Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin eşsözcü adayı Bilgesu Yılmaz ile sürdürülebilir kalkınma, Yeşil Mutabakat ve yeşil siyaset üzerine konuştuk. 23 yaşında olan ve 2020’de sahne sanatlarından mezun olan Yılmaz, dünyayı değiştirmek için kendine güveniyor ve harekete geçiyor.
Yazı: Burcu GENÇ
Bilgesu Yılmaz, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin İklim Krizi çalışma grubunda iki yıldır çalıştığını belirtiyor. Türkiye’de demokratik siyaset, kadın hakları ve çevre hakları alanında birçok mücadelenin olduğu bir ortamda, 23 yaşında genç bir kadın olarak eşsözcü adaylığını koyması başka bir Türkiye’nin hâlâ mümkün olabileceği konusunda benim umutlarımı yeşertti. Demokratik siyaset alanına yeni bir yüz, yeni bir nefes getirerek çevre hareketinin tüm alanlarında bir heyecan getireceğine olan inancım ise tam.
Uygarlığın karşı karşıya olduğu çevresel ve toplumsal sorunlar artık herkes tarafından kabul ediliyor. Ve dolayısıyla hem ulusal hem de uluslararası düzeyde ana tartışma konularından biri artık. Bu anlamda ana akım bir konudan bahsediyoruz; bütün siyasi akım ve partilerin bu konuda bir görüşü ve yaklaşımı var artık. Ancak konu bu kadar kritik ve popüler hale gelmeden önce bu konuları ele alan ve konuşan ilk akımlar dünyada yeşil hareketlerdi. Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi eşsözcüsü adayı olarak sürdürülebilir kalkınma ile ilgili düşünceleriniz nelerdir? Bu konuyu nasıl ele alıyor ve değerlendiriyorsunuz?
Sürdürülebilir kalkınma denildiğinde, sistemin bunu kendi lehine çevirmek için ortaya attığı argümanlara dikkatle yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum. Yeşil kapitalizm, yeşil yıkamalarıyla birlikte neo-liberal sömürü politikalarının başlangıç tohumlarını atmış durumda. O yüzden, somut temelleri olan, gerekçelendirilmiş ve sağlaması yapılabilen sürdürülebilir olanın öncelikle ne olduğunu anlamamız gerek.
Bugün örneğin madenler protesto edildiğinde, oradaki emekçileri karşımızda buluyorsak, bu tarz tavırlar alan yeşil siyasetin ve onun “sürdürülebilir kalkınması”nın politik hamlelerinin üstencil ve sürdürülemez olduğunun çok açık. Tıpkı toplumun sadece belli bir kesiminin erişebildiği organik tarım ve yeni nesil doğal yaşam biçimleri gibi. Değişimin tabandan olduğu, toplumun her kesimini içeren hakiki bir sürdürülebilir kalkınmayı sorgulamamız gerek.
Sürdürülebilirlik kavramı üzerine giderken üretim ve tüketim zincirinin birbirinin zıttı değil, doğada olduğu gibi tamamlayıcı süreçler olduğu üzerinden bir ekonomik döngü yaratılmalı.
Kapitalist sistemin kalkınma modelini sorun haline getirip doğayı meta olarak ve sınırsız kaynaklarının insana hizmet ettiği yönündeki büyüme ve hız odaklı ekonominin tam tersi; üretim fazlasına yol açmayan, israf etmeyen ve tüm türleri kapsayan sürdürülebilir bir yol izlenmeli.
Yeşil ekonomi modelleri için yeni istihdam alanlarını oluşturulmasıyla beraber bu alanda yatırım yapmak isteyen kişilerin adil geçiş kapsamına uydukları kontrol edilmeli. Bu kapsamda işçi ve emekçilerin haklarının ve yetilerinin gözetilmesine dikkat ederek tam anlamıyla sürdürülebilir bir adil geçiş sağlanmalı.
Avrupa Yeşil Mutabakatı, ABD Yeni Yeşil Anlaşma derken dünyada yeşil siyaset alanında büyük çalışmalar yürütülüyor, yol haritaları, liderler zirveleri yapılıyor ve taahhütler veriliyor. Bu konularda Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin nasıl bir yaklaşımı ve hazırlığı var?
Yeşil Sol Parti olarak bu gelişmeleri yakinen ve ilgiyle takip ediyoruz. Üyesi olduğumuz Avrupa Yeşiller Partisi (European Greens Party – EGP) ile birlikte organize olabilmek adına gündem ve fikir paylaşımlarında bulunuyoruz. Fakat devlet liderleri, kanaat önderleri ve karar vericiler tarafından daha önce topluma verilen ekoloji odaklı sözler ve taahhütlerin boşa çıkması sonucu, kişilerin geleceğe dair umudu bir hayli köreldi. Bu sebeple özellikle pandemi dönemiyle daha da fazla artan, geleceğe dair oluşan belirsizlikten ötürü, zirvelerin ve yol haritalarının gerçekten önümüze bir yol oluşturup oluşturmadığını bilme ihtiyacımız oluştu. İşte Yeşil Sol ilk aşamada tam olarak bunu yapıyor, zirvede yapılan konuşmalara şüpheyle yaklaşıp, mesafe alarak konuşmacıları ve önerdikleri planları inceliyor. Daha sonra ise şüphelerimizden ve çekincelerimizden yola çıkarak; kendi konuşma serilerimizi, görsel-yazınsal paylaşım ağlarımızı ve zirveler kadar şaşaalı olmasa da önemli anahtar figürlerin bir araya geldiği eğitim platformları planlıyoruz.
Avrupa’da son süreçte Yeşiller birçok kazanımlar elde ediyor, seçimlerden başarıyla çıkıyor. Özellikle önümüzdeki aylarda Almanya’daki seçimlerde önemli gelişmeler bekleniyor. Yeşiller ilk kez birinci parti çıkmaya hazırlanıyor, kıtanın ön önemli ve büyük ülkelerinden birinde. Bu konuda neler düşünüyorsunuz?
Yeşil partilerin seçim kazanmak ve yönetim biçimlerinde köklü değişiklikler yapmaya imkanlarının olması bir yana, sadece mevcut yönetim adaylarına alternatif olarak değerlendirilmeleri bile başlı başına bir kazanım. Bu çağın ibresinin artık farklı yönleri aradığının bariz bir göstergesi. Fakat Avrupa kamuoyunda oluşan güveni sağlayabilmek için bu partilerin içinde bulundukları çalışmaları ve çalışmaların başarılarını, sadece Avrupa insanının yeşil partilerin yönetimine hazır olmasının sonucu olarak görmemek gerekir. Böyle yaparsak başarılarını indirgemiş ve ara basamakları keşfetmekten ziyade izleyici kalmış oluruz. Avrupa’daki kazanımların Türkiye özelinde uygulanabilmesi için kişilerin, ortak bir gelecek için hangi sebeplerle yeşil parti ve belediyelere oy verebileceğini mercek altına almak gerektiğini düşünüyorum. Politik güvenin nasıl ve hangi koşullarda oluştuğunu öğrenebilmek önemli bir nokta. Yeşil düşüncenin bazı kıtalarda oldukça kuvvetli başarımlar elde etmiş olması umutlandırıcı olsa da, ancak kendi yerelimizde belirttiğim adımı atarak seçimden başarıyla çıkan Avrupalı paydaşlarımız hakkında fikrimizi -dolaylı olarak da olsa- belirtebiliriz.
Türkiye özelinde ise, dünyanın bir çok yerindekinin tam tersine gelişmeler yaşanıyor. Mevcut iktidarın bir anti-sürdürülebilir kalkınma hattı tutturduğu bile söylenebilir. Paris Anlaşmasını parlamento onayından geçirmeyen son 6 ülkeden biriyiz. Bu bağlamda, Türkiye konusunda neler söyleyebilirsiniz? Böyle bir konjonktürde Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin nasıl bir rolü var? Neler yapıyor, neler yapabilir?
Günümüzde Türkiye’deki iktidarın reaksiyon gösterdiği tek şeyin ekoloji mücadelesi olmadığını unutmamalıyız. Bu gerçeği özellikle belirtme ihtiyacı duyuyorum çünkü önümüze çıkarılan engellere vereceğimiz tepkiler söz konusu olduğunda, karşı tarafın engellemeler aracılığı ile belirlediği dar bir alana sıkışmamalıyız. Paris Anlaşması’nın sağlayacağı ekolojik ufka dahil olabilmek için binmemiz gereken treni kaçırıyoruz gibi gözüküyor fakat bu konu kendi lokomotif düşüncelerimizi oluşturamayacağımız anlama gelmiyor. Paris Anlaşması, ülkelerin karşısına geçip kendi kırmızı çizgilerini üretme cesareti gösteren kimselerin ürünü. Buradan yola çıkarak Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’de -Paris Anlaşması gibi tek bir yerde toplanmış olmasa da- her muhalif anlaşma önerisinde olduğu gibi, iktidarın aklının ucundan bile geçmeyecek konu başlıkları, maddeler ve sorular ile onları başa çıkamayacakları için yasaklamaya zorlayan bir döngüye sokmayı hedefliyor. Ta ki bir gün, yasak oluşturmaya güçleri yetmeyinceye kadar. Paris Anlaşması’nı parlamento onayından geçirmeyen son altı ülkeden biri olabiliriz, fakat bunca engele rağmen ekoloji mücadelesini başarı ile tamamlamış ilk altı ülkeden biri olmak için hâlâ şansımız var.