici öğelerde azalma olduğu için daha az gıda üretiyor gibi olacağız. Daha çok yiyelim derseniz onun da içereceği başka problem olacaktır. Aynı miktarda gıda tüketmemize rağmen içerdiği besin öğeleri daha az olduğu için sağlık açısından daha zararlı çıkacağız”.
Tüm bu sorunları bir araya getirdiğimizde Türkiye’nin gıda güvencesi ve güvenliği konularında atması gereken birçok adım olduğunu görüyoruz. İlerleyen sayfalarda da öncelikle Türkiye’nin gıda profilini çizmeye çalıştık, ardından bahsi geçen sorunlara karşı neler yapılabilir sorusunun cevabını aradık. Her ne kadar ortaya karamsar bir tablo çıkıyor gibi gözükse de bu karamsar tabloyu ortadan kaldırmak için birlikte hareket etmekten başka bir çaremiz yok gibi…
Dosya konusunun yazılarına aşağıdaki linklerden erişebilirsiniz: