#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

Yeşil Büyümeden Küçülmeye

Daha adil ve sürdürülebilir ekonomiler inşa etmekle ilgilenenler için yeşil büyümeye karşı küçülme tartışmasını yeniden konuşmak gerek.

Haber: Timothée Parrique
Çeviri: S. Sena Akkoç

Bir zamanlar radikal bir fikir gibi görünen ekonomik büyümenin çözümden çok bir sorun olabileceği görüşü artık o kadar da radikal bir fikir olarak görülmüyor.

Dünya Sağlık Örgütü’nden (WHO) Mike Ryan “ekonomik büyümenin kölesi olmayı” kınıyor; Birleşmiş Milletler Çevre Programı Yönetici Direktörü Inger Andersen “ekonomik büyümenin zehrini” kabul ediyor; Birleşmiş Milletler yoksulluk özel sözcüsü Philip Alston büyümenin uygun bir mazeretten başka bir şey olmadığını belirtiyor; Avrupa Çevre Ajansı, “ekonomik büyüme olmadan büyüme” talebinde bulunuyor ve BM Genel Sekreteri’nin son raporu da küçülmeyi “büyüme ısrarcısı ekonomilere bir alternatif” olarak tanımlayan bir paragraf içeriyor.

Bu, daha adil ve sürdürülebilir ekonomiler inşa etmekle ilgilenen herkes için yeşil büyümeye karşı küçülme tartışmasını yeniden konuşmak için önemli bir fırsat.

Üretim
Hemen birini diğerine tercih etmeden, bu iki yaklaşımın nerede anlaşıp anlaşamadığına bakalım ve bu tartışmadan neler öğrenebileceğimiz üzerine düşünelim.

Bazı yeşil büyüme meraklıları, GSYİH’nin (Gayri Safi Milli Hasıla) çevresel baskılardan ayrışılabileceğine inanıyor. “Ayıklaştırma” (Decoupling) terimiyle ilgili sorun ise belirsiz olması.

Öncelikle, yorumcular göreceli (relative decoupling) ve mutlak ayrıklaştırmayı (absolute decoupling) ayırt etmekte genellikle başarısızlar.

Göreceli ayrıklaştırma, örneğin GSYİH ve karbon emisyonları arasında ayrıklaştırma, birim ekonomik çıktı başına emisyonların düştüğü, ancak bu çıktılardaki eşzamanlı artışı telafi edecek kadar hızlı olmadığı ve toplam emisyonların genel olarak arttığı durumları ifade ediyor.

GSYİH başına etki eskiye göre düşük etkili olsa da üretime bağlı olarak mutlak emisyon hacmi artıyor.

Genel Bakış
Mutlak ayrıklaştırma ise, aynı örnekle devam edersek, daha yüksek GSYİH’nin daha düşük emisyonlarla kesiştiği durumu tanımlıyor.

“Ayrıklaştırmanın gerçekleştiğini” okuduğunuzda bu, çoğu zaman göreceli ayrıklaştırma anlamına geliyor. Bu iyi bir başlangıç ancak kutlamaya değer bir şey değil.

Mesele şu ki, doğa çabalar için puan vermiyor. Göreceli ayrıklaştırma yeterli değil çünkü çevre baskıları hala artıyor.

Ekolojik bir çöküşten kaçınmak için iklim bozulmasından başlayıp bütün kaynak kullanımlarının ve ekolojik bozulmanın tamamen düşürülesi gerekiyor.

Şu an göreceli ayrıklaştırma yaygın olsa da (ve daha sonra bunun ayrıklaştırmanın yalnızca bir türü olduğunu göreceğiz) mutlak ayrıklaştırma deneysel bir seyreklikte. Bu, Haziran 2020’den itibaren ayrıklaştırma literatürün ilk kapsamlı incelemesi olan “GSYİH, kaynak kullanımı ve seragazı emisyonlarının ayrıklaştırmasına ilişkin kanıtların sistematik bir incelemesi” ile doğrulandı.

İthal
Ayrıklaştırma mutlak olsa bile sorunun çözüldüğü anlamına gelmiyor. GSYİH’de %3’lük bir artış ile toplam seragazı emisyonlarında %2’lik düşüş, tanım gereği “mutlak ayrıklaştırma” olsa da emisyonlardaki %0,02’lik bir düşüşle GSYİH’de artış da mutlak bir ayrıklaştırma.

Aslında sürdürülebilirlik açısından faydasız olsa bile çevresel bozulma seviyeleri sabit kalırken GSYİH’nin artışı da mutlak bir ayrıklaştırma biçimi.

Zengin ülkelerin emisyonlarındaki yüzde birkaç azalma için “ayrıştığını” söylemek Everest Dağı’nın ilk birkaç metresini yürüyüp dağa tırmandım demeye benziyor. Yalan değil ancak yine de iki yüzlü.

Öyleyse bir çevresel hedefe ulaşmak için yeterince büyük mutlak ayrıklaştırmaya sahip olduğumuzu varsayalım. Yine de bunun, yurt dışından ithal edilen mallara gömülü karbon emisyonları gibi ithal etkileri de içerdiğinden emin olmalıyız.

Emisyonlar
Haberl ve diğerleri (2020), son on yıl içinde yüksek gelirli ülkelerde üretim gelirleri bazlı (production-income-based – PIB) seragazlarından ayrıklaştırma oranlarını inceleyen bütün çalışmaları derledi.

Üretime dayalı göstergeler kullanıldığında (ithal emisyonlar hariç tutularak), gerçekten de mutlak bir ayrıklaştırma var: Her bir GYSİH puanı için -0,04 emisyon puanı geliyor. Küçük ama mutlak.

Fakat tüketime dayalı göstergeler kullanılınca mutlak ayrıklaştırma ortadan kalkıyor: Her bir ek GSYİH için 0,22 emisyon puanı geliyor.

Bu, metodolojik bir ayrıntı gibi görünüyor olsa da biraz daha ayrıntılandıralım. Tüketim temelli göstergeler sadece 2012 civarında ortaya çıktı. Bu da Wiedenhofer ve diğerlerinin çalışmasına göre bugüne kadar yapılmış tüm ayrıklaştırma çalışmalarının %92’sinin sadece üretim temelli ölçümler kullanmasını açıklıyor.

Sorun, en ağır kirleticiler büyük miktarda doğa-yoğun (nature-dense) ürün ithal etmesi. Ayak izini yalnızca bölgesel emisyonlar üzerinden ölçmek yerel bir mutlak ayrıklaştırma illüzyonu yaratsa da aslında çevresel baskılar başka bir yere aktarılıyor.

Dematerialising (Kaydileştirme)
Bu, sol bacağınızdan bir kilo alıp diğer bacağınıza aktararak kilo verdiğinizi söylemek gibi bir şey. Bir ülkedeki ayrıklaştırmanın başka bir yerde yeniden birleşme pahasına başarılmasını kutlamak saçma; özellikle de en yoksul ülkeler artan bir yüke maruz kalıyorsa.

Başka bir sorun daha var: Ayrıklaştırma tartışmalarının çoğu, yalnızca seragazı emisyonlarına odaklanarak diğer çevresel baskıları göz ardı ediyor.

Örneğin Haberl ve diğerlerinin (2020) incelediği çalışmaların %80’i, birincil enerji ve seragazlarına odaklanırken geri kalanların sadece birkaçı malzeme ve su kullanımı, arazi değişimi, su kirliliği, atık veya biyolojik çeşitlilik kaybını dikkate alıyor.

Emisyonlarla ilgili birkaç ilham verici ayrıklaştırma hikayesi olsa da (hatırlarsanız çoğu zaman yerel, küçük ve göreceli veya mutlaksa da önemsiz büyüklükteler) diğer göstergeleri takip eden araştırmalar bize ekonominin hala ekolojiye bağlandığı farklı bir hikaye anlatıyor.

Malzemeler bu noktada iyi bir örnek. Dünya ekonomisi 20. yüzyılda kademeli olarak kaydileştirildiyse de bu eğilim son yirmi yılda tam tersi yönde ilerliyor.

Sürdürülebilir
Tek başına bu bile sonsuz yenilenebilir enerji tedariki ile ilgili iyimserliği yumuşatmalı, sonuçta enerji tedariği mineral madenciliğine bağlı.

Söylemek istediğim, “sürdürülebilir” ekonomi teriminin akla yatkın bir şekilde anlaşılmasında yalnızca karbon emisyonlarını değil, aynı zamanda ekosistemlerle sahip olduğu tüm karmaşık etkileşimleri de göz önünde bulundurulmalıdır.

Şimdi biraz daha kesin konuşabiliriz: GSYİH ile önemli olan tüm çevresel baskılar arasında mutlak, önemli ve tüketim ölçülü ayrıklaştırmanın kanıtı hiçbir yerde bulunmuyor.

Benim için bu, tüm umutlarımızı önümüzdeki on yılda sihirli bir şekilde gerçekleşecek olan ayrıklaştırmaya yatırmanın akıllıca olmadığı anlamına geliyor.

Bu hem 2019’da bazı meslektaşlarımla yazdığım Debunked raporunun sonucu hem de Haberl ve diğerlerinin Haziran 2020 çalışmasının çıkardığı mesajdı.

Oyun Değiştirici
Ayrıklaştırma söz konusu olduğunda, bugün karşı karşıya olduğumuz çoklu çevresel krizleri etkili bir şekilde ele almamız gerekiyor. Elimizdeki bilimsel kanıtlar da bunun henüz gerçekleşmediğini doğruluyor ve ayrıklaştırmaya fazla güvendiğimizi gösteriyor.

Peki ayrıklaştırmadan ne bekleyebiliriz? Hiçbir şekilde zaten sahip olduğumuzdan, yani genellikle yerel ve geçici olan nadir geçici ayrıklaştırmalar ve birkaç izole edilmiş kaynak veya etkinin dahil edildiği yetersiz mutlak ayrıklaştırmadan fazlasını beklemiyordum.

Bunu bir kutlama olarak söylemiyorum. Aslında yeşil büyümenin olmasını diliyorum. Elbette ekonomik büyümeyle bağlantılı sosyal sorunlar da var. Fakat ekosistemleri resmin dışına çıkarmak sorunu basitleştirecek veya çözmemiz için bize fazladan zaman verecek.

Bilim insanları mucizelere inanmazlar. Endişem, belki de şu an ayrıklaştırmanın olabileceğini tartışarak değerli zamanımızı kaybediyor olmamız. Bu sırada radikal bir şekilde dönüştürülmesi gereken bir sistemi üstünkörü bir şekilde tamir etmeye çalışıyoruz.

Belki de önümüzdeki yıllarda oyunun kurallarını değiştiren yeşil bir büyüme devrimine tanık olmak üzereyiz.

Mükemmel Plan
Teorik olarak değerlendirirken bunun son derece düşük bir ihtimal olduğu sonucuna vardım. Bunlar Decoupling Debunked’da açıklanan ayrıklaştırmanın önündeki yedi engel.

Bu olasılığın deneysel değerlendirmesini yapan modelciler de ihtiyatlı davranıyorlar. İnceleme için Hickel & Kallis’in 2019’daki çalışmasına bakabilirsiniz.

Bir ayrıklaştırma mızıkçısı olmak istemiyorum ama tüm bilgi birikimini deneysel ve teorik olarak düşünürsek ekonomimizin biyofiziksel metabolizmasını zayıflarken ekonomik büyümenin hız kesmeden devam edebileceği fikrini ihtimal dışı buluyorum.

Hayatım buna bağlı olsa, bir B planı olduğundan emin olmaya çalışırdım.

Küçülme, böyle bir B planı. Tabii ki bu mükemmel bir plan değil ve kendine ait belirsizlikleri var. Ancak küçülmenin ne önerdiği değerlendirilerek yanlış tanımlamalardan kaçınılmalı.

Durgunluk
Yine de bu, bir kesinlik meselesi. Bir sorunla karşılaşıldığında, daha fazla seçenek olması daha iyi. Bu seçeneklerin de yararlı olabilmesi için mümkün olduğunca ayrıntılı olması gerekiyor.

Küçülmeye de gerçek bir analitik şans vermeden atmak, ayrıklaştırmayı da neleri kapsadığını anlamadan reddetmenin kendi kendine engel olması gibi.

Küçülme meraklıları, GYSİH’nin çevresel baskılardan ayrıştırılamayacağına inanıyor. Bu nedenle de dünyanın en zengin bölgelerinde üretim ve tüketimin küçülmesi gerektiğini savunuyorlar.

Yeşil büyümeyi savunanlar daha düşük çevresel maliyetle daha çok ekonomik faaliyet için verimlilik beklerken küçülme savunucuları daha az alım ve satım ile ekolojik sürdürülebilirliğe giden hızlı ve daha güvenli bir yol olduğunu savunuyor. “Küçülme” terimiyle ilgili sorun belirsizlik.

Çoğu zaman, “küçülme oluyor” diye okursanız, bir şeylerin korkunç biçimde yanlış gittiğini anlarsınız. Ancak küçülme, durgunluk demek değil.

Tüketim
Jason Hickel altı temel farklılığa işaret ediyor:

  • Küçülme planlı ve tutarlı bir politika
  • Ekonomik faaliyeti azaltmak için ayrımcı bir yaklaşıma sahip
  • İşsizliği aktif olarak önleyerek iş kalitesini de iyileştiriyor
  • Eşitsizliği ulusal ve küresel olarak azaltmaya çalışıyor
  • Evrensel kamu mal ve hizmetlerini genişletmeyi amaçlıyor
  • Yenilenebilir enerjiye hızlı bir geçiş sağlamayı, toprakları ve biyolojik çeşitliliği eski haline getirmeyi  ve ekolojik yıkımı tersine çevirmeyi amaçlıyor

Durgunluk, büyüme olmadan işleyemeyen bir ekonomi içindeki kazayken küçülme, büyümenin yokluğunda da sosyal ve ekolojik açıdan başarılı olabilecek alternatif bir ekonomi inşa etme amacı olan bir strateji.

Yorumcular çoğu zaman küçülmenin her yerde her şeyin azalması için bir çağrı olmadığını belirtmekte başarısızlar.

İhtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarına erişiminin sağlanamaması gibi acı dolu bariz bir durum var. Mülksüzlere minimalistlik üzerine ders vermek etik açıdan ters olur. Sosyal açıdan insanlık dışı olmasıyla birlikte bu, çevresel açıdan da bir anlam ifade etmiyor.

Küresel düzeyde, en zengin %10, 1990 ve 2015 arasındaki karbon emisyonlarındaki artışın %46’sına sebep olurken en yoksul %50, tüketim emisyonlarını neredeyse hiç artırmadı.

İlerleme
Sorun nüfus değil, zenginlik. Küçülme hipotezi, aşırı zenginlik ve tüketimi ortadan kaldırmanın gezegenin sağlığını korumak için en iyi şansımız olduğunu söylüyor.

Başka bir incelik de küçülmenin ekolojik sürdürülebilirlikten fazlası olması.

Kavramın 2002’de çıkışından bu yana küçülme, katılımcı demokrasiye güçlü bağlılıklar, teknolojik şenlik, bakım etiği, yaşama sevinci ve sosyal adalet gibi karmaşık bir toplumsal dönüşümü gündeme getirdi.

Eğer ayrıklaştırma ikiye iki kareden oluşan bir rubik küp ise, küçülmenin bu küpü daha hırslı ama uygulaması zor yapan bir kaç katmanı daha var.

Sorular çoklu ve karmaşık: Fosil sanayilerinden ve işçilerden düzgün, yeşil istihdama rahat bir geçişi nasıl hazırlarız? Nasıl alternatif ilerleme göstergelerinin kullanımı hakkında uluslararası anlaşmalara varırız?

Ekolojik
Piyasa faaliyetlerinin vergilendirilmesinden elde edilen gelirlerin azalmasıyla kamu bütçesini ve özellikle Yeşil Yeni Düzen’i nasıl finanse ederiz? Artan sayıda bilim insanı bu konuda çalışsa da bunlar cevapları belirsiz olan önemli sorular.

Küçülme zor olabilir ama imkansız değil. Ayrıca büyüme sonrası ekonominin sürdürülebilirliği ile ilgili sorunların çoğu, yeşil büyüme ekonomisinin sorunlarıyla ortak.

Örneğin, ikisinin de en iyi geri dönüşümün nasıl yapılacağını veya yüzde yüz yenilenebilir enerji altyapısını sürdürebilmek için nasıl mineral bulunacağını çözmeleri lazım.

İkisinin farkı ise bu problemin büyümeyen bir ekonomide daha kolay çözülebilmesi. Küçülme bir yeterlilik stratejisi olduğu için, ayrıklaştırma literatüründe teşvik edildiği gibi bir verimlilik stratejisinin önünde kullanmak daha iyi.

Örneğin yenilenebilir enerji için bu, atıkları ve araba kullanımını azaltarak, vejetaryen veya vegan beslenerek ve ancak o zaman talebi karşılamanın ekolojik olarak en verimli yolunu bularak enerji talebini olabildiği kadar azaltmak demek.

Ekonomi
Yeterlilik yalnızca bir strateji olmak yerine ekonomik hayatın başlıca prensiplerinden biri haline de gelebilir. Ve anlaşılması gereken anahtar nokta, küçülmenin niteliksel olarak yeşil büyümeden farklı olması.

Yeşil büyüme, bugün var olan ekonomik sistemdeki çevresel baskıları azaltmak için bir strateji. Yani kapitalizm ve neoliberalizmi sorgulamıyor.

Küçülme ise çevresel etkileri derhal azaltmayı hedeflerken radikal olarak farklı bir sisteme geçme isteğini de içeriyor.

Eğer verimlilik mi yeterlilik mi sorusunu sorarsak, cevap elbette ikisi de olmalı. Bu, ayrıklaştırmacı ve küçülmeci politikaların nasıl birbirini tamamladığını belirlemek için daha çok zaman harcamaları gereken bir yer.

Ancak “yeşil büyüme veya küçülme” sorusu daha karmaşık ve mülkiyet, para ve iş ile ilgili ekonomi politikasının temel meseleleriyle ilgili.

Savunma
Bu, bir kenara atılamayacak bir soru ve basitçe tartışmanın her iki tarafın da analitik olarak ulaşılması imkansız bir uzlaşma üzerinde anlaşmasını talep ediyor.

Peki sunduğum argümanlardan neler çıkarılması gerekiyor? Öncelikle kesin olmalıyız. Ayrıklaştırma ve küçülme yalnızca kelime değiller. İkisi de kendilerine özgü karmaşıklıkları olan konseptler. Değersiz argümanlar üzerine tartışmak, artık göze alamayacağımız bir vakit kaybı.

İkinci olarak, küçülme ve ayrıklaştırma birbirini dışlayan kavramlar değil. Yeşil büyüme adına gösterilen bazı çabalar, ayrıklaştırmamaya inansak da inanmasak da desteklenmemeli.

Aynı şekilde, küçülme savunucularının desteklediği bazı politikalar da yalnızca ayrıklaştırma olasılığını kolaylaştırdığı için de olsa memnuniyetle karşılanmalı.

Daha Adil
Küçülme ve ayrıklaştırmanın farklı hırsları var ve bunlar doğrultusunda değerlendirmeleri gerekiyor.

Ayrıklaştırma sorunu küçülme tartışmasının küçük bir parçası olsa da bunun tersi doğru değil. Diğer pek çok sorunun dikkate alınması gerektiği zaman tüm zamanımızı yeşil büyüme olasılığını tartışarak geçirmek tehlikeli.

Sonuçta bu, takımların en çok golü atmaya çalıştığı bir futbol maçı değil. Bu, vizyon, pragmatizm ve sahip olduğumuz tüm seçenekleri gerektiren toplumsal bir geçiş.

Ayrıklaştırmacılar ve küçülmeciler hiçbir zaman anlaşamayabilirler. Ancak tartışmaların, tartışmayı ilerletmek için faydalı içgörüler oluşturması ve hepimizin anlaştığı tek bir hedefe katkıda bulunduğundan emin olmalıyız: Daha adil ve daha sürdürülebilir bir ekonomi inşa etmek.

Makalenin aslına buradan erişebilirsiniz.

EkoIQ Editör