#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

Türkiye’nin Rüzgar Enerjisi Yolculuğu: 20 Yıllık İnişli Çıkışlı Bir Serüven

Geride bıraktığımız 20 yılın ardından rüzgar enerjisi sektörü Türkiye’de artık çok daha tecrübeli. Bu tecrübesini komşu ülkelere ihraç edebilir konuma gelen sektör, kendi içerisinde ise proje girdisinin kesikli yapısı, sık değişen yasal düzenlemeler ve sadece büyük oyunculara hitap eden YEKA konsepti ile hala sürdürülebilirliği yakalayabilmiş değil.

YAZI: İskender KÖKEY

90’ların ikinci yarısında ülke gün­demine romantik bir macera olarak giren rüzgar enerjisi, bugün uygun iklim koşullarında enerji talebinin %10’undan fazlasına cevap verebilen, sürdürülebilir bir arz çeşidi olarak yenilenebilir enerji kaynaklarımızın tam merkezinde duruyor. Türkiye’nin rüzgar enerjisiyle imtihanına değin­meden önce globaldeki gelişim sü­recine şöyle bir göz atmak gerekirse sanırım 1850’ler itibariyle yaşanan sa­nayi devriminden başlamak en doğru­su olur. Yeni yüzyılın gelişmiş ekono­mileri, fosil kaynakları yakarak ortaya çıkan enerjiyi keşfettiği gün itibariyle dünya, bir daha hiçbir zaman eskisi gibi olamayacağı bir sürece girdi. 150 yılı aşkın süredir aralıksız tüketilen fosil kaynaklar bugün iklim değişikli­ği ile bizi baş başa bırakmadan önce kaynağa hakim olmayan ülkeler için güçten mahrum kalma, hatta hayatta kalma mücadelesi haline geldi. Tipik bir fosil kaynak olan kömürün yer­yüzünün sadece %5’inde erişilebilir olduğunu düşünürsek sürdürülebilir olmayan bir kaynak üzerine kurulu dünya düzeninin de aynı şekilde sür­dürülemeyeceği son derece aşikardı.

1973’te patlak veren Arap-İsrail sa­vaşı sırasında, İsrail’e destek veren Avrupa ülkelerinin petrolünü kesen Arap ülkeleri, enerjiye sahip olmanın ne anlama geldiğini tam anlamıyla hissettirmiş oldular. Avrupa’da ha­yatı felç eden enerji krizi sonrasında başta Kuzey Avrupa ülkeleri olmak üzere tüm Avrupa, fosil yakıtların sürdürülebilir olmaktan uzak, riskli ve dışa bağımlı bir kaynak olduğunu fark ederek alternatif çözüm arayışı­na girdi. O güne kadar farklı büyük­lükte birçok rüzgar türbini dünyanın çeşitli yerlerinde geliştirilmiş olsa dahi, endüstriyel boyutta enerji üretmek için kullanılmamıştı. Örnek vermek gerekirse Charles Brush’ın 1887’de İskoçya’da ürettiği 17 met­re kanat çapında, 12 kW jeneratöre sahip modeli sanırım en ilgi çekici olanı olacaktır.

Oyun Başlıyor

1970’lerin sonları itibarıyla, o güne kadar üretilen prototipler artık en­düstriyel boyutta enerji üretmek için çalışan makinelere yerlerini bı­rakmak üzereydi. Bugün en büyük türbin üreticilerinden birisi olan VESTAS, 1978 yılında Danimarka’da resmen faaliyete geçti. VESTAS’ı bugünkü GE rüzgar türbinlerinin temeli olarak kabul edebileceğimiz ZOND’un 1980’de, Alman rüzgar türbini üreticisi ENERCON’un 1984’te kurulması takip etti. 1991’de VESTAS 1000. rüzgar türbinini devreye alırken, 1995’te Hindistan’dan SUZLON, 1998’de ise Çin’den GOLDWIND oyuna dahil oldular. 2000’ler dünya gene­linde rüzgar enerjisinin kabul gördü­ğü ve yatırım yapıldığı bir dönemdi. Türkiye’de de 90’ların ikinci yarısında ilk yatırımlar devreye alınmaya baş­landı. 2018 içerisinde sessiz sedasız devri yapılan ARES Alaçatı proje­si, 1998’de dönemin yatırım modeli olan yap-işlet-devret modeli ile haya­ta geçmişti. 20 yıllık işletme dönemi sonrasında ise bakanlığa devri gerçek­leşti. Henüz hiçbir yasal düzenleme yokken, risk alarak rüzgar enerjisine yatırım yapanlar bugün sektörün en önemli oyuncuları haline geldiler. Globaldeki gelişmeler ve yerel yatı­rımcıların iştahı, 2005’te 5346 sayılı Yenilenebilir Enerji Kanunu’nun (YEK) çıkartılması ile yasal zemine kavuşmaya başladı. Bu kanunla ülke tarihinde ilk kez yenilenebilir enerji türleri, kanun koyucu tarafından ta­nımlanmış oldu. Rüzgar enerjisi ile hidrolik, güneş, jeotermal, biyokütle, biyogaz, dalga, akıntı enerjisi ve gel-git ile birlikte kanundaki yerini aldı.

Sonrasında YEK’i temel alan birçok ek düzenleme yapılırken sektörün en önemli gelişmesi 1 Kasım 2007’de alı­nacak olan, ülkenin rüzgar enerjisine dayalı enerji santralları için verilecek ilk lisanslara ait başvuru süreciydi. 31 GW’lık 695 başvurunun kabul edildi­ği lisans başvuruları, TEİAŞ’ın 13 ayrı ihalede 5,5 GW’lık kapasiteyi toplam­da 149 projeye dağıtması ile sonlandı.

Bu başvuruların ardından ikinci lisans başvuruları 2014’te alındı. Geçen sü­rede oyunun kuralları güncellenerek sektöre arz edilen proje kapasitesinin doğrudan nihai yatırımcıyla buluşma­sı amaçlandı. Bu hedefle, idari başvu­ru sürecine geçebilmek için minimum 1 yıllık rüzgar ölçümü zorunlu kılındı. Ayrıca başvurular artık lisans değil önlisans başvurusu adını alarak, alınan önlisansların hızla yatırıma dönüşmesi konusunda birtakım zorlayıcı kurallar yatırımcıların önüne getirildi. Yasal düzenlemeler ile yatırımcılar önlisans başvuruları öncesinde minimum 60 metre yüksekliğe sahip bir rüzgar ölçüm istasyonunu proje sınırları içe­risinde bir noktaya kurmak, kurulan ölçüm istasyonunun kabulünü Mete­oroloji Genel Müdürlüğü’ne (MGM) yerinde yaptırmak ve maksimum %20 veri kaybı ile bir yıllık veri toplamak zorundaydı. 2013 yılında başlayan rüzgar ölçüm istasyonu kurma çılgın­lığı, yurt genelinde 1400’ün üzerinde kayıtlı istasyonunun MGM’ye kabulü ile tamamlandı. Bu 1400 farklı proje anlamına gelirken bunlardan 1018 ta­nesi 2015’te EPDK’ya ön lisans baş­vurusu olarak yansıdı. İki yıl sonra, Haziran 2017’de ilki, Aralık 2017’de ise ikincisi düzenlenen, açık eksiltme usulü ihalelerle toplamda 2,8 GW’lık kapasite sahiplerine tahsis edildi. 2017’de yapılan ve ülkenin 2. lisans­lama süreci olarak kabul edilen bu ihaleler bugün itibarıyla son dağıtılan lisanslar oldu. Özellikle negatif fiyat­larla alınan kapasiteler artık rüzgar enerjisinin herhangi bir sübvansiyon, destek ya da satın alma garantisi ol­maksızın, kendi ayakları üzerinde du­rabilen bir yatırım çeşidi olduğunun bir kanıtı oldu.

Soru İşaretleri Duruyor

2017 ülke tarihinde ilki gerçekleştiri­len Yenilenebilir Enerji Kaynak Alan­ları (YEKA) ihalesinin sonuçlandığı yıl oldu. 1 GW kapasitenin tek bir konsorsiyuma tahsis edileceği, ihaleyi kazanan grubun yerli imalat ve ülke­de Ar-Ge yapma şartlarını peşinen kabul ettiği bu konsept ile mega pro­jeler sektör gündeminin bir numaralı maddesi halini aldı. Benzer şartlarda bir ihalenin daha sonra güneş enerjisi için de yapıldığı YEKA konsepti, rüz­gar ve güneş enerjisinde ikincilerinin 2019’da düzenleneceği yeni lisansla­ma yönetimi olarak, bakanlığın tercihi olacak gibi gözüküyor.

2018’in ikinci yarısı itibarıyla 7 GW’ı aşan kurulu gücü ile rüzgar enerjisi ülkenin en önemli arz kaynakları ara­sında yer alırken, sektörün sürdürüle­bilir büyümesi konusundaki soru işa­retleri ise hâlâ ortadan kalkmış değil. 2020 yılında alınması öngörülen yeni önlisans başvurularının akıbeti belir­sizliğini korurken, off-shore YEKA’ya beklenen talebin olmaması nedeniyle gerçekleştirilememesi soru işaretle­rini pekiştiriyor. 2019’da başvuruları alınacak YEKA2 ihalesinin dört adet 250 MW’lık projeden oluşması, küs­kün orta ölçekli yatırımcıların tekrar oyuna dönmesi adına umut verici bir gelişme.

Geride bıraktığımız 20 yılın ardından rüzgar enerjisi sektörü Türkiye’de ar­tık çok daha tecrübeli. Bu tecrübesini komşu ülkelere ihraç edebilir konu­ma gelen sektör, kendi içerisinde ise proje girdisinin kesikli yapısı, sık de­ğişen yasal düzenlemeler ve sadece büyük oyunculara hitap eden YEKA konsepti ile hâlâ sürdürülebilirliği ya­kalayabilmiş değil.

EkoIQ Editör