YAZI: Barış DOĞRU
Fransız Devrimi’nin üç renkli bayrağına eklenmiş, bir sarı ceket gördüm haber fotoğraflarında… Şanzelize’de Zafer Takı’nın hemen önünde… Ve zihnim hemen beni başka yerlere götürdü. 2015 yılının son günlerinde Paris’te, insanlığın gezegenimizdeki geleceğini belirleyecek bir anlaşma için buluştuğu İklim Zirvesi sırasında, Fransız Devrimi’nin üç rengine bir de yeşili eklemek gerekiyor yazmıştım. Üç renk, yani kırmızı, beyaz ve mavi, yani aslında tüm insanlığın ortak düşü olan eşitlik, özgürlük ve kardeşliğe, küresel müştereğimiz biyosferi ortak evimiz olarak ilan etmenin ve onu korumanın sembolü olarak yeşili eklemek…
Kaderin cilvesi, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un yeşil kılığındaki karbon vergisini, sadece yoksulların sırtına yükleme planı, sarı yelekliler simgesiyle yanıtını, Paris’in devrim görmüş sokaklarında aldı.
Hayat böyle, tahmin edilmesi güç sürprizlerle, ters köşelerle doludur. Renklerin mücadelesine ve dansına, tahmin edilmesi zor bir renk daha eklendi: Sarı
Yeşile karşı sarı. Öyle mi? Hiç zannetmiyorum. Sarı yelekliler de gayet iyi biliyor, o verginin karbonu azaltmak ve yeşil bir kalkınma politikası için çıkarılmadığını, bizler de. Karşı geldikleri de etkin iklim politikaları ve onun finansmanı değil, giderek artan ekonomik darboğazın, geçim sıkıntısının ve emek düşmanı politikaların çeşitli kılıklarda karşılarına çıkıp durmaları. Dünya uzun bir süredir iktisadi ve sosyal olarak büyük bir altüst oluş yaşarken, iklim değişikliğinin etkileriyle yüz yüze gelmeye başlamışken, var olan üretim rejimine hiç dokunmayıp yükü sadece alt gelirlilerin sırtına yıkmanın karşılığı, birçok ülkede suskunluk ve içekapanış olabilir; ama Macron’un unuttuğu, oranın Fransa olduğu sanırım…
Birçok kez yazdım, yazdık; dünyanın geçirdiği kriz, pek öyle bildiklerimizden değil. 1800’lerden, yani kapitalizm yerküreyi sardığından beri 50 yıllık periyotlar halinde gelen Kontradiyef Dalgaları’nın krizlerinden öte bir şey olduğunu, bir türlü geçmek bilmeyen küresel krizden daha iyi anlayabiliyoruz. Bu sadece ekonomik ve sermaye birikim rejimi krizi değil, küresel boyutta ekonomik ve çevresel bir kriz. Ve tabii onların aralarındaki gerilimden beslenen bir sosyal krizin ete kemiğe büründüğü bir uygarlık krizi. Onun için böyle yeni renkler arz-ı endam ediyor, eski renkler tek başına yol gösterici olmuyor. Bir renk olmayan ama tüm renkleri kendi benliğinde tüketen, tüketmek isteyen siyah ise karanlıkların ardından başını çıkarıp yüzümüze sırıtıyor…
Bir kere daha: Ya tüm renklerin dansını izleyecek, geçmişimizin hatalarından aldığımız derslerle gezegenle ve diğer canlılarla dost bir uygarlık kuracağız ya da hepsini yutan tek sesliliğin altında, artık uygarlıksız ve tekinsiz bir iklimde yaşayacağız…