T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın faydalanıcılığında Avrupa Birliği IPA fonlarından finanse edilerek, ‘WeGlobal’ liderliğindeki uluslararası bir konsorsiyum tarafından yürütülen “İklim Değişikliği Alanında Ortak Çabaların Artırılması Projesi” (İklimIN) kısa bir süre önce tamamlandı. Programın Politika Danışmanı ve Küresel Denge Derneği Başkanı Dr. Nuran Talu, “Anadolu’yla kucaklaşmadan iklim krizi ile mücadele olmaz, kolektif çaba derken kağıt üstünde değil, sahada el ele vermeyi kastediyoruz” diyor.
YAZI: Barış DOĞRU
Uzun süredir iklim değişikliği ile ilgili ülke çapında bir eğitim seferberliği içindeydiniz. Bu süreci genel olarak değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle bu İklimin Eğitim Programının gelmiş geçmiş iklim eğitimlerinden daha farklı ve kapsamlı olduğunu söylemek lazım. Bugüne kadar ulusal ve yerel düzeylerde çok sayıda iklim değişikliği eğitimi verilmesine karşın, bu eğitimlerin sürecinde ya da sonunda özellikle yereldeki iklim politikalarına ya da uygulamalara faydasının sorgulanması hemen hiç yapılmamıştı. Yerel paydaşların iklim mücadelesindeki kapasitesini geliştirmek ilk adım olabilir ancak ikinci ve daha önemli olan adım ise yerelde iklim değişikliği ile mücadeleyle ilgili hizmetleri ve bunların ulusal politikalara olan katkılarını su yüzüne çıkarmak olsa gerek. Bu süreçte biz bunu yaptık. Zaten İklimIN’in nihai amacı da Türkiye’nin iklim değişikliği politikalarını, merkezi ve yerel düzeydeki karar verenler ve diğer paydaşlar arasındaki diyalog boşluğunu doldurarak geliştirmekti. Burada amaç, yerel paydaşların iklim değişikliği ile mücadelesinde politika üretme, geliştirme ve uygulama kapasitelerinin artırılması ve karşılıklı bilgi alışverişini sağlamaktı. Süreç yaklaşık 2,5 yılımızı aldı. Yerelde hedef kitlelere gitmeden önce, seçilen illerde yerel paydaşlara iklim değişikliği ile mücadelenin hangi alanlarında eğitimlerin verilmesi gerektiği üzerine anlamlı bir ihtiyaç belirleme ve değerlendirme süreci yaşadık. Kapsamlı bir “Eğitim İhtiyaç Analizi Anketi” çalışması yaptık. İhtiyaç analizinin çıkış noktası; yereldeki hedef kitlelerin -ki bu kitlelerin homojen olmamasına özen gösterildi- mevcut çalışmalarına iklim değişikliği ile mücadeleyi katmak yönünde kapasitelerinin artırılması oldu ve eğitim alanları, hedef gruplar ve lokasyonlar tümüyle bu yaklaşım dikkate alınarak tasarlandı.
Amacımız emisyon azaltımı ve iklim değişikliğinin etkilerine uyum için ilgili birçok sektör temsilcisini ve paydaşı yerel düzeyde bir araya getirerek, çalışmalarında arayüzler (interface) oluşturmak için kapasitelerinin artmasını sağlamak olunca, bu durum özellikle yerel paydaşlar arasında kalıcı bir diyalog ortamının inşasının gerekliliğine de işaret ediyordu tabii. Nitekim eğitimlerimiz bir yandan teknik destek verirken, öte yandan hedef gruplar arasındaki bu etkileşimleri güçlendirmeye de zemin oluşturdu ve gidilen tüm illerde (ve komşu illerinden) yerel düzeydeki resmi makamlar ile ilgili diğer paydaşların iklim mücadelesi için buluşmasına vesile olundu. Esasen burada beklediğimiz, katılımcılık anlayışında taktik değiştirmek ve toplumun ilgili kesimlerinin bir arada çalışması yöntemlerini belirlemekti. Bu yapıyı kurduk biz. Zaten iklim değişikliği meselesinin çok katmanlı ve karmaşık bir çerçeve içinde olması bu ihtiyacı doğruluyor. Eğitim paketi de bu çerçevedeki çeşitli alanlarda; i) politikalar (uluslararası/ uluslararası bölgesel-AB ve ulusal), ii) ulusal hukuki ve kurumsal çerçeve, iii) fen bilimleri ve mühendislik ağırlıklı, iv) sektör ağırlıklı (enerji, tarım, atık, bina, altyapı, ulaştırma, sağlık) ve v) tematik konular ağırlıklı (afet, kentleşme, su kaynakları yönetimi, gıda, iklim adaleti, iklim davaları) hazırlandı. Eğitimleri, 20 ilde odaklanarak (Elazığ, Erzurum, Sivas, Samsun, Sinop, Artvin, Tokat, Çanakkale, Hatay, Nevşehir, Tekirdağ, Edirne, Mardin, Van, Adana, İzmir, Aydın, İstanbul, Kocaeli, Ankara) toplamda 63 ilde 489’u kadın olmak üzere 1090 katılımcıya verdik.
Eğitimlerin katılım profili sizce yeterli miydi?
Başlangıçta eğitimlerin hedef gruplarını i) devlet (merkezi kamu yönetimleri) ve ii) devlet-dışı gruplar (yerel/bölgesel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler vb.) olmak üzere iki temel hattan belirledik ve çağrıları da çok sektörlü paydaş analizleri üzerinden yaptık. Eğitim konuları da bu grupların iklim değişikliği ile mücadeledeki temel yetkinliklerine ve çabalarının ortaklaştırılmasına yönelik olarak tasarlandı. Sürecin sonunda katılım profilini bir bütün olarak değerlendirdiğimizde merkezi yönetimin taşra teşkilatlarının, belediyelerin ve üniversitelerin çoğunlukta olduğunu gördük. Mesleki açıdan bakıldığında da, hemen her ilde yerel yönetim uzmanlarının (özellikle İl Çevre ve Şehircilik Müdürlükleri ve belediyeler) daha çok çevre mühendisleri ve şehir plancıları olduğu dikkat çekti. Bu resim iklim değişikliği ile mücadelede kentsel çevre (atıksu, katı atık, hava kalitesi) altyapısı ve kent fiziki planlama politika ve uygulamalarının hızlandırılması açısından faydalı görülmekle birlikte, iklim değişikliği konusunun hemen her ihtisas dalını içermesi -ki bu durumu eğitim modüllerinin yapısı ile açıkça gösterdiğimizi düşünüyoruz- nedeniyle yereldeki paydaşların insan kaynağı seçimlerinde çok disiplinli bir yöne doğru gelişmeleri (peyzaj mimarları, sosyologlar, farklı ekosistemler için uzmanlaşmış doğa bilimcileri, ekonomistler, halk sağlığı ve çevre uzmanları, çevre hukukçuları vb.) ihtiyacını ortaya çıkardı.
Anadolu’dan bakıldığında iklim değişikliği ile mücadelede, politika müdahale alanları ve planlama stratejileri açısından nasıl bir resim çıkıyor?
İklim mücadelesinde temelde iki politika müdahale hattını ve bunun çözümlerini konuşuyoruz hep. Birincisi seragazları emisyonlarının azaltılması, diğeri ise etkilere uyum sağlanması. Şahit olduk ki, birçok ilde interaktif müzakereler emisyon azaltımına kıyasla, iklim değişikliğinin etkilerine uyum ihtiyacı üzerinden yapıldı. Veri- len eğitim konuları (iklim değişikliği- nin tarım sektörüne, su güvenliğine ve gıda güvenliğine, halk sağlığına etkisi, kentlerin iklim afetlerini dirençsizliği vb.) içerisinde masalarda daha çok bu sektörlerin uyum sorunları ve çareleri tartışıldı. Özellikle Doğu’daki, Güney- doğu’daki illere kaydıkça iklim değişik- liğinin etkilere uyum sağlama ihtiyacı iyice netleşti.
Tabii bunun temel nedenleri var. Anadolu’da hem il düzeyinde hem de bölgesel olarak sosyo-ekonomik eşitsiz- liklerin bertaraf edilmesi, yerel ekonomilerin gücünün artırılarak kırsalda geçim kaynaklarının geliştirilmesi ihtiyacı yıllardır sürüyor. İklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlamanın bu kronik sorulara bir ölçüde çare olması bekleniyor ve bunun için hem yerel, yani il ölçeğinde hem de bölgesel ölçekte iklim uyum eylem planlamasına ihtiyaç var.
Bu ülkede epeydir uygulanan çok sayıda ve ölçekte iklim mücadelesi ile ilgili olan politika planları var: Tarımsal Kuraklık Eylem Planları, Çölleşme ile Mücadele Ulusal Eylem Planı, Ulusal/Bölgesel Havza Yönetim Stratejisi ve Eylem Planları, Yukarı Havza Sel Kontrolü Eylem Planları, Maden Sahaları Rehabilitasyon Eylem Planları, Baraj Havzaları Yeşil Kuşak Ağaçlandırma Eylem Planı… Say, say bitmez. Ancak, bu planları bizzat uygulayan yerel sesler masalarda kendi uygulamalarının olduğu kadar, mevcut politikaların da iklim değişikliğine uyum sağlamaya yeterli olmadığını dile getirdiler. Bu politikaların ve planların mevzuat ve kurumsal açıdan iklim krizi dikkate alınarak gözden geçirilmesi konusu özellikle tarım ve su sektörü eğitimleri tartışmalarında gündeme geldi ve su havzalarındaki yanlış yatırımların sebep olduğu ekolojik tahribatın önlenmesinin iklim etkilerine uyum sağlamadaki önemi çokça vurgulandı. Hatırlarsınız geçen yılın ortalarında, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından bölgesel düzeyde iklim mücadelesine işaret eden ve Türkiye’de ilk inisiyatif olarak tanımlanan “Karadeniz İklim Değişikliği Eylem Planı” açıklanmıştı. Bu Planın Karadeniz’deki iklim değişikliğine bağlı afetleri azaltmak için hazırlandığını ve bölgede dere yatağında bulunan, iklim değişikliği nedeniyle risk altında olan, acil ve öncelikli taşınması gereken binalar için yeni kentsel dönüşüm projelerine konu olduğunu gördük. Ancak, sorunları fiziki planlama tedbirleri ile çözmek meselenin sadece bir parçası. Bize göre bölgede ekonomik, ekolojik ve toplumsal bütünlüğü olan bir iklim mücadelesi politikası tasarlanamazsa, uzun vadeli çözümlere ulaşmak imkansız. Gittiğimiz Karadeniz illerinde bölgenin deniz ve kıyılarının iklim değişikliğine uyumundan, su kaynaklarının iklim-akıllı yönetimine, ya da Karadeniz kentlerinin iklime dirençli olmasından, iklim mücadelesinde sosyo-ekonomik ve sosyo-ekolojik toplumsal taleplere kadar tartıştığımız bir dizi konunun Karadeniz İklim Değişikliği Eylem Planı’nın da konusu olması gerekir.
Eğitim alanları açısından sürecin sonunda önemli gördüğünüz diğer vurgular neler?
Tüm süreçte küresel politikalar çerçevesinde iklimin değişmesinde geçmisten gelen sorumlulukları olan ülkelerin sorunların çözümünde daha etkin rol üstlenmeleri konusunda katılımcıların hemfikir olduğunu gözledik. Farkındalık açısından bakıldığında, insan faaliyetlerinin iklim değişikliğine neden olduğuna dair bilimsel temellerin kabulü hemen her ilde genel tespitimiz oldu. Eğitimlerde iklim değişikliği ile mücadele ile doğrudan/dolaylı ilgili olarak Türkiye’nin yasal ve kurumsal yapısının kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesi yerel kuruluşların mevzuat uygulamaları hakkında ayrıntılı bilgiler vermesini sağladı. Mevzuat ve kurumsal yapılanmaların iklim mücadelesi açısından işlerliği noktasında beklentileri ve sıkıntıları Ankara için not ettik.
Küresel iklim değişikliği ve Türkiye’ye yansımalarıyla ilgili bilimsel temellerin yeterince bilinmemesi, konunun öneminin yerel düzeye indirilememesinin nedenlerinden biri aynı zamanda. Bu durum özellikle yereldeki üniversitelerin bilimsel araştırma kapasitelerini de olumsuz etkileyen unsurlardan biri. İklim bilimi eğitimleri sonrasında paydaşların iklim değişikliğinin hem kısa hem uzun vadeli risk olduğunu daha iyi algıladıklarını gördük.
Hemen her ilde (ve komşu illerden) eğitime katılan üniversiteler ve ilgili fakülteleri iklim değişikliği ile mücadele alanında yörelerinde bilimsel araştırma projeleri geliştirme heyecanlarını paylaştılar ve işbirliğine hazır olduklarını dile getirdiler. Ancak, üniversitelerin iklim finansmanı kaynaklarına erişimdeki zorlukları ve/veya usulleri konusunda yeterli olmadıklarını gözledik. Bu konularda rehberliğe ihtiyaç duyduklarını kendileri dile getirdiler. Katılımda çeşitliliğe özellikle önem vermemize rağmen, yerelde temsil edilen özel sektör camiasının şemsiye sivil oluşumları (Sanayi ve Ticaret Odaları, OSB vb.) tarafından katılım sağlanamadı, gelmediler. Bu durum sürdürülebilir kalkınma boyutundan bakıldığında iklim değişikliği ile mücadelenin yerel ekonomi ayağının zayıflığını düşündürüyor elbette.
İklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin yerel ekonomileri etkilemesi ile tarım ve kent ekonomileri olmak üzere iklime dirençlilik üzerine oldukça yoğun tartışmalar yaşandı. Ancak iklim mücadelesini fırsata dönüştürme noktasında, rasyonel ve önceden öngörülen politikalar uygulayarak ekonomik fayda ve kazanç ele edilmesine dair bakış açısının yerel paydaşlar açısından henüz olgunlaşmadığı da önemli gözlemlerimizden biri.
Eğitimlerde fosil yakıt bağımlılığından kurtulmak amacıyla ikame çözümler tartışılırken, iklim mücadelesi için daha çok enerji verimliliğinin öncelikli çözüm olması gerektiğine yoğunlaşıldı ve yerel uygulamalardan bu yönde olumlu örnekler paylaşıldı.
“Kentler ve İklim Değişikliği” başlıklı eğitimlerde kentlerde emisyon azaltımı için neler yapabileceği (enerji verimliliğinin desteklenmesi, temiz ve yenilenebilir enerjinin yaygınlaştırılması; arazi kullanım planlamasıyla daha fazla yeşil alan sistemi yatırımı, katı atık yönetimi ile geridönüşüm, atık azaltımı, kompost ve metan gazı kullanımı, atık- su arıtma çamurundan biyogaz üretimi, yenilenebilir enerji altyapısı; kent içi ulaşım planlaması ile daha etkin toplu taşıma, yaya ve bisiklet ulaşımı için altyapılar vb.) hakkında bilgiler ayrıntılı olarak verildi.
Eğitimlerimizde ayrıca, kentlerde karbon emisyonlarının kontrol edil- mesinin ne gibi faydalar sağlayacağına ilişkin konular (yakıt, hammadde ve işletme giderlerinin azaltılmasıyla ekonomik tasarruf, hava kirliliğinin azaltılması, bölgesel temiz hava merkezlerinin hizmetlerinin iklim mücadelesindeki yeri; kent içi ulaşımda önlemler, kentsel halk sağlığı kalitesinin artırılması, yerel ekonomik kalkınmanın desteklenmesi ve yerel istihdamın artırılması vb.) kapsamlı bir biçimde katılımcılarla paylaşıldı.
İklim değişikliğine dirençli kentler için belediye hizmetlerinde vizyonlu bir bakışın gerekli olduğu, bunun için belediyelerin beşeri kapasitelerini güçlendirmenin finansman kaynağına odaklanmaktan daha önde bir konu olduğu değerlendirmeleri yapıldı. Henüz mevzuat açısından bir sorumluluk değilse de, bazı büyükşehir belediyelerinin bünyelerinde iklim değişikliğiyle ilgili birimler oluşturmaları dikkat çekti.
Bazı büyükşehir belediyeleri tarafından yapılmış yerel iklim değişikliği eylem planlarına dair bilgi paylaşımında gördük ki, planların hemen hepsinde iklim değişikliğinin etkilerine uyumla ilgili hedefler yok ya da çok zayıf. Bir başka önemli eksiklik de planların sosyal boyutunun hiç olmayışı. Örneğin bu planlarda gençlere, kadınlara ve diğer kesimlere (engelliler, işçiler, çiftçiler, kadın çiftçiler vb.) toplumsal bir kategori olarak yer verilmemiş durumda. İstanbul, Denizli ve Kocaeli iklim eylem planlarında ve diğerlerinde iklim değişikliği daha çok teknik bir sorun gibi ele alınarak değerlendirilmiş durumda, yani yerel iklim eylem planlarının topluma mal edilmesi gereken bir gelecek planlaması olduğu konusunda algı ve bilgi eksikliği var. Bu nedenle henüz hazırlık aşamasında olan (Hatay, Erzurum ve diğer bazı iller) yerel iklim eylem planlarının ‘toplumsallaştırma’ zihniyetiyle ele alınması konusu eğitimlere katılan belediyelerin yetkilileri ve uzmanlarıyla özellikle tartışıldı. Türkiye’de iklim değişikliği ile oluşan afetlerin (sel, taşkın, kuraklık, hortum vb.) tespit edilmesi ve önlenmesi açısından erken uyarı sistemlerinin ve ağ yapılarının yetersizliği hemen her ilde gündeme geldi. İklim değişikliğinin gittiğimiz kentlerde etkilerinin her geçen gün daha çok hissedildiği, şiddeti ve yoğunluğu artan aşırı hava olayları, kentlilerin yaşam alanlarını her geçen gün daha çok etkilediği çeşitli örneklerle paylaşıldı.
İklim değişikliğinin halk sağlığına etkileri ile ilgili eğitim modülü her ilde ilgi odağı oldu. İnteraktif tartışmalarda iklim değişikliği ile mücadelede ele alınan hemen tüm ekonomik sektörlerin sağlık etkilerinin ulusal ve yerel politikalara yansıması üzerinde duruldu. Müzakerelerde Türkiye’de iklim değişikliğinin neden olduğu sağlık etkilerini tahmin etme, modelleme, kanıt biriktirme vb. konusunda bilimsel çalışmaların yeterli olmadığı belirtildi.
Yerel paydaşlar iklim mücadelesine ‘iklim adaleti’ kanadından bakıyorlar mı?
İklim değişikliği ile mücadelenin insan haklarıyla olan doğrudan bağı Paris Anlaşması süreci ile birlikte açıkça ortaya konuldu. Bu yeni süreçte kuşaklararası ve cinsiyetlerarası iklim adaleti, iklim davaları gibi önemli kavramlar ülkemizin gündemine de yavaş yavaş girmeye başladı esasen. Biz de bu hususları dikkate alarak, İklimIN eğitimlerinde bu konuyu önemle ele aldık. Ve iklim değişikliğinin sosyal adaletle kesişme noktalarının interaktif tartışmalarda beklediğimizden çok daha fazla yer aldığını gördük. İklim değişikliğinin sosyal adalet ve eşitlik kavramlarıyla ilişkilendirilmesi ve konuya kuşaklararası sorumluluklar açısından bakıldığında bu mücadelede gençlerin rolü ile ilgili verdiğimiz eğitimler de oldukça ilgi çekti. Hatta daha ileri giderek söyleyebilirim ki, bu konularla doğrudan ilgili olan “İklim Mücadelesinde Ekonomik, Sosyal ve Ekolojik Adalet” ile “İklim Değişikliği ile Mücadelede Gençliğin Sorumluluğu” başlıklı eğitim modülleri en yenilikçi olanlarıydı. Türkiye’de yıllardır iklim değişikliği politikaları tartışılır ama bugünlere kadar meselenin adalet ve insan hakları boyutunun hiç ele alınmadığını biliyoruz. Esasen biz bu eğitimlerle yerelde karar vericilere iklim değişikliğinin sosyoekonomik etkilerinin nasıl bir çerçevede ele alınması gerektiğini aşılamaya yöneldik. Meseleye sivil toplumun sahiplenmesi açısından baktığımızda, eğitimlerimize gelen sivil toplum kuruluşlarının sayıları ve donanımları beklenildiği ölçüde yeterli olmasa da -Batı illerindeki katılım profilinde sivil toplum kuruluşlarının sayılarının çokluğu ve birikimleri daha dikkat çekiciydi- konuya katkıları, barışçıl ve yapıcı tutumları son derece kıymetliydi. Özellikle çevre sorunlarının yoğun yaşandığı illerdeki (Edirne, Tekirdağ, Artvin) sivil toplum kuruluşları ve platformları (Tekirdağ, Edirne ve Kırklareli çevre gönüllü kuruluşlarından ve kent konseylerinden oluşan Trakya Çevre Platformu gibi) savundukları doğa koruma davalarını iklim değişikliği konularıyla ilişkilendirme fırsatını yaşadılar, daha da önemlisi fikir ayrılıklarını merkezi ve yerel düzeydeki karar verenlerle birlikte aynı masada güçlü bir şekilde dile getirdiler. Artvin Cerattepe’de madencilik faaliyetlerine karşı doğa koruma mücadelesi veren ve bunun için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile yıllardır mahkemelik olan Yeşil Artvin Derneği ile aynı Bakanlığın karar vericilerini/ uzmanlarını iklim politikaları tartışma zemininde buluşturduk. Böylece iklim mücadelesinin çoklu diyalog ortamları yaratılmadan yapılamayacağı da başta karar verenler ve uygulayanlar olmak üzere yereldeki her paydaş tarafından kabul görmeye başladı. Buradan bakıldığında süreçte kazanılan deneyimler, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın iklim mücadelesindeki öncü ve merkezi-yerel kurumlararası koordinasyon rolünün güçlenmesi için de faydalı oldu diye düşünüyoruz. Çok paydaşlı karar verme zihniyetinin yerleşmeye başlaması başlı başına bir dönüşümdür diye düşünüyorum.
Bu sürecin Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadelesine hangi açılardan fayda sağladığını düşünüyorsunuz? Kazanımlarınız neler oldu?
Bu program iklim değişikliği konularında yerelde belirli hedef kitlelere eğitim vermekten çok daha fazlasına fırsat verdi. Bu süreçte isteğimiz, iklim politikalarında dünya ne konuşuyorsa Anadolu’yu o düzeye taşımaktı, bunu genelde başardığımızı düşünüyoruz. Eğitimlerin mantığı yerel kuruluşlar tarafından yapılan hizmetlerin iklim mücadelesine tercüme edilmesini sağlamak amacıyla tasarlandı. Böylece yerel paydaşlar kendi çalışma alanlarıyla iklim değişikliği ile mücadele konularının kesiştiğinin/bütünleştiğinin farkına vardılar. Geniş bir yelpazede üçer gün boyunca süren ve her konuya yeterince (bir yarım gün) zaman ayrılan eğitimlerin, interaktif müzakerelere imkan verecek sayıda ve temsilde olmaları, katılımcı kuruluşların iklim değişikliği ile ilgili yerel çalışmalarını, uygulamalarını, yaşanan darboğazları ve daha önemlisi çözüm önerilerini paylaşmalarına da fırsat sağladı. Dolayısıyla hem Çevre ve Şehircilik Bakanlığı hem de yerel yönetimler bu alandaki imkan ve ihtiyaçları daha net olarak görebildiler. Eğitim Programının bir başka amacı da Türkiye’de iklim değişikliği ile mücadelede uzmanlaşmayı hızlandırmaktı. Bu çerçevede, eğitim konularını içeren ve her disipline cevap verecek/yol gösterecek kapsamlı bir arşiv hazırlandı ve ulusal iklim bilgi sisteminde önemli bir kaynak olarak yerini aldı.
Sizce bu kazanımların sürmesi için bundan sonra neler yapılmalı?
Biz, yerelde paydaşların iklim değişikliğiyle mücadeleyi gündemlerine almada ne kadar istekli olduklarını gördük. Ancak motivasyonun yüksek olmasına şahit olmakla beraber, halen yerel kuruluşların uygulama kapasitelerini güçlendirmenin ihtiyacını da gördük. Bu resim, iklim değişikliği ile ilgili konuları stratejik bir yaklaşım ve bütünlük çerçevesinde ele alarak ülke çapında sistemli eğitimlere devam edilmesini gerektiriyor. Benzer çok yönlü eğitimlerle yerelde birçok paydaşı bir araya getirmeye devam etmek lazım. Eğitimlerin sonunda yerel yönetimler ve diğer yerel kuruluşlar (sivil toplum, akademik kuruluşlar vb) arasında ortak konularla ilgili iletişimlerin başlamasına şahit olduk. Bu nedenle İklimİN eğitim seferberliğinden çıkarılan derslerin -özellikle yerel-yerel ve yerel-bölgesel-ulusal kesişmelerle karşılıklı bilgi alışverişinin sağlanması yönünde- bundan sonraki kapasite güçlendirme eğitimlerinde dikkate alınmasının önemli ve faydalı olacağı düşüncesindeyiz. Böylece yerel düzeydeki iklim mücadelesinde kolektif çalışmayı güçlendirebilir ve illerde söz gelimi “yerel iklim koalisyonları”nın altyapısının oluşmasına mesnet oluşturabiliriz. Yine gördük ki, iklim krizi ile mücadelede merkezi düzeyde beklendiği kadar yerel düzeyde de politik sahiplenmenin artması önemseniyor. Hedef kitlesi doğrudan üst düzey yerel yöneticiler (valiler, belediye başkanları, çeşitli bakanlıkların il/bölge müdürleri vb.) olacak şekilde vizyon geliştirmeye yönelik iklim değişikliği, küresel politikalar, AB politikaları, ulusal sorumluluklar ve yerel uygulamalar vb gibi konularda kapasite artırımı eğitimlerine ve bilgilendirmelere olan ihtiyaç var. Hemen her ilde paydaşlar bu yöndeki gerekliliği çokça dile getirdi.
Ekonomi politikaları açısından bakıldığında, illerin kalkınma ekonomilerinin yön verdiği sektörlerin sosyal ve çevresel fayda açısından değerlendirilmeleri bu kez iklim değişikliği ile mücadele bakış açısıyla yapıldı. Özellikle Aydın ve Tekirdağ eğitimlerinde bu hususlar önemle dile getirildi. “Aydın Ovası’nın tarım sektörü öncelikli mi, yoksa yenilenebilir enerji sektörü (ağırlıklı olarak jeotermal enerji kaynaklı) öncelikli olarak mı sürdürülebilir kalkınacağı; ya da Tekirdağ’ın tarım sektörü öncelikli mi, yoksa enerji (madenler, termik santraller) sektörü öncelikli olarak mı sürdürülebilir kalkınacağı” üzerine yapılan interaktif tartışmalar son derece anlamlıydı. Böylece iklim değişikliği ile mücadelede yerel kuruluşların/ paydaşların üstlendiği sorumlulukların çerçevesi ve talepleri haklı bir tartışma zeminine de oturdu. Ve bu durum bir yandan yerel iklim mücadelesinde devam etmesi öngörülen kapasite geliştirme eğitimlerinde hangi ilde, hangi bölgede hangi konulara daha öncelik verilmesi gerektiğini ortaya çıkarırken öte yandan, yerelden ulusal çözümlere ışık tutmak açısından da önemli işaretleri gündeme taşıdı.
Sonuçta, bu süreçte birçok ilin iklim değişikliği ile mücadeleye nasıl baktıklarını ve yerel dinamiklerini değerlendirmiş olduk. Mesele sadece yerel karar organlarının -belediyelerin ya da valiliklerin- sahiplenmesi meselesi değil, iklim mücadelesine dokunan hemen her alanda (tarım, halk sağlığı, atık, enerji, kentlerin direnci, ekosistemlerin yeri, kuşaklararası adalet vb,) yerel paydaşların bir sözü var ve zaten bu çabanın bizzat içindeler.
Yerel konuşuyor, üstelik ülke gerçeklerinin bilinciyle, uygulamaların tam da ortasında olarak konuşuyor, kulak vermemek geri dönülmez hatadır, Ankara duymak zorunda.