#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

Greta Thunberg Son Zamanlarda Başımıza Gelen En Güzel Şey!

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi (IPM) İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü ve Halk Sağlığı Uzmanı Dr. Ümit Şahin, BM İklim Eylemi Zirvesi’nde
 Paris Anlaşması’ndaki hedeflerin radikal bir şekilde iyileştirileceğine dair tek bir söz edilmediğini belirtirken Greta Thunberg’in söylediklerini beğenmeyenlerin iklim krizinin sorumluluğunu almaktan kaçmak için ne yapacaklarını şaşıranlar olduğunu ifade ediyor.

Yazı: Bulut BAGATIR

Genel olarak BM İklim Eylemi Zirvesi’ni nasıl değerlendirirsiniz? Zirvede Yunanistan ve Macaristan’ın linyit yakıtlı kömürlü termik santrallara veda edeceğine dair açıklamalar gibi görece önemli taahhütler verildi. İklim eylemi açısından bu taahhütler ne derece işlevsel?

BM İklim Eylemi Zirvesi’nde öncekilerden daha akılda kalıcı bir başarı elde edilemedi. Yine tedrici iyileştirmelerle avunmak zorunda kaldık ve bol miktarda laf üretildi ama Paris Anlaşması’ndaki hedeflerin radikal bir şekilde iyileştirileceğine dair tek bir söz duyamadık. Bence zirvenin tek yıldızı Greta Thunberg’di. Onun yaklaşımını görmezden gelen bir anlayışın iklim krizine çözüm üretebileceğine emin değilim.

Tabii dünyada kömürden çıkışın yayılması son derece önemli. Ancak yeni açıklamalarla Avrupa’da bile elektrik üretiminde kömürü bir kaynak olarak kullanmayı bırakacağını söyleyen ülkelerin kömür kapasitesi toplamın yarısına ulaşamadı henüz. Bunun iki nedeni var: Birincisi Türkiye, Balkan ülkeleri ve Polonya’yı kapsayan kömür kuşağı adım atmıyor. İkincisi Almanya oyalama yapmaktan vazgeçmiyor. Almanya’nın 2038 hedefi son derece geç. Bilindiği gibi 2050’de net sıfır hedefine göre bütün dünyanın en geç 2040’ta kömürden çıkması gerektiği hesaplanıyor. Bu en erken ve en fazla sanayileşmiş İngiltere, Almanya, ABD, Japonya gibi büyük ekonomilerin önümüzdeki birkaç yılda, 2030’u bile beklemeden kömürden tamamen vazgeçmelerini gerektirir. Türkiye’nin de aralarında olduğu, halihazırda kömürün payının yüksek olduğu daha az gelişmiş ülkelerin de yeni kömürlü santral planlarını tamamen terk etmeleri ve mevcutları en geç 2030-2040 arasında kapatacak bir plan hazırlayıp açıklamaları gerekiyor. Bundan aşağısı emisyon eğrisi üzerinde etkili olmaz.

Zirveden önce Rusya’nın ve Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı meclislerinden geçirebileceklerine dair haberler yayımlandı. Rusya’nın açıklamasıyla başlayalım dilerseniz. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in sözcüsü, zirvede yaptığı konuşmada, Rusya’nın Paris Anlaşması’nı kabul ettiğini ve bu uluslararası aracın tam katılımcısı olduğunu açıkladı. Ancak yine de Rusya’nın hedeflerinin kritik derecede yetersiz olduğu belirtiliyor… Bu konuda görüşlerinizi alabilir miyiz?

Rusya fosil yakıt üreticisi bir ülke. Dünyadaki petrol ve gaz üretiminde %14 gibi ciddi bir paya sahip. Arktik’te buzulların erimesinden yararlanarak yeni fosil yakıt aramaları yapıyor. Ayrıca dünyanın en zengin ikinci kömür rezervlerine sahip ve fosil yakıt ihracı da Rusya’nın dış ticaretindeki en büyük kalem. Dolayısıyla Rusya’nın iklim değişikliğiyle mücadeledeki rolü ancak Suudi Arabistan, Avustralya gibi ülkelerle karşılaştırılabilir. Bu nedenle Kyoto’da olduğu gibi Paris’te de Rusya bilerek en geç kalan, en az adım atan, en gönülsüz büyük ülke rolünü oynuyor. Müzakerelerdeki tutumu da top çevirmekten ibaret. Ancak Rusya Sovyetler Birliği’nin çözülmesinden sonra kapanan sanayi tesisleri nedeniyle emisyonları en çok düşen ülkelerden biri olduğu için bu “1990 sonrası kendiliğinden azaltımın” ekmeğini yemeye devam edecektir. Şu anki Paris hedefleri ise son derece yetersiz ve 2030’da toplam emisyonları 3 milyar tonu bulabilir. Oysa Rusya güncel karbon emisyonlarında dünya dördüncüsü ve tarihsel sorumluluk açısından da dünya üçüncüsü. Dolayısıyla Putin’in yaptığı diplomatik danstan ibaret.

Türkiye ile devam edelim. Bir önceki soruda da belirttiğimiz gibi Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı özel bir finans paketi karşılığında meclisinden geçireceği konuşuldu. Ancak bu gerçekleşmedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşması da birçok açıdan hayal kırıklığı yarattı. Erdoğan’ın Zirve’deki konuşmasını, özellikle BM Genel Sekreteri Guterres’in somut eylem talebi ile birlikte düşündüğümüzde nasıl yorumlarsınız?

Türkiye’nin eylemsizlikten ibaret olan iklim politikalarında henüz bir değişiklik işareti yok. Somut bir eylem konu- sunda bir adım atılmadığı gibi somut eylemlerin içeride konuşulduğuna dair bir işaret de yok. Konuşma bunları teyit etti. Bir hareketlenme olması için iki ön koşul var: Birincisi Türkiye’nin bir geçerliği olmayan eski argümanları bir yana bırakıp Paris’i onaylaması. İkincisi kömürü, enerji politikasının merkezinden çıkarması. Özel finans paketi bunları yapmaya yardımcı olacaksa iyi tabii. Ama ekonomik kriz nedeniyle ihtiyaç duyulan dış kaynak için Paris Anlaşması’nı kullanmak dünyanın (ve tabii Türkiye’nin de) önündeki en büyük ekolojik ve insani krizi araçsallaştırmak olur ve bir işe de yaramaz. Dolayısıyla bu iki adım atılmadığı sürece Türkiye’nin iklim politikalarını tartışmanın giderek tali bir hale gelmeye başladığı kanısındayım maalesef.

Zirve’de yaptığı konuşma hem çok beğenilen, hem de çok eleştirilen Greta Thunberg’in Türkiye’yi BM’ye şikayet etmesi Türkiye halkının “sabrını taşırdı”. Greta özelindeki iklim eylemi karşıtlığını nasıl yorumlarsınız? Greta’dan sonra nasıl bir dünya bekliyor bizi?

Greta Thunberg son zamanlarda başımıza gelen en güzel şey! Greta’nın söylediklerini beğenmeyenler iklim krizinin sorumluluğunu almaktan kaçmak için ne yapacaklarını şaşıranlar. Greta’yı, BM ortamının hiçbir şeye yaramayan, kokmayan bulaşmayan üslubuna teslim olmadığı için eleştiriyorlar. Zaten Greta’nın sert bir şekilde suçladığı da tam bu kesim değil mi? İklim krizi dar bir grubun meşgul olduğu bir “çevre meselesi” olarak algılansın ve öyle kalsın diye senelerdir çırpınıyorlar ve Greta çıkana kadar başarılı da oluyorlardı. Şimdi ise pabuç pahalı hale gelmeye başladı. Bugüne dek sesi olmayan gelecek kuşakların temsilcisi haline gelen Greta’nın sert üslubu ve doğrudan hedefe yönelik tavizsiz konuşmaları sayesinde artık kimse bu oyalama taktiklerini yemiyor. Bu sayede küresel iklim grevinde 6 milyon kişi sokağa çıktı. Ve bu çocukların başlattığı isyan bitmeyecek. Yalanlarını sürdürmek isteyen devlet yetkilileri, şirket temsilcileri ve kendilerine muhalif veya çevreci de deseler aslında bir işe yaramayan resmi politikaların peşinde sürüklenmekten başka bir vizyonu olmayan sivil kesimlerin işi zor bundan sonra.

Türkiye’de insanların Türkiye’yi dünyanın merkezi sanma huyu ise gülünç. Türkiye iklim krizinde sorumluluğu olan ülkelerden biri ve iklim politikası sicili de senelerdir kaçak oynamaktan ve kömür sevdasından dolayı iyice bozulmuş durumda. Ancak neticede Türkiye’nin hem tarihsel sorumluluğu hem de mevcut emisyonları dünya ortalamasında, yani küresel iklim hareketinin en büyük hedeflerinden biri Türkiye değil. Türkiye’nin iklim konusundaki sorumluluğunu dört başlıkta özetleyebiliriz: İlk olarak Sanayi Devrimi’nden bu yana tarihsel kümülatif emisyonlara bakıldığında payımız oldukça az, geç sanayileştiğimiz için… Ama 1990 sonrası sorumluluğumuz az değil. Güncel ulusal emisyonlara bakıldığında ise 197 ülke içinde en çok emisyon yapan ilk 20 ülke arasındayız ve payımız küresel emisyonların %1’inden fazla. Nüfus ve ekonomi açısından bize benzeyen pek çok Avrupa ülkesinin de %1 civarında payı olduğu düşünülürse bu oranın az olmadığı anlaşılır. Emisyonları artırma hızımız da, fosil yakıta dayalı hızlı büyüme yüzünden 1990-2017 arası %140 artışla dünya rekoruna yakın. Yani sorumluluğu en hızlı artan ülkelerden biriyiz. Son olarak kişi başına düşen emisyonumuz 2017 rakamlarıyla 6,6 ton, bu da pek çok Avrupa ülkesiyle aynı veya onların üzerinde ve tam da dünya ortalamasında. Yani Türkiye’nin sorumluluğu dünya ortalaması kadar veya bunun biraz üzerinde. Dolayısıyla alınması gereken önlemlerin de dünya ortalamasında olması gerekiyor. Pek çok Afrika, Okyanusya ve Güney Asya ülkesi gibi herkesin yaptığının %1’ini yapması beklenen ülkeler varsa da, biz onlardan değiliz.

Dolayısıyla Türkiye’nin bir G20 ülkesi olarak eleştirilmesi son derece doğal. Thunberg ve arkadaşlarının Çocuk Hakları Sözleşmesi bağlamında şikayet ettiği ülkelerden biri olmamızın nedeni de G20 ülkeleri arasında -ne güzel ki- bu şikayet hakkını tanıyan birkaç ülkeden biri olmamız. ABD ve Çin gibi en fazla emisyon yapan ülkelerin sözleşmenin ilgili ekini imzalamadıkları için şikayet edilmediklerini biliyoruz. Burada ilginç olan iklim politikalarını ilk kez duyan bazı insanların ve yazarların fena halde üzerlerine alınıp neyin ne olduğunu bile anlamadan hemen Türkiye’nin masum olduğu ezberini tekrarlamaya başlamış olmaları. Bu kadar düşünmeden etmeden savunma telaşı suçluluk psikolojisinden de kaynaklanabilir, bunu da unutmasınlar.

İklim Eylemi Zirvesi’nin bir başka dikkat çeken yönü ise, devletlerin ikircikli tavırlarına karşın, özel sektörün, finans kuruluşlarının ve birçok büyük firmanın desteği ve tavırları idi. Birçok uluslararası firma çalışanlarının greve katılımını destekledi. Bankalar ve finans kuruluşları, 1.5 derece hedefine uyumlu hareket edeceklerine dair kararlar açıkladı. Bu konuda görüşlerinizi alabilir miyiz?

Bu iklim eyleminin devletlerin tekelinden çıktığının bir göstergesi. Dünya ekonomisi karbonsuzlaşma yönünde olması gerekenden çok daha yavaş da olsa, önemli bir dönüşüm içinde. Bu dönüşüme direnmeye devam eden sektörler ve şirketler bir süre sonra silinecekler. Bu gerçeği anlayanlar olsa da ben çoğunluğun henüz bu anlayışın çok uzağında olduğunu düşünüyorum.

Bir başka önemli gelişme de, yerel yönetimlerden geliyor. Bu konuda neler düşünüyorsunuz?

Yerel yönetimler merkezi devletlere göre daha atak, çünkü genellikle enerji üretimine çok uzaklar. Küresel seragazı emisyonlarının %25’i elektrik ve ısı üretiminden, %24’ü tarım, hayvancılık ve ormancılıktan, %21’i sanayiden geliyor. Yerel yönetimler bu %70’lik kısımda ancak bina verimliliğinde, evsel ısınmada vb. alınacak önlemlerle sınırlı bir etkide bulunabilir. Yani emisyonların çoğundan sorumlu sektörlerde büyük ölçüde “Bizim elimizden bir şey gelmez” deme şansına sahipler. Tabii federal devletlerdeki bölgesel hükümetlerden değil, bizde olduğu gibi belediyelerden bahsediyorum. Dolayısıyla yerel yönetimlerin azaltım anlamında ağırlıklı olarak %14’lük ulaşım, %6’lık binalar ve çok daha az oranda katkısı olan atıklar kısmında yapabilecekleri şeyler var. Ayrıca yeşil alanların artırılması, sağlık adaptasyonu gibi daha çok uyumla ilgili önlemler alabilirler. Bunu da küçümsüyor değilim ve iklim eyleminin yerel yönetimlerin stratejik önceliği olması gerektiğini düşünüyorum. Ancak belediyeler böyle yapmak yerine iklim değişikliği konusunda yapılacakları, çevre bürosunun çağdaşlık gereği ilgilendiği bir işe çevirip “farkındalık artırmakla” ilgilenirlerse zaman kaybettirmekten başka bir şeye hizmet etmezler. Bunun yerine iklim eyleminin bütün yerel yönetim politikalarının merkezine oturtulması gerekiyor. Son zamanlarda buna hazır olan yerel yönetimler ortaya çıkmaya başlıyor sanırım. Böyleyse, bu heyecan verici.

Önümüzde COP25 var. Bu konferansa kadar iklim diplomasisi anlamında nasıl günler bekliyor bizi?

COP25, çok daha kritik bir zirve olan 2020’de yapılacak Glasgow COP26 öncesi son peşrev olacak. Bu sene de “ambition”, yani hedeflerin sıkılaştırılması gündemiyle geçecek. IPCC’nin bu konferans öncesi hem toprak kullanımı hem de okyanus ve buz özel raporu çıkarmış olması da önemli. 6. Değerlendirme Raporu da yaklaşıyor. Ancak neticede ben bu Aralık’ta yine Brezilya, Avustralya, Suudi Arabistan gibi işi yokuşa sürmekle görevli ülkelerin yaratacakları gündemlerle uğraşacağımızı sanıyorum. Tabii Greta’nın Şili’ye geliyor olması oyun bozucu olabilir, onu da göreceğiz. Ama bence asıl gelecek seneden sonra her şey değişecek. Glasgow önemli. 2020’lerde bizi bambaşka bir dünya, bambaşka iklim müzakereleri, bambaşka bir iklim hareketi bekliyor. Herkesin buna şimdiden hazırlanmaya başlaması gerekir.

EkoIQ Editör