Koronavirüs salgını ekonomilerin kırmızı alarma geçmesine neden oldu ve panik butonuna çoktan basıldı. Neredeyse tüm sanayi faaliyetlerinin durdurulduğu dünyanın farklı ülkelerinde seragazı emisyonlarının azaldığına dair veriler farklı çalışmalarla ortaya konuluyor. Göz ardı edilemeyecek bir ekonomik kriz tüm dünyayı beklerken bu emisyonlar çerçevesinde iyi bir haber olabilir mi? Boğaziçi Üniversitesi’nden Doç. Dr. Sevil Acar, TÜİK’in Nisan ayının başında açıkladığı 2018 yılına ilişkin seragazı emisyonu verilerini Türkiye’deki ekonomik daralma üzerinden açıklıyor ve bu soruya bir cevap arıyor.
Yazı: Sibel ACAR, Boğaziçi Üniversitesi
Makroekonomiye giriş derslerinde öğrencilere iktisadi büyümeyi anlatırken işlerin her zaman çok iyi gitmeyebileceğinden de bahsederiz. Adı büyüme olsa da bir büyüme oranının bazen artı, bazen eksi yönde olabileceğini hatırlatmak durumunda kalırız. İşlerin pek de iyi gitmediğine örnek durumlardan biri ekonomik durgunluk ya da resesyon adını verdiğimiz süreçlerdir. Bir ekonominin resesyon içerisinde olduğunu söyleyebilmek için reel milli gelirin azalmış olması gerekir ki bunu genellikle birbirini izleyen en az iki çeyreklik dönemde (üç ay + üç ay) ekonomik büyüme oranının negatif olması ile tanımlarız.
Bu tanıma göre TÜİK tarafından yayımlanan çeyreklik gayrisafi yurt içi hasıla (GSYH) verilerine göre Türkiye ekonomisi 2000 ve sonrası dönemde dört kez resesyona girdi. Birincisinde 2001 krizine denk gelen dönemde GSYH ardı ardına üç çeyrek boyunca küçüldü, ikincisinde 2007 yılında iki çeyrek üst üste küçüldü, hemen ardından 2008-2009 krizinde, global finansal krizinin etkisiyle dört çeyrek üst üste küçüldü, son olarak 2018 yılında ise döviz kuru dalgalanmaları, yüksek enflasyon, yüksek işsizlik eşliğinde, üst üste üç çeyrek boyunca negatif büyüme sergiledi. Türkiye ekonomisinin deneyimlediği bu durgunlukların, ekonomik daralmaların her birinin reel sektörü de etkilediğini biliyoruz. Yani her üç dönemde de çeşitli sanayi kesimlerinin üretimi sekteye uğradı, özellikle de yüksek faiz ortamında kredi kullanma ve yatırım yapma kabiliyetlerini kaybeden firmalar olumsuz etkilendiler.
Ekonomiler deyim yerindeyse “iyi giderken”, yeşil ekonomiye geçişten henüz bahsedemediğimiz bir düzende iyi gidiş toplam seragazı emisyonlarını da artırır çünkü ekonomik pasta büyümek için enerji harcar, bu enerjinin çoğunluğu fosil yakıtlardan geliyorsa -ki Türkiye için böyle olduğunu biliyoruz- ekonominin karbon yoğunluğu artar. Ya da üretilen mal ve hizmetler karbon içeriği yüksek süreçlerden geçiyorsa, tüketildiklerinde emisyon salıyorlarsa üretim ve tüketimin karbon ayakizi artmaya devam eder. Bunun aksine, ekonomilerin “kötü gittiği”, çarkların eskisi gibi dönmediği dönemlerde seragazı salımlarında bir yavaşlama görmemiz oldukça olasıdır.
Tablo 1’de, 2000 yılı ve sonrası çeyreklik büyüme verilerine ek olarak yine TÜİK’in yakın zamanda açıkladığı güncellenmiş yıllık seragazı emisyon verilerini ve bunların yıllık artış oranlarını görüyoruz. Tabloya göre tam da bahsettiğimiz kriz yıllarında -özellikle 2001 ve 2008 krizlerinde- Türkiye’nin toplam seragazı salımları azalmış görünüyor. Söz konusu azalış 2001 yılında %6,2’yi bulurken 2008’de %1 olarak gerçekleşiyor. Öte yandan resesyon dönemi olarak adlandırılamayacak olan 2013 yılında %1,8 azalış varken, ekonomik darboğazı iliklerimize kadar hissettiğimiz 2018 yılında ise emisyonlar bir önceki yıla göre sadece %0,5 düşmüş görünüyor.
Yine TÜİK verilerinden 2018 yılındaki binde beşlik emisyon azalışının esasen enerji sektörü emisyonlarındaki azalıştan kaynaklandığını görüyoruz. 2017 yılında 379,9 milyon ton olan enerji sektörü emisyonları 2018’de 373,1 milyon tona düşmüş. Diğer yandan hem endüstriyel işlemler ve ürün kullanımı, hem tarım hem de atık sektörlerinden kaynaklanan emisyonlarda 2017-2018 arasında artış gerçekleşmiş.
Emisyon verileriyle çeyreklik büyüme verilerini bir arada değerlendirmek durumu daha iyi anlayabilmemize olanak sağlıyor. Öncelikle 2018’de milli gelirde üç çeyrek üst üste daralmaya sebep olan sektörler hangileri diye bakalım. Tablo 2 sadece 2018 çeyreklerine odaklanarak mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış sektörel üretim endekslerindeki değişim oranlarını gösteriyor. Tabloda kırmızı renkle gösterilen, ardışık negatif büyüme oranlarına sahip sanayi ve inşaat sektörlerinin bu resesyonda payı olduğu dikkati çekiyor. Emisyon salımları bakımından önemli sektörlerden sanayiye odaklanacak olursak, 2018 yılı içinde dört çeyrek boyunca küçüldüğünü görüyoruz. Sanayi sektörleri içinde elektrik, gaz, buhar ve iklimlendirme üretim ve dağıtımı alt sektörünün de yer aldığını biliyoruz. Tabloda bu sektörün çeyreklik büyüme oranları verilmese de, sanayi içinde imalat sanayiinin senenin sonuna doğru -son çeyrekte- daha da vahim bir tablo sergileyerek %4.9 küçülmüş durumda olduğunu görüyoruz. Bu küçülmeye rağmen emisyonlar içinde endüstriyel proseslerin payında bir azalma değil, artış gözlemleniyor. Sanayi sektörünün kendisi resesyona girmiş olmasına karşın -hem de tüm sene boyunca- sektörün yol açtığı seragazı emisyonlarında bir düşüş yaşanmıyor. Bu durum 2018’de yaşanan resesyona rağmen 2017-2018 arasında çok değil, ihmal edilebilir emisyon azalışı olmasının altında yatan faktörlerden biri olabilir. Öte yandan tarım, ormancılık ve balıkçılıkta dört çeyrek boyunca ardı ardına daralma yaşanmadığı gibi tarımdan kaynaklanan emisyonlarda 2 milyon ton CO2 eşdeğeri emisyon artışı olduğu TÜİK tarafından raporlanıyor.
Bizi sosyal medyada takip etmek için tıklayın: LinkedIn | Instagram | Twitter | Facebook